18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (49)

Lev Nikolayeviç Tolstoy II.

Tolstoy 1901’de mujik kıyafeti ile (Ilya Repin’in eseri)

Biografi yazarı Karen Bernardo, Tolstoy’u, eserlerinin arka planında kendi yaşamı olup olmamasının belirsizliği bakımından gizem kefenine örtülmüş sanatçılardan olarak niteler. Evliliğinin ilk yıllarındaki yazma şevki tükenmemekle beraber bir bölümü hayattan ayrılmış onüç çocuğun yarattığı gailenin ve giderek 1870’lerde, Rus Kilisesinin İncil’in ruhu ile bağdaşmadığı düşüncesinin yarattığı inanç bunalımı 1873’de kaleme almaya başladığı “Anna Karenina”nın psikololojik ağırlığında sezilebilir. Bu bunalım yüzünden yayınlanması 1876-77 yıllarına uzayan “Anna Karenina” Parisde tanıştığı Gustave Flaubert’in 1857’de yayınladığı ve müstehcen bulunarak takibata uğradığı “Madame Bovary” parelelinde evli bir kadının zinasını hikâye eden “natüralist” türde, fakat son derece duygusal bir eserdir. Tolstoy Kilisenin uyguladığı din konusunda açmaza düşmüş, fakat Tanrı inancından sapmamıştı. 1881’de yayınlanan “Ispoved-İtiraflar”ında açıkladığı huzursuz döneminden sonra Optina Pustiyn Manastırına çekildi; fakat kısa bir değerlendirmeden sonra tarik-i Dünya olmakdan vazgeçti; yeniden toprakları başına döndü; mujiklerle tümüyle kaynaştı; onlar gibi giyinmeye; toprak sürmeye başladı. Hattâ mallarını da onlara devretmeye niyetlendi ama buna ailesi engel oldu. 1891’de topraklarını karısı ile çocukları arasında paylaştırdı. “İtiraflar” eserinin yayınlanmasından sonra din ve felsefe araştırmalarını sürdürdü; bu araştırmaların ürünü olarak: “Dogmatik İlahiyat’in bir Eleştirisi”, “Dört İncil’in Çevirisi ve Ahenginin Tesbiti” ve “İnandığım Şey” isimli denemelerini yazdı. Jean Jacques Rousseau gibi doğallığa inanıyor; ahlâk bozan sanatı reddediyordu. Eserlerini topluma fayda yaratması amacı ile yazdı. Et yemekden, sigara ve alkolden daima imsak etmiştir. Kendini eşi Sonya ile birilikde her geçen gün zahidliğe (çileciliğe) adadı. Gençliğinde kendini kaptırdığı dünya zevkleri yüzünden ileri yaşlarda diyetini ödeme eğilimine girdi. Mahatma Gandi ile başka bir XX. Asır siması Martin Luther King, Jr. imsak kültürünü doğrudan ondan almışlardır.

1899’da yazdığı “Voskreneseniye –Diriliş”in bazı bölümlerini dine aykırı bulan Kilise onu sapkın ve ateist suçlaması ile 1901’de aforoz etti. Kilisenin bu çağ dışı tavrı liberal gençlerin yazara karşı ilgisini iyice yoğunlaştırdı; malikânesi bir tür Hac yeri oldu; “Tolstoyizm” adı verilen “Hrıstiyan anarşist” düşünce gelişti . Bu düşünceyi yayma misyonunu, epey yaş farkına rağmen Tolstoy’ un yakın dostu olmuş Vladimir Çertkov (1854-1936) üstlenmiştir. Tolstoy kendini anarşist olarak nitelendirmemiştir; ancak çağının Polonyalı anarşist yazarı Edmund Choijecki ve benzerleri gibi devlet ve mülkiyet hakkına karşı çıkıyor ve bunu İsa öğretilerine dayandırıyor; ”Tanrının Krallığı Senin Yüreğindedir” diyor; “Hrıstiyan anarşizmi”ni: “Tanrıya iman eden, fakat Kilise kurumunu reddeden” bir görüş olarak betimliyordu. 1895’de Japonların Çini işgâle kalkması, daha sonra Rusyanın Mançuryayı işgâl etmesi ve başka Batı Devletlerinin de Pekindeki ortak işgâllerine karşı “Bokser” adı altında direnmeye geçen Çinli örgüt üyelerine tüm yüreği ile destek veriyor; Rus ve öteki saldırgan birliklerin mezalimini lânetliyor; Rus Çarı II. Nikolas ile Alman Kayzer’i II. Wilhelm’i açık açık suçluyordu. Bir ara kendini Çinli bilge Konfüçyüs’ün eserlerini okumaya verdi.

Tolstoy, 1909’da torunları ile birlikte
 

Felsefesini bencil aile ilgisinden, servetini artırmakdan, edebî başarı keyfinden; özetle her tür dünyevî zevkden kendini soyutlama üzerine inşa eden, yalnızlık ve iç huzur arayan Tolstoy’un bunalımı da adamakıllı yoğunlaştı. 48 yıl evlilikden sonra, eşinin bu anlayışa hâlâ ayak uyduramadığı düşüncesi ile ondan ayrılmak üzere 1910 yılının soğuk bir Kasım ayında pılısını pırtısını toplayıp trene bindi. Fakat zaten kapmış olduğu zatürrieden yolda ağırlaşınca bugün kendi adını taşıyan Astapovo istasyonunda indirildi. İstasyon Şefi onu fazla uzak olmayan evine naklettirdi. Aile doktorları’nın ona morfin ve kâfuru enjekte etmekden başka çareleri kalmamıştı. Büyük yazar 20.Kasım.1910’da yaşamını yitirdi. Polis’in cenazeye katılanları sınırlama çabasına karşın büyük izdiham önlenemedi.

Tolstoy’un diğer eserlerinin de adlarını ve yayın tarihlerini vererek örnek konulara geçelim.

Mülkünü serflerine dağıtma tasarısından vazgeçirildikden sonra yazdığı romanlar: “Smert Ivana Ilyiça-Ivan Ilyiç’in Ölümü” (1884-86), “Kreytsoreva Sonata-Kröyçer Sonat” (1888), “Hozyain i Rabotnik-Usta ve İşçi” (1895), “Hacı Murat” (1896-1904), “O”Falşivyi kupon-Sahte Faiz Koçanı” (ölümünden sonra 1911’de yayınlandı), “Hacı Murat” (1911), “Otets Sergey-Sergey Baba”dır (1911-12’de yayınlandı) (1900). Sayısız felsefî, dini, sosyolojik ve estetik üzerine araştırmaları içinden: “V Çyam Moya Vera-İnanç Nedir” (1884), “Tserkov i Gosudarstvo-Kilise ve Devlet” (1891), “Tsarstvo Bojiye Vnutri Vas-Tanrı Gücü Sizdedir” (1891-93), Çto Takoye Iskustvo-Sanat Nedir” (1898), “Poluşka” (1863) “Tri Smerti-Üç Ölüm” (1898), “Semoynoye Sçatsye-Ailenin Yürekten Mutluluğu” (1859), “Poste Bala-Balo’dan Sonra, “Rasskazy dyla Naroda-Halk için Hikâyeler”, “Katya” kayda değer.

Ve “Hücum”, “Ağaç Kesme”, “Sıvastopol Karalamaları”, “Bilardo Yapımcısının Notları”, “Çocukların Zekası”, “Üç Münzevî”, “Şeytana Destek”, “Ne Kadar Toprağa gereksinimim var”, “Hububat”, “Evlatlık” adlarında küçük öyküleri; “İlk İmbikçi” (1886), “Plody prosvesheniya-Aydınlanmanın Ürünleri” (1891), “Jvoi trup-Yaşayan Ceset”(1900), “I Svet vo Tme Svetit-Işık Koyun Karanlıklarda Işık Saçar” (1900), “Vlast Tmıy-Karanlığın Gücü” (1886) adlarında drama eserleri; vardır. Eğitim üzerine pek çok makaleleri vardır.

Tolstoy’un askerlik ve savaş deneyimini ve izlenimlerini edebî dehası ile birleştirdiği, dünya yazınının hâlâ bütün zamanların en zirvede 100 eserinden biri kabûl edilen başyapıtı, kendisinin tevazu ile ne roman ne şiir değeri taşıdığı, salt tarihî bir kronoloji olduğunu söylediği “Savaş ve Barış”ın özetini öncelikle verelim;

Savaş ve Barış ilk kez 1869’da yayınlandı. Napoleon Fransasının Çarlık Rusyasını işgâlinin etkilerinin beş soylu Rus ailesinin gözünden geniş şekilde analiz edildiği roman’ın 1812 savaşının yedi yıl öncesi 1805’de başlayan bölümü “Rus Habercisi” dergisinde 1865-67 yılları arasında tefrika edilmiş; roman 1869’da tümüyle yayınlanmıştı.

1956 yapımı Hollywood filminde Audry Hepburn: Nataşa, Mell Ferrer; Prens Bolkonsky rôlünde

Roman’ın 1. Cildi 1805 Temmuz’unda St. Petersburg’da Ana Çariçe Maria Feodorovna’nın nedimesi Anna Pavlovna Scherer tarafından verilen gece daveti ile açılır. Roman’ın başlıca karakterleri, Anna Pavlovna’nın salonuna buyur edildikçe tanıtılmaktadır. Pyotr Kiriloviç Bezukhov, bir dizi enfarktüsden sonra vefat edecek olan zengin, yaşlı bir kont’un gayrı meşru ilişkiden doğmuş oğludur. Babası onu ülke dışındaki öğrenim masraflarını ödemiştir ama halen onun mirasçısı olduğu tartışmalıdır. Temiz yürekli ama saf ve beceriksizdir; yüksek sosyeteye uymakda zorluk çekmektedir. Fakat o davette yaşlı kontun tüm yasal ilişki dışında olmuş çocukları içinde en gözdesi olduğu anlaşılmaktadır. Geceye, arkadaşı, ilerde Napoleon ile savaşacak Başkomutan Prens Mikhail IlarionoviçKutuzov’un yaveri hoş sohbet olup, sosyete gülü Lisa ile yaptığı evlilikden düş kırıklığına uğramış Prens Andrei Nikolayeviç Bolkonsky de katılmıştır.

Olaylar, Rusyanın eski merkezi ihtiyar ve daha taşralı görünen kenti Moskovaya taşınır. Burada, Kont Ilya Andreyeviç Rostov’un reislik ettiği Rostov ailesinin dört ergen çocuğu ile tanışırız. Onüç yaşındaki Nataşa (Natalya Ilyiniçna) kendini, orduya katılmaya hazırlanan disiplinli genç Boris Drubetskoy’a aşık olduğuna inandırmıştır. Yirmi yaşındaki Nikolay Ilyiç, onbeş yaşındaki körpecik yetim kuzeni Sonya’ya (Sofya Aleksandrovna) gönül vermiştir. Rostov ailesinin en büyük çocuğu soğuk ve kibirli Vera Ilyiniça Rus-Alman karışımı bir subay Adolf Karloviç Berg ile evlenme hazırlığındadır. Dokuz yaşındaki Petya (Pyotr Ilyiç)ailenin en küçüğüdür; ağabeyi gibi subay olmaya çok heveslidir. Kont Rostov ve eşi Kontes Natalya Rostova birbirini seven çifttir ama aralarında malî tartışmalar da eksik olmaz.

Tepelik bir yerdeki Bolkonsky’lerin kırsal malikânesinde Prens Andrei seferberlikl emrini almış; korku içindeki hamile eşini tuhaf jestleri ve alışkanlıkları olan babası Prens Nikolay Andreyeviç ve çok dindar kız kardeşi Maria Nikolayevna Bolkonskaya ile başbaşa bırakmaya hazırlanmaktadır.

İkinci Bölüm yaklaşmakda olan Rus-Fransız savaşı hazırlıklarının ayrıntılarının verilmesi ile açılır. Üçüncü koalisyon birlikleri Aşağı Avusturyada küçük Schöngrabern kasabasında Hollabrunn tepesi yakınlarında Napoleon saldırılarına karşı 16.Kasım.1805’de Hollabrunn (ya da Schöngrabern) denilen çatışmaya girmiş; devamlı çekilme savaşları verme zorunda kalınmıştır. Nikolai Rostov bir hüsar müfrezesinde görev almıştır. Onun ilk savaş deneyimi olacaktır. Harekât bölgesinde Prens Andrei ile karşılaşır. Çatışma telaşı içinde ondan hakaret işitir. Ayrıca gaddar bir müfreze komutanına, Fyodor Ivanoviç Dolokov’a çatmıştır.

İkinci kitap Nikolai Rostov’un geçici bir dinlenme izni ile Moskovaya dönmesi ile başlar. Malikânenin kötü yönetimi yüzünden aile malî bakımdan yıkımdadır. Yanında birlikde geldiği kıta arkadaşı Vasily Dmitriç Denisov, kardeşi Nataşa’ya aşık olur; ona evlenme teklif eder fakar refüze olur. Annesi, Nikolay’a ailesinin malî gücü olan bir kız bulmasını öğütlemektedir. Fakat, o, çocukluk aşkı gariban Sonya’da ısrarlıdır.

1956 Hollywood yapımı film’de Henry Fonda Pyotr Berzukov rôlünde

Miras meselesini çözümleyen Pyotr Bezukhov’a gelince birden alabildiğine zenginleştiği için Rusyanın en makbûl bekarlarından biri haline gelmiştir. Fakat o bilinçsiz bir tercihle Prens Kuragin’in güzel ve seksappel’i olan fakat ahlâken mazbut oamayan, hattâ erkek kardeşi ile ensest ilişkisi olduğu söylentisi çıkan kızı Hélène’e (Elena Vasilyevna Kuragina) evlenme teklif etmiştir. Dostu Anatol bu sevdadan vazgeçmesini söyler. Elena, Dolokov ile kırıştırmaktadır. Pyotr, kendine herkes içinde hakaret eden ve acımasızlığı kadar çok usta bir silâhşör olan Dolokov’u o asabiyetle düelloya davet eder ve düello’da onu yaralar. Elena da Dolokovla ilişkisini reddetmiştir ama bu kez Pyotr güvenini yitirdiğinden onu terkeder. Zenginliğine ek olarak sosyal statü kazanmak için Mason çevresine girer. Bu bölümde onun daha ideal bir insan olmak için arayışlarına tanık oluruz. Bu arada yazar da (Tolstoy), “aktöre-ahlâk” bakımından kusurlu bir dünyada bireyin nasıl ahlâklı kalabileceğini sorgulamaktadır. Ama Pyotr serflerini özgür bırakmakla işe başlarsa da sonuçdan pek de memnun kalmaz.

Aydın ve tutkulu prens Andrei Bolkonsky, önceleri bir idol olarak gözünde büyüttüğü Napoleonla, Hollabrunn savaşını izleyen Aralık.1805 Austerlitz kapışmasında alana düşen bir top mermisinin infilâki ile ciddî biçimde yaralanmış yaşama zorlukla döndürülebilmiştir. Askerî hastanede ayıldığında, eşinin doğum sırasında hayatını kaybettiğini öğrenir; zavallı Lisa’ya yeterince iyi davranmadığından suçluluk duygusuna kapılır. Bebeği Nikolenka hayata tutunmuştur. Prens Andrei nihlistik bir düş kırıklığı ile orduya dönmez; malikânede kalmayı seçer. Pyotr onu ziyaret eder; Tanrının, aktörenin olmadığı bu dünyanın neresinde olduğu yolunda bir felsefî tartışma açar. “Panentheism” *(1) ile ilgilenmekde; ölüm sonrası hayata aklı yatmaktadır.

Pyotr’un garip huyları olan eşi Elena kocasına bildiği gibi hareket etmesini, kendisinin ona uyacağını söylemesine karşın Petersburg sosyetesinin en gözde hanımefendilerinin başında imiş gibi davranmaktan da kendini alamamaktadır.

Öte yandan, Prens Andrei, kendini askerî sorunlar dışında tutma tercihine rağmen, Başkentin çok yanlış olduğunu düşündüğü askerî politikaları karşısında bizzat Çar’ın dikkatini çekmek ihtiyacını duyar. Petersbburg’da bir baloda rastladığı Nataşa’nın cazibesi onu Rostovların devamlı ziyaretçisi hâline getirecek ve Nataşa’ya evlenme teklif edecektir. Ama babası, yaşlı Bolkonsky, Rostovlara hiç sempati duymamakta, bu evliliğe kesinlikle karşı çıkmaktadır. Andrei tedavinin tamamlanması için ülke dışına gider. Kont Rostov da Sonyayı alıp Moskovadaki yakınlarını ziyaret eder.

Nataşa, ; Moskova’da Elena ve kardeşi Anatol ile karşılaşır. Bir Polonyalı kadınla evlenmiş Anatol da Nataşanın güzelliği ile büyülenir; onu iğfal etmeye niyetlenir. Tuzağa düşen Nataşa, Andrei’in kız kardeşi Maria’ya Andrei ile nişanlılıklarının iptâl edilmesi gerektiğini yazar. Pyotr, Nataşa’nın etik bulmadığı bu davranışına çok şaşar; fakat 1811-12 kışında geceleri görülen “Komet Kuyruklu Yıldızı”nı seyrettikleri bir gece kendisinin ona aşık olduğunu farkeder.

Prens Andrei, Nataşa’nın nişan bozma teklifini soğuk bir tavırla kabûl etmiş ve Pyotr’a bu teklifin yenilenmesinin çok duyarlı olduğu onuruna hiç uygun olmayacağı ültimatomunu da vermiştir. Bu kez açmaza giren Nataşa intihar girişimin de bulunur ve sağlığı ağır şekilde bozulur.

*(1) Tanrı’nın kendisinin bir parçası olan “Evren”den ayrı düşünülemeyeceği, ondan üstün bir konumda olamayacağına inanan bir düşünce sistemi.

Sürecek
 

Yayın Tarihi : 15 Haziran 2012 Cuma 12:59:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?