18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (53)

Lev Nikolayeviç Tolstoy VI.

Jvoi trup-Canlı Ceset

Tolstoy’un, sağlığının bozulduğu 1900 civarında yazdığı ve kendisinin de bitiremiyeceiğini sandığı bu oyun, ölümünden hemen sonra yayınlanmış; beklenmedik bir ilgi görmüş; 5.Ekim.1911’de Moskova Sanat Tiyatrosundaki prömierinde büyük bir sükse kazanmıştı. Oyunun yönetimi Vladimir Nemiroviç-Dançenko, “Karanlığı Gücü” bölümünden tanıdğımız Konstantin Stanislavky ortaklığı ile yürütülmüş, Stanislavsky ayrıca oyunda, sürekli Fransızca deyimler kullanan aristokratik bir figürü temsil eden Prens Abrezkov rôlünü üstlenmiştir. Hemen ardından St.Petersburg’daki icrasından sonra oyun çeşitli dillere çevrilerek kısa sürede Berlin, Belgrad, Viyana, Paris, Londra tiyatrolarında sergilendi. Yiddiş tiyatrosunu Rusyadan ABD’ye götürdüğünden söz ettiğimiz Jacob Adler bu oyunun hem yapımcılığını hem de aktörlüğünü New York’da üstlendi. New York’da ayrıca, 1916da oyunun Alman dilinde; 1918’de Broadway’de İngilizce icrası yapıldı. 1919’da Arthur Hopkins ve John Barrymore gibi ünlü aktörler bu oyunda baş rôlleri aldılar. Konunun halen internette videoları sunulan sayısız filmleri çekildi.

Vladimir Nemiroviç Dançenko


Konstantin Stanislavsky “Canlı Ceset” oyununda Prens Abrezkov rôlünde

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Türkçeye Serhan Nuriyev’in çevirisi ile kazandırılan “Canlı Ceset”in merkezî figürü Fedor Protasov (Fedya), en yakın şen şakrak dostu Viktor Karenin ile karısı Liza arasındaki romantik ilişkiyi hissedince adeta işkence çekme sürecine girer; onların romansına saygı göstererek, aralarından çekilip gözden kaybolmayı seçer. Mazbut bir kişilik iken kendini içki ve sefahate kaptırır; çingenelerle düşüp kalkar. Bir çindene şarkıcı Maşa ile yatmaya başlar. Maşanın ebeveyni bu ilişkiyi tasvip etmeyince o ortamdan da kaçar. İntihara niyetlenir. Fakat zayıf sinirleri bu girişimi engeller. Sürekli bir çöküş içindedir.

Lisa onun çok uzayan kaybından öldüğüne hükmeder ve Viktor ile evlenmekde sakınca görmez. Ama Protasov meydana çıkınca “çifte evlilik” ve bu imkânı hazırlamak için kocasının bir tertiple uzakda kalmasını sağalamak ithamı ile suçlanır. Fedya ise mahkemede onun masum olduğuna, onu hiç bilgilendirmeden ortadan kaybolduğu için kendisini gerçekden ölü sandığına tanıklık eder. Yargıcın kararı kadının ya yeni kocasından ayrılması ya da Sibirya’ya sürgün edilmesi gerektiği yolundadır. Protasov kendini vurur. O zaman Liza, bunalıma girerek gerçek sevdiği adamın her zaman Protasov olduğunu söyler. Protasov Lisa’ya ve Viktor’a mutluluıklar dileyerek yaşama veda eder.

Smert Ivana Ilyiça-Ivan Ilyiç’in Ölümü

Tolstoy’un, 1881’de Tula Mahkemesi yargıçlarından İvan İlyiç Meşnikov’un ölümü üzerine onun kardeşlerinden öğrendiği yaşamından esinlenip, önce “Bir Yargıcın Ölümü” adı altında ve ilk ağızdan anı tarzında kaleme aldığı, sonra üçüncü şahıs tarafından bir öykü olarak nakledilmesinin trajik boyutunu daha isabetle vereceğini düşündüğü bu romanda yaşam ve ölüm olayı sorgulanmakta; ölümle mücadele eden adamın sonunda teslimiyeti okurlara sunulmaktadır. Eser Ergin Altay’ın Rusca orijinalinden yaptığı çevirisi ile Türkçeye kazandırılmıştır.

Hastalık ve ölüm kaygılarının sarstığı Ivan İlyiç’in betimlenen duyguları bir psikololog için örnek vaka olacak niteliktir. Bir burjuva ailesinden gelen, düzeyli ilişkileri ile saygın bir konum kazanmış yargıç Ivan’in yaşamı onun hasta olduğu noktaya kadar, dostları, ailesi, huyu hûlku, eğilimleri, genellikle bulunduğu ortam velhasıl herşeyi tüm ayrıntıları ile anlatılır ve yaşamı ile önceden hissettiği ölüme gidişi değerlendirilir. Eserin ilk bölümü, Adliye Sarayında Melvinsky davasına bakan yargıçları toplantıya ara verdikleri bir sırada Adliye gazetesinden İvan İlyiç’in ölümünü öğrenmeleri ile açılır.

Gazetede siyah bir çerçeve içinde: “Praskaya Fiyodorovna Golovina, sevgili eşi, Yargıç Kurulu Üyesi Ivan Ilyiç Golovin’in 4.Şubat.1882 günü yaşama gözlerini yummuş olduğunu tüm akraba ve dostlarına duyurur. Cenaze töreni Cuma günü öğleden sonra saat birde yapılacaktır.” duyurusu bulunmaktadır.

Kariyerine bir ilde vali olarak başlayan Ivan beş yıl sonra başka bir ile müstantik (sorgu yargıcı) olarak atanır. Halkla bütünleşmeyi pek başaramadığı ilk görevinden aldığı deneyimle yeni bir güç kazanmış; yargı mesleğinde yükselmiştir. Soylu ve küçük bir mirasa sahip olan Praskovya Fiodorovna Mijel ile evliliği de sosyal konumunda ona destek vermişti. Ancak karısının gereksiz denetleyici huyunun renkli yargıçlık mesleğine ve toplumsal saygınlığına zarar oluşturacağından endişe etmeye başladığında dış ilişkileri ile ailesi arasına mesafe koyma gereğini hissetti.

Yedi yıl sonra daha başka bir il’e hazinedar sorumluluğu ile atanır; işi daha yoğunluk kazanır; eşi ve çocuklarına daha az zaman ayırma durumunda kalır. Eve geldiği zamanlarını dahi daha çok işlerini ikmâle tahsis eder. Bu işde erdemli kalmak da epey zordur. Performansı ile ayarlı olan kazancı da giderek azalmaya başlayınca Başkent’e giderek Adalet Bakanlığından yeniden yargı hizmetine geçme iznini alır. Bu defa gene, mesleğinin gerektirdiği vekar ve mesafeli resmiyet ile iyice soğumaya başladığı eşi ve ruh alemlerine inemediği çocuklarının içine daldıkları özensiz tavırlarla biçimlenen özel yaşamı arasında bocalama onu mânen yıpratmaya başlamıştır. Dost çevresi ve Yüksek Mahkemedeki ikbâl rekabeti içindeki meslekdaşları da ona güven vermemektedir. Başkentteki mükellef dairesinde tertip ettiği arkadaş meclislerinde de içten dostluklar ve güvenilir bağlantılar göremez. Sevdiği ve gurur duyduğu mesleğinde saygınlığını arttırmak için kendini daha çok okumaya verir; boş vakitlerini de “vint” denilen kağıt oyunu ile geçirir.

45 yaşına geldiğinde, giderek tüm bedenine yayılacak bir ağrı hissetmeye başlar. Zihin dağınıklığı sonucu günün birinde pencereye çıkıp perde toplamaya çalıştığı bir sırada düşmesi önemli bir iç organına tedavi edilemez ağır bir hasar vermesine yol açar. Yatağa düşer. Doktorlar apandisit ya da böbrek zedelenmesi üzerinde dururlar ama kesin bir tanı koyamazlar; pahalı ama bir işe yaramayan reçeteler verirler. Ivan artık çalışma hızını kesen sürekli bir yorgunluk hissetmektedir; “vint” oynamayı bile canı istemez olur. Fakat asıl sorun böbrek hasarı falan değil Ivan’ın yaşama iradesinin kalıp kalmadığıdır.

Bu umut kırıcı durum mahkemedeki meslektaşlarını üzeceğine onun görevini devralma beklentisi ile keyiflendirir. Meslek dışındaki arkadaşları ise onun yerine daha yakın dost ve akrabaları için destek kulisi yapmanın hazırlıklarına başlarlar. Karısı da hareketlerinde daha serbest kalacağı hesabına girip rahatlasa da eve daha az kazanç girecek olması onu düşündürmektedir.

Bir kaç haftalık ömrü kalan Ivan ise, kendini yetiştirmede harcadığı tüm özene karşın içten dostluklara tanık olmadığı yaşamının heder oluşunun; saygın bir yargıç, varlıklı bir aile reisi olma statüsünün kazandırdığı yapay bir itibar dışında, gerçek benliğinin hesaba katılmamasındaki nihaî değersizliğinin, onu kör edenin ışık olmasının kederini duymaktadır. Şu anda içten sevecen bir yaklaşımdan yoksun kalmıştır. Yatağının başına gelen karısının sahte şefkâtinden iğrenmektedir. Fakat, bu yaşam muhasebesini yapması ona huzur vermiş olacak ki son nefesini mükemmel bir sukûnet ve mutluluk içinde verir.

Cenazesinde sadece Hukuk okulundan beri yakın arkadaşı ve aile dostu olan Pyotr Ivanoviç, Ivan’ın ibret verici ölüm karşısında: “Eyvah, bu ölüm beni de bulabilir!.” düşüncesi ile duygulanır.

Hacı Murat

Hacı Murat (sağ başta beyaz giysili) Prens Semyon Vorontsov’un konağındaki davette (Eugene Lanceray’nın eseri)

Çarlık Rusyasına direnen Müslüman toplulukların unutulmaz liderlerinden Avar boylarından gelme ve düşmanı Rusları bile hayran bırakan Çeçen kahramanı Hacı Murat’ın Tolstoy gibi bir savaş karşıtı hümanistin ilgi alanına girmemesi olanaksızdı. Esinini Kafkaslarda görevli iken, Çeçen ve Dağıstan direnişçilerinin öykülerini öğrenerek aldığı bu kısa romanda, Rusların Müslüman toplumları Kafkasyadan tasfiye kampanyasına karşı Rus yönetimine isyan ederek ayrımcı bir politika seçen Dağıstan lideri Şeyh Şamil ile anlaşmazlığa düşerek Ruslara iltica etme zorunda kalan Hacı Murat’ın (elbette kendi yararlarına uygun kullanma hesabı içindeki) Rus aristokrasisince çok hüsnü kabûl görmesi; özellikle iyi dostluk kurduğu Prens Semyon Vorontsov’un konağında ona kendi kültürlerini tanıtmaya çalışmaları, gene tarafların psikolojik etkileşimleri açısından da anlatılır; Çeçen kahramanın kendi geleneğine bağlılığına karşın insan olarak eski düşmanları ile de dostluk ilişkileri kurabileceği vurgulanır. Murat hiç alışık olmadığı soylu sosyeteye uyum göstermeye çalışsa da, kendisi ile istihza eden bir kalantorun ensesine müthiş bir tokat aşkederek tepkisini vermekten de kaçınmayacaktır.

Ruslar arasında konuk (?!) kaldığı süre içinde vicdanında zorunlu olarak Çeçenlere ihanet etmiş olmanın sorgulamasını yapması, Rusların da onun bir casus olabileceğinden kuşku duyduklarından çok dikkatle izlemeleri eserin heyecan odağındadır. Çar I. Nikola, Çeçenler üzerine üzerine taarruza geçildiğinde Murat’ın bir kalede tutulmasını emretmiştir. Şeyh Şamil onun Ruslara sığındığını öğrenince, belirli süre içinde dönmediği takdirde öldürmek niyetiyle ailesinden annesini, karısını ve en büyük oğlu Yusuf’u rehin almıştır. Bu haberi alan Hacı Murat Ruslardan kaçarak ailesini kurtarmak için ölümü göze alır. Dört müridi ile birlikde beş asker gözetiminde ormanda gezmeye çıktıklarında askerleri öldürmeye girişirler; onlardan kurtulan bir asker kaçıp firarı kale komutanı Karganov’a haber verir; yüzlerce Rus askeri peşlerine düşüp beş cengâveri bir bataklıkda kıstırır. Usta savaşçı beş kahraman yaklaşan her askeri kurşunla devirerek iki saat dayanır. Dinlenen atlarına atlayıp kaçmaya karar verdiklerinde eski düşmanlarından Ruslara sığınmış bazı Çeçen milislerin ve bazı Kozakların da Ruslara katılması ile etrafları çevrilince önce iki adamı ölür. Kendisi aldığı iki mermi yarasına karşın, yaralarına pamuk tıkayıp (savaş deneyimi olan Tolstoy’un çok ayrıntılarını çok zengin biçimde verdiği) çatışmayı sürdürür. Bülbüllerin seslerini kestikleri bu zalim çatışma sonunda Rus askerleri Murat’ı kıstırıp, kafasını keserler.

Tolstoy’un hepsinin okunması gereken sayısız eserlerini tümünün özetini burada vermemiz olanaksız; sadece ün yapmış iki eseri ve mânevî Alemle ilgili olup dindar Hrıstiyanların hiç hazmedemiyecekleri için yıllar boyunca yayıncıların okuyucuya intikâl ettirmedikleri “Hazret-i Muhammed, Gizlenen Kitap” hakkında kısa bilgi vermeden geçemeyeceğiz.

Kreitzerova Sonata-Kreutzer Sonat

Klas yazarlığı kadar bir moralist olan Tolstoy’un cinsellik, aşk ve evlilik üçgenindeki görüşünü verdiği bu eseri 1889’da yayınlandığında derhal sansürlediği gibi yayınlanma girişimi olan her ülkede de aynı akıbete uğradı. Okurlar 1936’ya kadar da eksizsiz bir metine kavuşamamışlardır.

Tolstoy'un romanından esinlenen René François Xavier Prinet’nin “Kreutzer Sonato” tablosu

Tolstoy’un son yazdığı ve Serhan Nuriyev’in dilimize çevirdiği bu romanda, Pozdnişev adlı baş karakter uzun bir tren yolculuğunda evlilik, boşanma ve aşk ile ilgili bir söyleşi kulağına gelir. Bir hanım evliliğin gerçek bir aşk üzerine kurulu olması gerektiğini iddia etmektedir. Pozdnişev söyleşiye katılarak aşk’ın ne olduğunu sorar ve bu tutkunun çok geçmeden hız kaybedeceğine ve zamanla yok olacağına işaret eder. Hiç sakınmadan, bir itirafname havasında kendi evliliğini ve başka ilişkilerini nakleder. Ona göre aşkın keyfini kaçıran bir etmen sürekli çocuk sahibi olmaktır. Daha fazla çocuk sahibi olmayı engelleyici önlemler almaya başlayınca evlilik ilişkisi hayvanî bir doğallığa dönüşür. Yaşam çirkinleşir. İncil ayetinde zikredildiği gibi “Her kim bir kadına ihtirasla bakarsa bu aşkdan ziyade zina yapma tutkusunu” ifade eder, anlayışına dönüşür. Cinsel imsakın söz konusu olamayacağı bir doğanın içinde bulunduğumuz için iffete sahibi çıkmanın memduh bir ideal olmasına karşın bu idealden kaçınılmaz biçimde sapıldığını ; fakat Beethoven’in (47 la majör 9 no.lı) Kreutzer Sonat’ının zerafeti simgesini kullanarak bu hayvanî doğallığın ruhları yüceltilmiş bir ortamda tahrik ederek insanî yönümüzü de tatmin edilebileceği mesajını; ve kendi karısının “Kreutzer Sonat”ı çok yetkin icra ettiği için hayran olduğunu ileri sürdüğü bir violinistle ilişkisinin ileri boyutlara gittiği örneğini verir.

Voskrenesiye-Diriliş

Yakışıklı prens Dmitri Ivanoviç Nehludov’un genç ve çekici hizmetçisi Katyuşa Maslova karşısında irade gösteremeyip onunla yaşadığı yasak aşkı ve bir gün jüri üyeliği yaptığı mahkemede Maslovanın sanık olarak yargılandığını ve Sibiryaya sürgün edilmeye mahkûm olduğunu görmekden duyduğu vicdan azabını anlatan bu son romanında Tolstoy erkeklerin yaptığı yasalardaki adaletsizliğe ve riyakârlık üzerine tesis edilmiş kiliseye oklarını doğrultuyor.

Maslovanın yargılanmasını betimleyen bir illüstrasyon (Leonid Pasternak’ın eseri)

Nehludov’un Sibiryaya gidip hizmetçisi Maslova’yı ziyaret etmesi ve diğer mahkûmların huzurunda aralarında geçen her şeyi anlatarak zindan sakinlerine yaldızlı aristokrasinin gerçek yüzünü yansıtmaları ve Tolstoy’un önceki eserlerindeki ayrıntılı tarzından ayrılarak estetik kaliteye ağırlık vermesi eserin diğerlerine göre özgünlüğünü ve kestirme yoldan etkinlik kazanma özelliğini oluşturur.

Diriliş müziğe İtalyan besteci Franko Alfano’nun, Slovak Ján Cikker’in, A BD’li Tod Machover’ın besteleri, beyaz perdeye 1915’de Rus yönetmen Pyotr Çardinin’in, 1960’da Mikhail Şveytzer’in film uyarlamaları ile kazandırılmıştır. En ünlü ve beğenilen film versiyonu, Samuel Goldwyn stüdyosunun, Rouben Mamoulian yönetimi, Fredric March ve Anna Stern oyunculukları ile gerçekleştirilen “We Live Again-Yeniden Hayattayız” isimli yapımıdır.

Hazret-i Muhammed, Gizlenen Kitap

1908’de, yani vefatına yakın Abdullah El-Sühreverdî’nin (Pakistan-Hindistan ayrılığı olmadan önce) Hindistanda yayınlanmış “Hazret-i Muhammed’in Hadisleri” kitabını okuyan Tolstoy bu hadislerden derlediği, daha çok “fakirlik”, “eşitlik”, “adalet” kavramları üzerindeki bir grubu bir risalede toplayıp Posrednik isimli yayınevinde bastırdı. Kenthaber sütunlarında 28.Temmuz.2006 tarihinde başlayan “OrtaDoğuda En Büyük Uygarlıklar Kaynaşması” adlı kısa dizimizde değinildiği üzere “İslam Dininin” zuhurundan çok kısa süre içinde yayılması, Hrıstiyanlığın “teslis’e” (üçleme’ye) dayanan mantık dışı, sağduyuyu doyurmayan öğretisine karşı (Bizansda yasaklanan) Nesturîlik gibi akla yakın “Monofizist-Ruhun Tekliğe Yücelmesi” inanç anlayışına uyan bir doktrinin bayraktarlığını yapmasından ve gerek Kuran-ı Kerîm gerekse Peygamber hadislerinde ruh saffeti ve ahlâkî ilkelerin daha mazbut biçimde düzenlenmesinden kaynaklanmıştır. Özellikle, Hrıstiyanlığın(ilki M.Ö.325’de, sonuncusu 787 tarihinde İznikde düzenlenen) ilk yedi Konseyindeki kararlara uyan, daha sonrakileri itibarsız addeden Ortodoks inancına bağlı Rus halkının Tolstoy gibi, okuyucusu üzerinde derin bir sevgi ve güven yaratmış, filozof bir yazarın, İslâmın bu erdemlerinin Haç’a tapmakdan daha yüce konumda gösteren bu broşüründen mutlaka etkileneceği göz önünde tutularak, gerek Çarlık döneminde gerekse Sovyetler zamanında bu kitap takip altında tutuldu. Diğer Hrıstiyan toplumları bulunan ülkelerde de okunmasının önlenmeye çalışılması, yazarın eserlerinin listesinden dışlanması doğaldı. Bu kitap, ancak Sovyet rejimi yıkıldıkdan sonra Rusyada orijinal haliyle basılabilmiştir.

Tolstoy’un ömrünün son yılında İslâm’ı seçip İslam tasavvufunu araştırmaya daldığı söylentisi de çıkmıştır. Kitap önce Azerî profesör Telman Hurşidoğlu Aliyev tarafından Azerî diline, oradan da Arif Aslan tarafından Türkçeye aktarıldı. Telman Hurşidoğlu çevirisinin açıklamasında bir Arapla evlenip İslama giren ve Kuran-ı Kerîmi Ruscaya çeviren Valeriya Porohova adında bir Rus kadından söz ediyor. Arif Aslan ise, Tolstoy’un Tataristandaki Nakşî dervişleri ile görüşerek İslam’ı tanıdığını naklediyor.

Yayın Tarihi : 21 Temmuz 2012 Cumartesi 18:09:10
Güncelleme :21 Temmuz 2012 Cumartesi 18:20:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
h.özcan -Bedir çayı 43 IP: 85.105.176.xxx Tarih : 25.07.2012 00:56:37

 Sn Törün,Uzun bir yazı dizisi yayınını gerçekleştiriyor.Yorucu bir çalışma olmalı. Çok kapsamlı,detaylı kıymetli bilgiler.Tiyatro-Müzik ve öteki sanat kolları  ile ilgisi olan mutlaka okumalılar. Yazının tüm bölümlerini en azından bir göz gezdirdim. tamamını okudum desem yalan olur.Acaba dedim daha özet olsa veya detaylar parantez edilse,diye aklımdan geçtiği de oldu. Sayın Türün'ü  Antik çağ yazıları sırasında okudum ve de devam ediyorum. Başarılar dilerim.Saygılarıla.
Bedir çayı 43...