17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (75)

Rus Gümüş Çağı simgecilerini tanıtıp örnek eserlerini vermeyi sürdürüyoruz.

Konstantin Dmitriyeviç Balmont

Konstantin D. Balmont

Haziran 1867-Aralık.1942 tarihleri arasında yaşamış olan Beyaz Rusya Gumnişçi’li Balmont dönemin önemli figürlerinden simgeci bir ozan ve çevirmendir. Şiirlerinin üçü popüler St. Petersburg gazetesi Jivopisnoye obozrenye’de 1885’de yayınlanınca hemen ilgi çekti. 1886’da Moskova Üniversitesinde Hukuk öğrenimi yaparken solcu grubun eylemlerine katıldı. Bu bakımdan karşılaştığı takipler sonucu formel öğrenimini yarıda bıraktı. Özel öğretmenlerden antik Yunanca ve batı dilleri öğrendi. 1914’e kadar yazdığı şiirlerinden: “Küçük Sultan”, “Güzelliğin âyin töreni”, “Sadece Aşk”, “Ögelerin İlahîsi”, “Peri Masalları”, “Yeni Hayat”, “Al Sancak”, “İntikam Şarkıları”, “Sonuncu Nikolay’a”, “Habis Cazibe”, folklorik şiirlerinden “Ateş kuşu”, “Eski Çağların Daveti”; düz yazı eserlerinden: “Dağ Dorukları”, “Ak kor Şimşekler”, “Aydınlık Deniz” bulunmaktadır. Rus ve yabancı yazarlar üzerine denemeler; etnik folklor üzerine: “Yılanların Çiçekleri”, “Osiris’in Ülkesi”; Hindu, Gürcü, Japon folkloru tercümeleri kayda değer. Kuzey Avrupa gezisine çıktığı 1915 yılında ülkesine yeni bir şiir anlayışı ile dönmüş; 225 sonne yazmış; bunları üç kitapta derlemişti. Bunlar ülkesinde vasat bir başarı sağlamış; bir çok eleştirmen bunları, salt dil zenginliğine sığınan monoton bir bayağılıktan ibaret proleter sanat diye yermişti. 1914’de tüm eserleri “Balmont Külliyatı” adı ile on ciltte toplandı.

1917 Şubat devrimini sevinçle karşıladı ve Proleter Sanat Derneğine üye oldu. Ekim devriminin düş kırıklığını o da yaşamış; üçüncü eşi ile yerleştiği Petrogradda iken sanatçılara yakınlığı bilinen Kültür komiseri Lunaçarsky’den sağladığı izinle Mayıs.1920’de Rusya’yı terk etmişti. Fakat yerleştiği Paris’te de eski bir komünist sempatizanı olmasından ona kuşku ile bakan Beyaz Rus göçmenlerin, öte yandan onu ihanetle suçlayan Sovyet basınının çapraz ateşi arasında kalmıştı. Hattâ, Fransa’yı terketmiş Romain Rolland’ın da aralarında bulunduğu Batılı solcu seçkinlerin de eleştirisine maruz kaldı.Göz önünden uzaklaşmak için 1921’de Paris’i de terkedip Britanny, Vendée, Gironde gibi taşra kentlerinde kira evlerinde yaşadı. Şahsen Buninle hiç dostluk yapmadı ise de fikirleri genelde Ivan Bunin parelelinde idi. Sürgün yaşamında yazdığı pek çok eserin başında: ”Dünyaya bir Armağan”, “Duman”, “Aydınlanmış Saat”, “Rusya Şiirleri”, “Önümüzde Serili Ufuklar”, “Kuzeyin Işıkları”, “Işığa Hizmet”, “Mavi Nal” gelir. Şiirlerinden vereceğimiz örnek:

Beatrice (1895’de yazdığı bir sonnedir)

Seni görür görmez aşık oldum, ey muazzez sevgili
Aramızda geçen sâfiyane söyleşiyi hâlâ anımsıyorum,
Gerçi ağzını hiç açmıyordun ama sözcüklerin yokluğunda
Gözlerinle bana öylesine ateş yakıcılığında mesajlar veriyordun ki.

Günler ard arda ademiyete gömülüp o yıl da geçti gitti.
Bahar tazelenmiş ışıklarını bir kez daha üzerimize gönderiyor.
Çiçekler gene peri giysilerine bürünüyorlar,
Ya ben mi ne yapıyorum? Sana duyduğum aynı aşkla donup kalmışım.

Sen ise, gene geçmişte olduğu gibi sükûtî ve gamlısın.
Sadece arada bir ısınır gibi olup konuşuyorsun.
Hayır, bu biçimde olmamalı, büyük ece mehtap tavrı ile ilgini kısa süre göstermemelisin.

Parlak yüzünü niye engeller ardına gizliyorsun?
Bir kaya arkasında hafifçe alnını uzatmış gibi.
Gene de o karanlığın daracık aralığından görkemli ışığını yağdırabiliyor.

Aleksandr Ivanoviç Kuprin

Aleksandr Ivanoviç Kuprin

Eylül.1870’de Penza Oblast’ının Narovçat kentinde doğan Ağustos.1938’de Leningrad’da vefat eden Kuprin, özellikle küçük öyküleri ile tanınmış bir yazardır. Askerî öğreniminden sonra orduda dört yıl hizmet yaptı. 1894’de istifa edip tiyatrodan sirk oyunculuğuna, taşra gazeteciliğine, pilotluğa, arazi keşfine, diş bakımına, kilise şarkıcılığına, hekimliğe, avcılığa, balıkçılığa kadar binbir çeşit işe bulaşıp yazarlıkta karar kıldı. Bu maceralı yaşamındaki anı ve izlenimlerinin hepsi yazılarına yansımıştır. Amatörce yazdığı ilk öyküsü “Son Tanıtım” (1889); ilk önemli öyküsü “Moloç”dur (1896). En tanınmış, başarılı romanı ise, ordu hayatının çok gerçekçi yazılmış çıkarcılığa ve rezalete bulanmış iç yüzünü anlatan, özetini vereceğimiz “Düello”dur (1905). Diğer eserleri arasında “Bir Mehtaplı Gecede”, “Karanlıkta” (1893), “Olesya” (1898), “Sirk’de” (1902), “At Hırsızları” (1903), “Yaşam Irmağı”, “Kaptan Yardımcısı Rybnikov” (1906), “Zümrüt” (1907) , “Lâl taşından Bilezik” (1911) sayılabilir. Gorky’nin Znanie gazetesi ve Bunin ile Serafimoviç ‘in dahil olduğu realist yazarlar grubu ile ilişki kurdu. Yazılarında yeni uslûp yaratma peşinde olmadı. Çehov gerçekçiliği ile kötümser tablolar çizdi. Vladimir Nabokov onu, daha çok nörotik ve ruhen kırılgan olup duygusal macera öyküleri arayan okuyucuların ideali Rudyard Kipling’e benzetir. “Yama-Çukur” romanında (1915) dramlarını anlattığı fahişelerin içler acısı uçukluğu ile “aşırı naturalist” eleştirisi almıştır. Kuprin 1917 devriminde Paris’e göç etmiş; fakat 1937’de Sovyetlere dönmüş; ertesi yıl vefat etmiştir. Romanları arasında: Odesa’daki fahişelerin hayatını betimlediği “Koleso Vremeni” (1930), özyaşamı ile ilgili “Yunkera” (1933) ve “Janeta” (1933)vardır.

Düello”da, Rus toplum ve askerî çevresinin çözüm bulunamayan bunalımlı yaşamı; onur kavramı ve Rus edebiyatının Puşkin ve Lermontov gibi doruk değerlerinin yaşamlarını söndürmüş toplumsal hastalığı düello ayrıntıları ile ele alınmakta; düello çürümekte olan bir toplumun kendi kendisini tahribinin bir ârazı olarak görülmektedir. Lermontov’un (özetini vermiş olduğumuz) “Zamanımızın Bir Kahramanı” romanının baş karakteri, ruhunu hafakanlar basmış, tahrip etme içgüdüsü ile donanmış Peçorin’in romantik maceralarına karşı Kuprin’in eserinde bu konu kötümser ve romantizm karşıtı bir uslûpla tahlil edilmiştir.

Düello, Güney Rusya’nın küçük, kasvetli bir kasabasında görev almış Teğmen Romaşov’un arkadaşları ile yoktan sebepler yüzünden tartışmaları ve üzerinde anlaşamadıkları “şeref” kavramını yerden yere vurması ile başlar. Aralarında henüz sakalları bile bitmemiş bir asteğmen vardır; konuşurken nefret ettiği Yahudileri boğazlarına ip geçiriyormuş gibi hareketler yapar. Grup içinde bir teğmen de, Kiev’de bir dans salonunda karşılaştığı bir öğrenci genci kendisine dirsek attığı bahanesi ile ölümüne kırbaçlamıştır. Bir diğer subay Moskova’da mı, Petersburg’da mı, nerede olduğunu hatırlamadığı bir restoranda başka bir bayın refakatindeki bayanları dansa kaldırmaktan kaynaklanan gene sudan bir sebeple bir adamı köpek gibi vurmuştur. Romaşov meslektaşlarının silâh taşımaları sayesinde böyle ayak üstü kanlı olaylar çıkarabilmelerini ahlâkî açıdan çirkin bularak onları eleştirmektedir. Fakat bu sorumsuz subaylar ona kulak asmamaktadır. Öykünün bu ilk sahnesi, Romaşov’un genel olarak subay grubuna yabancılaştığını ve onların şiddete dayanan onur ve resmîyet anlayışına aklı yatmadığını göstermektedir. Aslında öykü kahramanı kişiliğinde yazarın kendisi ordudaki, tüm insanî duyguları tutsak alan sert hiyerarşik yapının cehennemî varlığından şikâyet etmektedir. Romaşov’un mensup olduğu alaydaki subaylar günlerini ‘öğrenciler, isyancılar, at hırsızları, Yahudiler, Polonyalılar’ gibi düşmanlara karşı hazırlık talimleri, gecelerini de kalitesiz askerî birlik ve diğer taşra grubu balolarının bayağı eğlenceleri ile geçirirlerdi.

Yazar Kuprin teğmenliğinde

Başlangıçta, Romaşov’un romantik bir keyifle katıldığı bu şenlik seremonileri zamanla ona hödükçe bir yapaylık gibi gelmeye başlamıştı. Yeterli varlığı olmayan subay eşlerinin yıllar yılı aynı kostümle, her defasında kimyasalla temizlenip rengi solan beyaz eldivenlerle, imitasyon takılarla, zevksiz makyajla ve bir zerafet parodisi ile katıldıkları bu baloların yarattığı iç sıkıntsı, artık acı vermeye başlayan bu hüzünlü sosyal yaşam Romaşov’u başda kendi seçtiği ve artık çıkılmaz gibi görünen bu patikadan nasıl kurtulacağının hesabını yapmaya zorluyordu. Kendini içkiye vurarak, aslında hiç de gönlünün hoşlanmadığı evli kadınlarla âdeta tiksinircesine yaptığı flörtlerle bu yaşamı daha fazla götüremeyecekti. Bir tuzağa düşmüşçesine çırpınma içinde idi. Alaydaki gariban er Klebnikov ile, aslında aralarındaki hiyerarşik açık farka yakışmayan bir dostluk kurulmuştu. Hâlinden acı acı şikâyet etmese de Klebnikov’un gördüğü kötü muamele onun yüreğini daha fazla yaralıyor; ona şefkat gösterip “kardeşim” diye hitab ediyordu. Anlamsız zalimce muameleler yüzünden kaçma niyetini ona itiraf eden zavallıyı, büyük riski bakımından bunu yapmamaya ikna ediyordu. Klebnikov’un durumu ona göre çok imtiyazlı olan Romaşov’un bildiğinden de ağırdı. Her gün insafsızca dayak yiyor; üç kuruşluk nakdî aylığını da onbaşı ve diğer erbaşlara rüşvet vermekle harcıyordu. Bir subay ile er arasında askerlik mesleğinde hiç kabul edilemeyecek bu samimiyetin risklerini göze alarak Romaşov, onun dertlerini sabırla dinliyor; mağduriyet derecesini öğrendikçe bu zavallıya gösterdiği şefkât daha da artıyordu.

Romandaki en rütbeli karakter, “Hayvanat Bahçesi” diye isimlendirilen viran bir evde tecrid edilmiş durumda yaşayan Yarbay Rafaelsky’dir. Bekâr olan bu subay rastgele topladığı bir hayvan koleksiyonu ile haşr neşr olmakta; meslektaşlarının sosyal gruplaşmalarından kendini uzak tutma ferasetini göstermekte idi. Tek kaygısı alayın başka bir yere intikal ihtimali idi.

Bir sahnede subaylar “düello”nun anlam ve değerini tartışırlar. Ölümcül ya da ciddî yaralanmalarla sonuçlanmadıkça, düellonun saçma bir oyundan başka bir şey olmadığı genel kanıdır. Fransız usûlüne uyularak hasımların birbirinden elli adım açığa giderek birer el ateş etmeleri fakat ikisinin de isabet sağlayamayıp el sıkışmaları takdir edilecek cesaret gösterisi olarak taraflara mutluluk verir ama avanakça bir şeydir. Maupassant’ın “Bel-Ami” romanındaki baş karakter George Duroy’nun onur belâsı katlanmak zorunda olduğu düello’ya moral olarak hazırlanması hikâye edilirken anlatıldığı gibi hasımların korkularını dağıtma umudu ile içip sabahki karşılaşmada hedeflerinin çok açığına mermi savurmaları, fakat sonradan hikâyeyi merminin kulaklarının dibinden geçtiği şeklinde nakletmeleri tam bir soytarıca komedidir. Roman, zamanının toplumsal yorumunu olağanüstü isabetle yapması dışında Romaşov’un da bu çürümüş kültürün tuzağına umutsuz biçimde düştüğünü anlatır. Genç subayın ayyaş arkadaşı Nazansky onun orduyu terketmesi için teşvik eder. Fakat içine düştüğü bunalımla dermanı ve iradesi tükenmiş; Gonçarov’un“Oblomov” uyuşukluğuna duçar olmuş Romaşov üniforma dışında bir gelecek de düşünemez; kaçış yolu bulamaz. Artık o da, can çekişmekte olan Rusya Çarlığı gibi varlığı gereksiz bir adamdır.

Leonid Nikolayeviç Andreyev

Ağustos 1871’de Oryol doğumlu Andreyev, roman, oyun, küçük öykü yazarı olarak “Gümüş Dönem”in en yetenekli ve doğurgan temsilcilerindendir. Realist, naturalist, simgeci tarzları harmanlayarak yazdığı eserler konu bakımından çok ileri bir kötümserlik taşır.

Moskova ve Petersburg Üniversitelerinde hukuk öğrenimi yaptı. Avukatlık ve bir Moskova gazetesinde adliye ve polis muhabirliği yaparken şiir yazmaya heveslendi ama bunları yayınlatamadı. Fakat ilk küçük öyküsü “Bargamot ve Garaska” 1898’de Moskova’nın “Kuriye” gazetesinde çıkınca uzun yıllar yakın arkadaş olacakları Gorky’nin dikkatini çekmiş; onun öğüdüne uyarak hukuk mesleğini bırakarak kendini edebiyata vermiş;”Bir Varmış bir Yokmuş”, “Sis İçinde”, “Gayya Kuyusu” öykülerini yazmıştı. . Bu son iki hikâye seksüel ilişkiyi tüm doğallığı ve açıklığı ile verdiğinden epey gürültü yarattı ama ona süratle ün kazandırdı. “Sreda” edebiyat grubuna dahil oldu. Gorky’nin “Znanie” gazetesinde sürekli yazıyordu. 1901’den itibaren yayınlanan küçük öyküleri ve povestleri yeni bir edebî yıldız olarak tüm Rusya’da okundu ve servet kazandı. Yazarlıktan önceki, adlî tıp dahil, hukuk mesleği uygulamasında kazandığı bilgi ve deneyimler ile psikoloji ve psikiyatriye gösterdiği özel ilgi öykülerine zengin bir içerik kazandırmıştır.

Leonid Andreyev ve eşi Anna

1905’deki ilk Rus Devrimi sırasında, demokratik hedefin savunucusu olarak siyasal tartışmalara aktif şekilde girdi. “Kızıl Kahkaha” (1904), “Vali” (1905), “Yedi Asılmışlar” (1908) bu ayaklanmaların ruhunu taşır. 1905’den itibaren ” İnsan Yaşamı” (1906), “Çar Açlık” (1907), “Kara Maske” (1908), “Aforoz” (1909), “Ömrümüzün Günleri” (1909), “Tokat Yiyen Soytarı” (1916) gibi tiyatro eserleri verdi. Bunlardan “Jinz Çeloveka-İnsan Yaşamı” Moskova Sanat Tiyatrosunda Stanislavsky, Petersburg’da Meyerhold tarafından sahnelendi. 1912’de yazdığı “Misl” oyunu ise Türkiye’de “İhtilâl ve Aklın Oyunu” adı ile sahnelendi. sonraki eserleri ruhsal çöküntü ve kötümserlik ürünleridir. XX. Yüzyılın ikinci on yılı başlarken (Fütürist sanatın ortaya çıkışı ile de)ünü gölgelenmişti. Büyük Savaşın çıkmasından hemen sonra “Rusya’nın İradesi” adındaki gazetenin edebiyat seksiyonun editörlüğünü aldı. 1917 Devriminin yarattığı karmaşa ikametini Finlandiya’ya taşımasına; oradan Bolşeviklerin taşkınlıklarının Dünya kamuoyuna sergileme faaliyetine geçmesine neden oldu. “S.O.S” adındaki eseri (1919) İtilaf Devletlerine Rusya’yı kurtarmaları için yaptığı bir daveti içeriyordu. Son romanı “İblisin Günlüğü”nü bitiremeden 12.Eylül.1919’da Kuokkala’da vefat etti. Taras Şevçenko’nun yeğenlerinden Kontes Anna Wielhorska ile evlenmiş olan Andreyev’in oğlu Daniil Andreyev “Roza Mira”nın müellifi mistik bir ozan: torunu Amerikan uyrukluğuna geçmiş Olga Andreyev Carlisle ise küçük öykü yazarı olarak ün yapmışlardır.

Yerimiz yetmedi; Andreyev’den edebî örnekleri gelecek bölümde vereceğiz.
 

Sürecek
 

Yayın Tarihi : 11 Aralık 2012 Salı 10:22:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?