16
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (5)

Aleksandr Nikolayeviç Radişçev

Aleksandr Nikolayeviç Radişçev

Rus Edebiyatında “Altın Çağ” olarak nitelendirilen Romantik evreye geçmeden önce daha çok sosyal eleştiri yapan, felsefî ağırlıklı bir edebiyat ve kültüre de yön veren, ülke edebiyat ve düşüncesine devrimci geleneği sokan siyasî bir figür olması ile de öne çıkan Radişçev’den daha çok dönemin toplumsal ve siyasal ortamını da yansıtmak amacı ile söz edeceğimize değinmiştik. Biraz soylu bir aileden gelen Radişçev yazın yaşamı kadar Rus halknın sosyo-politik bilinçlenmede yol almaya başlamasındaki önemi, eşitlikçi ve ileri bir toplum yaratma gayreti ile de incelemeye değer.

Moskova dışındaki bir malikânede 20.Ağustos.1749’da doğdu. Çocukluğunu şimdi Penzenskaya Oblastındaki “Verkhneye Ablyazovo köyünde geçirdi; ilk eğitmenleri kölelerdi. Dadısı Praskovya Klementyevna ile vasisi Pyotr Mamontov ona okuma yazmayı öğrettiler ve tüm yaşamı boyunca muhafaza edeceği ulusalcılığı aşıladılar. İlk öğrenimine gene bir akrabası himayesinde Moskovada başladı.

Lise öğrenimi için 1762’de St. Petersburg’a gönderilen çocuk ailesinin nüfuz sahibi olması sayesinde İmparatoriçe Yekaterina’nın sarayına hizmetkâr grubuna alındı. Zekâsı ve istisnaî becerisi ile göze girerek Batıda öğrenim yapmaya liyakat gösteren oniki genç arasında hukuk ve felsefe tahsili için 1766’da Leipzig’e gönderildi. Doğal bilimlerle de ilgilendi.

Bir Batı üniversitesindeki öğrenim ve deneyimi, Amerikada George Washington’un bağımsızlık mücadelesini kazanarak halk yönetimini kurduğunu, Fransız Devriminin ilk evrelerini öğrenmesi, Büyük Pedro’yu ülkesinin gerçek babalığını yapmiş bir hükümdar olarak görmesine karşın henüz kölelik dönemini yaşayan, Çarlığın özgürlükleri sınırladığı Rus toplumuna bakışını da farklı biçimde etkileyecektir. Rusyaya dönüşde Senato kâtipliğine atandı. Edebî kariyeri o sıaralarda başlayacak; 1771-73 arasında bir seri çeviri yapacaktır. Fransız filozof ve politikacısı Gabriel Bonnot de Mably’nin “Observations sur les Grecs-Yunanlılar üzerine Gözlemler”i çevirisi, “Devlet yönetiminde otokrasinin insan doğasına aykırı olduğunun vurgulanması bakımından çok dikkati çekmiştir. 1773’de St. Petersburg Dış işlerindeki Finlandiya bölümündeki görevlilerin hukuk müşaviri oldu. 1777’de bu işden ayrıldı, Ticaret Teftiş Kuruluna katıldı. O arada Çarlık sarayının entrikalara boğulduğu bir dönemde, keskin gözlemci yeteneği ile her sınıfdan insanı mercek altına aldı. Burada suç işledikleri iddiası ile yargılanmak üzere getirilen serflerin (kölelerin) zâlim toprak ağaları tarafından ne denli insafsızca ezildikleri gerçeğine tanık oldu. Tahammül edilemez eziyetlere karşı çıkan ayaklanmalar ağır silahlarla acımasızca bastırılıyordu. Okuduğu Rousseau, Voltaire, Guillaume-Thomas-François de Raynal ve diğer Fransız filozoflarından etkilenerek kölelik sistemini lânetlemiş ve çocuk yetiştirme sanatına aklını takmıştı; Rusyanın devrimsel pedagojisinin kurucusu oldu. Edebiyat, şiir ve belagat’in tek sözcükle “Söz”ün tarihdeki özel mevkiine inanıyordu.Sonunu getiremediği “Dünyanın Yaradılışı” (1779-82), “Lomonosov hakknda”, “Tobolsk’da yaşayan bir Dosta bir Mektup” gibi allegorik (mecazî) belagat eserleri Dünyanın yaratucu bir güce dönüşmesi konusuna tahsis edilmiştir.1783’de halkına adadığı duygusal şiiri “Özgürlüğü” yazdı. Aydınlanmayı Doğa’ya dönüş olarak kabûl ediyordu. İkazları üzerine yapılan yasa değişikliği tasarıları soylu sınıfın tepkisini çekiyordu.

Yekaterina II (Johan Baptist von Lampi’nin (yaşlı) eseri)

1790’da St. Petersburg Gümrükleri Baş Müdürlüğüne getirildi. Gözlemlediği toplumsal adaletsizliği, sefalet içindeki, zûlme uğramış insanların yaban yaşamını sergilediği “Putaşestvie iz Peterburga v Moskvu-Petersburg’dan Moskova’ya Seyahat” isimli yapıtı o yıl yayınlandı. Bu belirli bir geziye ait seyahatname değil, o iki kent arasındaki hat üzerindeki çeşitli toplumsal yaşantılar arasındaki çelişki ve düzey farkı uçurumları hakkındaki sürekli gözlemlerinin bir araya getirilmiş raporudur. Halkın selameti için reformlar yapılmasının öngörüldüğü ve aşağıda bazı pasajlarının verileceği bu yapıtı okuyan Çariçe, Fransız Jakobenleri tarzında radikal (kökdenci) bir tavrı öğütlendiğinin kanıtı olarak görmüş: “Çılgın Fransızlardan enfekte olmuş, Pugaçev isyanından *(1) beter bir şey!” diyerek, derhal,kitap nüshalarına el konarak yokedilmesi veyazarının tutuklanıp ölüme mahkûm edilmesini emretti. Bir kaleye hapsedilip işkenceden geçirildikden sonra ricası üzerine mahkûmiyeti 10 yıllık sürgüne çevrilen Radişçev Sibiryada Ilimsk’in yolunu tuttu. Kardeşi Moisey’in yanına Arhangelsk’e gönderilen biri onüç, diğeri oniki olan oğulları Vasily ve Nikolay’dan ayrı kalmıştı. Bu hüsranı, ancak Tobolsk’da baldızı Elizateva Rubanovskaya’nın yanında bulunan küçük çocukları Ekaterine ve Pavel’i de beraberinde Ilimsk’e getirmekle hafifletebilmişti. Ama, dostlarından ve çok ilgi gösterdiği cemiyet hayatından da mahrumdu. Onu avutan salt bir ara âmirliğini ve Mason locası kardeşliğini yapmış Vorontsov’un sık sık mektup göndererek ilgisini koparmamasıydı.

Radişçev sürgünde de çalışmasını kesmedi. Çevresini incledi; Sibirya üzerine tarihî bir eser yazmaya başladı. Ayrıca orada yazdığı; “İnsan, Onun Ölümlülüğü ve Ölümsüzlük” adlı olup kişiliğin ölümsüzlüğü üzerine tahliller yaptığı felsefî eseri ölümünden sonra yayınlanacaktır. Epistemoloji (bilgi kuramı) konusunda realist bir tavır ve bilgi edinimde deneyimciliği benimsemiş; fakat duyumcu deneyimi de ihmâl etmemiştir; bunları “rasyonel-akılcı” bir bileşimde bağdaştırmıştır. Felsefenin temel sorunsalı ontolojiyi (varlık oluşumu)ise özdekçi (materyalist) bir bakışla işleyerek, varlığın bizim onu idrak yeteğimiz dışındaki bir gerçeklik olduğunu savunuyor; tez-antitez-sentez metodunu Marx’dan önce keşfediyordu.
Zebanisi olan ve aslında, Pomerania, Stettin doğumlu bir Prusyalı olan ve Almanların “Katharina die Grosse” diye andıkları çetin tabiatlı Çariçe II. Yekaterina, I. Pedro’nun kızı olup Rus Çarlığı tarihinin başka bir kadın hükümdarı Yelizateva’nın oğlu veliahd III. Pedro’ya Büyük Düşes olarak gelin gelmişti. 1762’de tahta çıkan III. Pedro’nun saltanatı sadece 6 ay sürmüş, karısının ülkesi Prusya ile müttefikliği çok ileriye götürdüğü gerekçesi, fakat ironik olarak karısının entrikasına dayandığı söylenen bir suikast sonucu öldürülmüş yerine karısı bu müthiş kadın II. Yekaterina adı ile Çariçe olmuştu.

Çariçe’nin ölümü üzerine (kendi hatıratında kısır olan Peter III.’den değil, âşıklarından biri Sergei Saltykov’dan olduğunu vurgulandığı söylenen)oğlu I. Pavel tahta geçince Radişçev’in Sibirya çilesi de 1797’de sona erecektir. Pavel’in 1801’de öldürülmesine nesebinin gayrı sahih olmasının dayanak yapıldığı da iddia edilmişse de bu iddianın düşmanlarına ait olduğu tartışmaları da sürüp girmiştir. Velhasıl Yekaterina’nın, Rusyanın güçlü bir devlet olmasında büyük katkısına karşın tekin bir kadın olmadığı muhakkaktır.

Çar I. Pavel (Petroyeviç)

Sürgün’den dönene kadar gerek fizik gerek manevî işkencelere maruz kalan Radişçev, hayalindeki reformları Çar Pavel’e kabûl ettirmeye çalıştı. Fakat dirayetsiz hükümdar içde baskıyı kaldırmadığı gibi dışda da maceracı bir politika ile Rusyayı yalnızlığa iterek kendi sonunu da getirmiş; 23.Mart.1801’de yatak odasında kılıç darbeleri ile ve boğularak öldürülmüştür.

Oğlu ve halefi I.Aleksandr da önce Radişçev’den kanun tasarıları hazırlamada yararlanmak istemiş, ancak yazarın tasarılarında sınıf imtiyazlarının ve köleliğin lağvını talep etmesi gibi devrimci inadı karşısında onu Kaluga’daki küçük Nemtsovu malikânesinde sürekli polis nezaretinde tutmuştur. Bu gözaltı sırasındaki yazdığı“Eski Slav Tanrılarının Onuruna Düzenlenen Yarışmalarda Söylenen Şarkılar” gibi coşkulu yurt şiirleri ile kendini oyaladı. Fikirlerinin, 1.Aralık.1825 tarihinde Çar’ın ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Nikolai I.’in hemen ilk günlerinde patlayan ve “Dekambrist İsyan-Aralık İsyanı” diye anılan ayaklanmaya sebebiyet verdiği söylenir. İsyancı 3000 subay Nikolia’ın kendisinden büyük kardeşi reformlara yatkın Konstantin’in hakkını gaspettiği gerekçesi ile ayaklanmıştı. St. Petersburg’un bu isyana sahne olan “Senato Meydanı “na Bolşevik ihtilâlinden sonra 1925’de“Dekambrist Meydanı” adı verilecek; 2008’de eski isme dönülecektir. İsyan yeni Çar tarafından çok geçmeden bastırıldı.

Radişçev’in göz altındaki çalışmaları da İmparatorun çileden çıkarınca yeni bir sürgün tehdidi aldı; 12.Eylûl.1802’de aşırı dozda ilaç içerek yaşamına son verdi. Sonunu getirmediği sonradan Tolstoy’un eline geçek olan “Tarihsel şiir”de başda anlayışlı davranırken sonradan zalim bir despot’a dönüşen I.Alaeksandr’ı Roma İmparator’u Kaligula’ya benzetir.

Radişçev yazılarından vereceğimiz örnekler de entellektüel yaşamının merkez mücadelesini oluşturan kırsal insanın özgürlüğü üzerine duygularını döktüğü “Petersburg’dan Moskovaya Seyahat”ten pasajlar olacaktır: Petersburg’dan Moskova’ya Seyahat “Seyahatimi yaz ya da kış ayında yaptığımı tasrih etmem sizin için bir şey farkettirmeyecektir. Kışın da yazın da yola çıkmış olabilirim. Gezginler için kızaklarla yola çıkıp tekerlekli araba ile dönmeleri sıra dışı bir durum değildir. Valla, fitilli kadifeden pantolonum bedenime işkenceeder gibi geliyordu. Arabadan indim ve yola yaya devam ettim. Arabada sırtımı geriye dayamış uzanmışken zihnimde düşünceler hesaplanamaz bir hızla Dünyayı gezip duruyordu. Yeryüzünü ruhen terkedersem araba sarsıntısına daha rahat dayanabilirmişim gibi düşündüm. Ne var ki bu tür spritüel uygulamalar her zaman bizi fizik varlıklarımızdan koparmaya yetmiyor. Bunun ayrımına varınca bedenimi bu azapdan kurtarmak için indim ve yürümeye koyuldum. Yolun bir kaç adım ötesinde bir tarlayı sürmekde olan bir çiftçi gördüm. Hava sıcaktı. Saatıma baktım. Bir’e yirmi dakika vardı. Yola Cumarttesi çıkmıştım. Artık Pazar olmuştu. Tarla sürmekde olan çiftçi de elbette, onu hiç azad etmeyi düşünmeyen bir toprak ağasının malı idi. Tarla da, kuşkusuz, bu ağanın arazisinin bir parçası değildi; Tanrınındı. Çiftçi sabanı hayret verici bir kolaylıkla kullanıyordu. Saban süren garibe doğru yürüyerek: “Tanrı yardımcın olsun,” dedim. O bir saniye durmaksızın başladığı toprak izi açma işini bitirmeye uğraşıyordu. “Tanrı yardımcın olsun,” diye tekrarladım.”

Seyahatnameden başka bir pasaj:

“Rusya İmparatorluğu her hafta N.N.’nin ya da B.B.’nin, kendisinden geri ödenmesi istenen borcunu tediyeye iktidarı ya da isteği olmadığı haberini alır. Borçlanılmış para ya kumarda batmıştır ya geziye harcanmıştır ya yenmiş ya içilmiş ya da yangında, su baskınında heder olup gitmiştir. Ya da N.N. veya B.B. başka bir biçimde borçlanmış ya da bir yükümlülüğe bulaşmıştır. Her hâlü kârda mahkeme kapısına şöyle bir ilân asılır: “Bu sabah saat 10’da ilçe mahkemesinin ya da kent yargıçlığının emri üzerine mütekait kaptan T...’nin şu şu bölgelerdeki şu numaralı gayrı menkûlü, altı adet erkek ve kadın hizmetkârı ile birlikde açık arttırmada satılacaktır. Satış anılan gayrı menkûlde icra edilecektir. İlgilenenler bu mülkü önceden görebilirler.

Kelepirle kim ilgilenmez? Tüm çevreden müzayedeye katılmak iştiyakında olanlar İlân edilen gün ve saat hulûl edince eve üşüşüverdiler. Hakkında icra kararı alınanlar müzayedenin yapılacağı salonda sessiz sedasız ayakda duruyorlardı. 75’lik yaşlı bir adam kaderinin kimin ellerine geçeceği, gözlerini en son kimin kapatacağı merak ve endişesi içinde karaağaçdan yapılma bir bastona dayanmıştı. Efendisinin babası ile birlikde Feld Mareşal Münnich komutasındaki Kırım Seferine *(2) katılmış bir gazi idi. Frankfurt çatışmasında yaralanmış efendisini omuzlarında savaş alanından çıkarmıştı. Malikâneye dönünce genç efendisine lalalık etti. Bu efendinin çocukluğu sırasında düştüğü ırmakda, geçmekde olan bir tekneden suya atlayarak kendi canı pahasına onu kurtarmıştı. Onu genç bir subayken içine düştüğü borç batağı yüzünden girdiği cezaevinden bu defa verdiği kefaletle çıkartmıştı. Karısı 80’lik yaşlı kadıncağız genç efendisinin annesine süt ninelik etmiş; genç efendisine dadılık yapmıştı ve şu müzayede gününe kadar evin tüm bakım ve nezaretini yürütmüştü. Tüm hizmetkârlık yılları boyunca efendisinin hiç bir malına zarar vermemiş; hizmetlerini kötüye kullanmayı hiç aklına getirmemiş; hiç yalan söylememişti. Efendilerinin canlarını sıkması temiz yürekliliğinden gelen vesveseleri ile sınırlı idi. Genç efendiye süt ninelik eden ise 40 yaşında dul bir kadındı. Kadıcağız hâlâ, kanını karıştırdığı gence derin bir şefkât duyuyordu. Onun ikinci anası idi. Genç, varlığını doğal anasından bile çok ona borçlu idi. Zira doğal annesi ona sadece gebe kalmış; yetişmesine dadıların katıldığı çocukluk yaşamında yer almamıştı. Yaşlı çiftin torunu, sütninenin kızı olan 18 yaşındaki genç kadın ise gence al yanakları, büyülü gözlerinden inen yaşları ile baştan çıkarıcı, vahşi güzellikde bir mahlûk gibi geliyordu. Oysa, yaptığı komplimanların ya da direncini kırmak için tehditlerinin onu tuzağa düşürmeye yetmeyince aldatma yoluna giden o değil miydi? Arkadaşını onunla evlenmeye ikna etme gibi bir ihanete saptın ve kızın seninle paylaşmak istemediği bir zevke gizlice iştirak ettin. Nihayet kocası yatağına yaklaşmaz olunca kızcağız iğfal edildiğinin farkına vardı. Sana direnmesine karşılık zora müracaat ettin. Senin ihtirasının icracısı dört rezil arkadaşın onu kollarından ve bacaklarından tuttular-- Hayır! Artık daha fazla ileri gitmeyelim. Zavallının yüzünde hüzün, gözlerinde umutsuzluk var. Elinde şiddet görme ve iğfal edilmenin ürünü, baba şehvetinin yaşayan imajı bebeği tutuyor. Onu doğuran anne, babanın vahşetini unutmaya başlıyor; yüreği bebeğine karşı şefkâtle çarpıyor. Babasınınkine benzer başka ellere geçmesinden korkuyor. Ey barbar, bu sübyan senin oğlun, senin kanın ... Kilise töreni falan gibi bir veciben olduğunu düşünüyor musun? Yoksa, kiraladığın bir papazın Tanrının uygun gördüğünü sandığın bir vaftiz törenini ifa edeceğini mi sanıyorsun? Tanrının kilisesinde zoraki bir evliliğin gerçek bir nikâh olduğunu mu sanıyorsun? Kadir-i mutlak Tanrı güç kullanmakdan nefret eder, Yüreğin, katışıksız samimî arzulara değer verir. Zevk düşkünü hangi babanın işediği zina ve iğfal günahı Tanrının tasvibine mazhar olur ve onun indinde bunun acısı teselli kabûl eder. Nikâhlı kocası, efendisinin mahrem-i esrarı yirmibeş yaşındaki genç şu anda efendisine yaptığı böyle bir hizmetten pişman. Cebindeki bıçağı sımsıkı tutuyor; düşüncelerini okumak zor değil. Efendisi adına yararsız bir gayretkeşliğin yenilerini mi tekrarlayacak? Hep böyle bir hizmet için boynundan sürüklenmeye mi mahkûm kalacak? Hep böyle açlık, soğuk, işkence, dağlanma tehdidi altında mı yaşayacak? Onun aklın soyluların düşüncelerine ermez. Nasıl ölünmesi gerektiğini bilmez. Yasa karşısında olduğu gibi ruhen de köle olmuştur ve boyun eğmeye borçludur. Ve şayet aklına direnmek diye bir şey getirirse zincirlere bağlanmış, azap içinde ölür. Onun ve emzikli zavallı ana için de adalet yoktur. İşkencecisi bizzat cezalandırmak istemiyorsa onu suçlu gösterip kent adaletine teslim eder. Adalet! Suçlu gösterilenin hemen hiç bir zaman kendini savunamadığı yer!

Şimdi, müzayedeye çıkarılacak başka mutsuzlukları ortaya koyalım.

Ürküntü veren tokmağın yankılanan sesi her yandan duyulduğunda dört bahtsız insancık, toplanmış tüm katılımcıların kulaklarını yırtan hıçkırıklar, inlemeler ve göz yaşları içinde kaderlerini öğrendiler. En katı yüreklisinin bile içi sızladı. Ama taş kesilmiş kâlplerin yararsız sempatisinden başka bir şey değildi bu geçici rikkat. Oh, kardeşlerim! Değerli köşelerimizde anı kolleksiyonu yapacağımız yürekleriniz varsa, bunları onların özgürlükleri için bağışlayın ki bu yüreklerimiz yıllarca birbirleri ve bu iğrenç müzayedenin bizlerden ayracağı bu bahtsızlarla sevgi halesi içinde kucaklaşsın. Ama, şayet, yasalar ya da daha doğru (fakat yasalara bu isimle geçmemiş) deyimi ile barbarca âdetlerimiz insanlığı böyle aşağılamayı caiz görüyorsa bu yavrucağı satma hakkı kime aittir? O gayrımeşru bir birleşmeden doğmuştur; fakat yasa onu özgür bırakıyor. Evet, bunu ifşa ediyorum; onu kurtaracağım. Ama, ancak, diğerleri de onunla birlikde kurtulacaksa... Oh, kader! Bana neden sadec bu sefilâne hisseyi münasip gördünüz? Servet için ihtirasım yeni başlamışken... Bu topluluğun arasından fırlayıp kesemdeki son kuruşları bu bahtsızlar için vermeye hazırlanmışken, kaçıyorum. Merdivende ecnebî bir dosta rastlıyorum.

“Ne oldu sana? Ağlıyorsun!”

”Çekil şurdan,” dedim ona: “bu utanç verici gösterinin tanığı olma. Bir zamanlar uzak sömürgelerdeki vatanında siyah kölelerin satılması gibi barbarca bir geleneği lânetlemişken, burada cereyan eden karanlık olaylara şahit olup ülkene döndüğünde bizim ayıbımızı etrafa yayma. Arkadaşım bana: “İnanamıyorum!” dedi: “herkesin istediği gibi düşünüp istediğine inanacağı bir yerde böyle utanç verici gelenekler olsun; inanılacak gibi değil.” “Şaşırma,” dedim ona: “İnanç Özgürlüğü kurumu sadece papazları ve rahipleri kızdırır; hattâ onları bile İsa’nın kutsal sürülerinden çok bol bol çiftlik hayvanına sahip olma ilgilendirir. Fakat üzerlerinde mülkiyet hakkına sahip olma özgürlüğü iddia ettikleri “kırsal sâkinleri”ne özgürlük onları fena hâlde öfkelendirir. Ve özgürlükleri uğruna en çetin savaşları verenler hep büyük toprak ağalarıdır; onların danışma kurullarında başkalarına özgürlük verilmesi beklenmez; daima köleleri için en ağır mükellefiyetlerin kararları çıkar.”

*(1) Pugaçev İsyanı: 1773-74 yıllarında Yekaterina’nın başınıu ağrıtan Pugaçev adında bir Don Kazağı’nın çıkardığı isyan. Puşkin’i “Yüzbaşı’nın Kızı” adlı eserden söz ederken daha geniş bilgi verilecektir.

*(2) Buradaki “Kırım Seferi “ 1853-1856 yılları arasındaki Osmanlının Batı ittifakı ile Ruslara karşı yaptığı ünlü “Kırım Savaşı” ile karıştırmamalı. Lomonosov’un “Hotin Kalesinin Zaptı” ile ilgili şiirinde sözü geçen Kırımdaki çarpışma ile ilgilidir.
 

Yayın Tarihi : 3 Kasım 2011 Perşembe 12:32:26
Güncelleme :6 Kasım 2011 Pazar 16:28:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?