18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (77)

Aleksandr Serafimoviç Popov

Aleksandr Serafimoviç

Groky’nin Znanie gazetesi yazarlarından ve Sreda edebî grubundan Serafimoviç Don Irmağı üzerinde Nijne-Kurmoyarskaya isimli bir Kozak köyünde Ocak. 1863’de doğdu. Üç yaşında iken bir Kozak alayında hizmetli olan babası ile Polonya’ya gitti. 1874’de ülkesine döndü. St. Petersburg Üniversitesinde Fizik-Matematik Fakültesinde öğrenim görürken, Devrimci Vladimir Ilyiç Ulyanov’un (Lenin) kardeşi Aleksandr Ulyanovla arkadaş olup komünist fikirlerden etkilendi. Devrim propagandası yaparken tutuklanıp Mezen kentine sürüldü.

1889’da yazmaya başladığı köylülerin perişan durumlarını betimleyen öyküleri ile Gorky ile Tolstoy’un takdirlerini kazanmıştı. Ekim 1917 Devriminde hemen Bolşeviklere katıldı 1924’de en başarılı romanı “Demir Taşkın”ı yayınladı. Bu romanın “Nikolay Oklopkov Gerçekçi Tiyatrosu”nda sahne ve Sergei Einsenstein’ın çeşitli filmlerine perde versiyonu yapıldı. Moskova’da Ocak.1949’da vefat etti. Demir Taşkın romanının özetini verelim:

Rus Devrimi ile bir edebî tür olmuş devrim romanlarından biri olan Demir Taşkın Rus iç savaşı sırasındaki, Kızıl Ordu merkezinden kopmuş kalabalık, çoğu acemi bir kızıl asker grubunun, öykünün gelişmesi ile kendilerine katılan deneyimli denizcilerin, eski Çar Ordusu subaylarının, kendi kendilerini yetiştirmiş çiftçilerin ve onları izleyen ihtiyarlar, kadınlar, çocuklardan oluşan ailelerinin, çobanlıktan gelip Çar’ın ordusunda subaylık yapmış güçlü kişilikli bir önder komutasında, etraflarını çeviren isyancı Kozak güçlerine karşı katlandıkları bir kurtuluş girişimini ve iç savaş şartlarındaki Karadeniz kuzey havalisinin o zamanki sosyal görüntüsünü; insanların birbirlerine güvensizliğini, karışık duygularını ve vahşetini biraz naif ve romantik üslûpla hikâye etmiş olsa da, Bolşevik sempatizanı bir yazarın gözünden yazılmış bir örnek olarak ilginç gelebilir.

Yüzelli yıl önce “Büyük” unvanlı Çariçe Katerina Kozakları Zaporojye’den vahşi Kuban ormanlarına sürmüştü. Kozaklar orada çok sıkıntı çektiler; çoğu erkenden bu dünyadan göçtü. Ama çok geçmeden bu mümbit araziyi kullanmayı öğrendiler. Daha sonra Harkov’dan, Poltova’dan, Ekaterinoslav’dan ve Kiev’den başka sefil Kazaklar akın akın zengin Kuban’a göçtüler; eski yerleşik Kozakların ırgatları oldular. Eskiler yabancı kabûl ettikleri bu yeni yerleşikleri köle gibi çalıştırıp aşağıladılar; “Şeytanın dölleri; pislikler” diye hakaret ettiler. Bunun sonucu karşılıklı bir nefret oluştu. Yeni yerleşikler de eski Kozakları “kulak”lar *(!) ve “kan emiciler” diye anmaya başladılar. Fakat Devrim olunca yabancılar ve eski Kozaklar eşit yurttaşlar olarak birbirlerini kucaklamak durumunda kaldılar. Artık “toprak ağaları”, “burjuva”, “ataman-bey” sözcüklerinin anlamlarını herkes öğrenmişti. Çarın subaylarının kafaları kesildi; çuvallara konup ırmağa atıldı. Ama Beyaz ordu toparlanıp Ukrayna’ya egemen olunca Kozaklar Bolşeviklere itaat etmez; generalleri, subayları öldürmez oldular. İki kesim arasındaki kan davası da canlandı. Sivil yaşamdaki sanat sahipleri, fıçıcılar, tenekeciler, marangozlar, kunduracılar, berberler, balıkçılar gene “Şeytanın dölü yabancılar!” olmuşlardı. Fakat Devrime sadık Kozaklar da yok değildi.

Roman kahramanı Kojuk’u bu evrede tanıyoruz. Kızıl Orduya bağlı bir birlik düzensiz bir güruh halinde bir Kozak köyüne kamp yapmıştı. Mühimmat ve silah yüklü arabalarında analarının emzirdiği bebekler de vardı. Yıkanmış bezleri silahların üzerine kurutulmaya asılmıştı. Köye doludizgin iki atla gelen Pavlovskaya’lı Pavlo yakın köylerdeki tüm Kozakların Kızıllara isyan ettiklerini Kızıl güçlere bağlı askerleri ve Kızıl sempatizanlarını parçaladıklarını haber verdi; yedeğindeki ata bağlı olan kişi de öldürülen oğlu Okrim’in cesedi idi. Alay komutanı Vorobyov, yanında komuta heyetinden subayları refakatinde birliğine hitap ediyordu. Fakat sesi gür çıkmıyordu. Zaaf ve ihanet yüzünden tuzağa düşürüldüklerini anlatmaya çalışıyordu.

Subaylardan biri, sert hatlı, çıkık çenesinden kinaye “Demir Çene” lâkabı almış, Kojuk adındaki adam, meşakkat çekerek bu rütbeye geldiğini; disiplinsizliğin hoş görülmeyeceği; Kozakların her taraftan bastırdıklarını; ordunun yeniden örgütlenip aralarından seçilecek öndere ölümüne boyun eğmesi gerektiğini söylüyordu. Denizci kepli bir genç subay süngüsü ile ona hamle yaptı; Kojuk çevik bir hareketle ona dipçikle devirdi ve süngüledi ve önder seçildi. İlk buyruğu Okrim’in ve genç subayın hemen gömülmesi oldu. Ardından tüm savaşçıları içtimaa çağırıp toprak ağaları, kapitalistler, kan emiciler ve tüm rezil insanların saldırısı altında olduklarını; ancak işçilerin ve köylülerin gücü sayesine Sovyet Rusya’nın sonsuza kadar yaşayacağını söyledi.

Gece Kojuk ve kurmay heyeti, kuzey ve doğusunda hasım köy ve çiftliklerin, batısında denizin, güneyinde aşılmaz dağların bulunduğu bu tuzaktan nasıl kurtulacaklarının planını yaptılar. Subaylar birbirlerinin fikrini beğenmeyerek gürültü yapıyorlardı. Açıkdan silah sesleri geliyordu. Kojuk Kuban bölgesi Kozaklarından yoldaş Aleksey Prihodko’yu yol keşfi ile görevlendirdi. Kendisi, diğerlerine çılgınca gelen Güneydeki dağ yolundan yürümek fikrinde idi Aleksey kampı uykuda bırakıp yola çıkmış Anka adında genç bir çiftçi kadınla karşılaşmıştı. Kozaklarla karşılaşırsa nasıl intihar edeceğini anlatan kadına aşık olan fakat önce ideallerini gerçekleştirmesi gerektiğini düşünen Aleksey kadının arabası ile onun ninesi Gorpina’nın evine gider. Gorpina Bolşeviklerin kendilerin Çar ve kulakların zulmünden kurtardıklarını; Tanrıya inanmamalarına karşın gene de onların başarılarını umutla beklediğini söyler.

Rus Devrimi sırasında Kuban’lı Kozaklar

Tan vakti Kozaklar her yönden saldırmakda; sığınmacılar ve perişan olmuş Kızıl Ordu döküntüleri akın akın köprü üstünden geçmektedirler. Kozaklar ellerine geçirdikleri; işkence edip sonra serbest bıraktıkları bir askerin göğsüne kendi kanı ile “İşte, bütün Bolşevik Domuzlara bunu yapacağız!” yazmışlardı. Köprü üzerinde köylülerle çiftçilerin kendi aralarında bir çatışma çıktı. Kojuk oraya buraya koşuşturuyor; emirler yağdırıyordu. Zaman zaman, üzerine saldıranlara karşı makineli tüfekle ateş ederek kendini koruyordu. Sonra makineliyi bırakıp çiftçilere sövüp saymaya başladı. Nihayet onları itaat altına aldı. Köprüdeki muazzam tıkanıklık bazı arabaların ırmağa yuvarlanmalarına neden oluyordu. Aynı köyden olan Kozaklar daha yakına geldiler. Kendi hemşehrileri, akrabaları ile boğuşmaya başladılar. Kızıllar geçtikleri tahta köprüyü yakmışlar; tehlikeyi geride bırakmışlardı.

Kojuk, yabancı kabûl edilen fukara bir aileden geliyordu. Daha altı yaşında iken onu çobanlık yapmaya zorlamışlardı. Sonradan zekâsını gören bir kulak onu dükkânını idare etmesi için tuttu. Dünya Savaşı çıktığında askere alınıp Türk cephesine gönderildi. Ağır makineli tüfek kullandı. Cesareti ve disiplini takdir edilerek subay eğitimi okuluna verildi. Oradaki hocaları kafasız, vahşi bir mujik’in subaylığa heves etmesini yadırgamışlardı. Önyargı ile onu sınavda çaktırdılar. Cephedeki başarısı tekrar tekrar onun askerî okula gönderilmesine olanak verdi; fakat üç defasında da sınavlarda çaktı. Karargâhlarda, diğer subaylardan umudu kesen komuta heyeti ona sonuçta subay yetkisi verme durumunda kaldı. Fakat diğer subayların sempatisini ve arkadaşlığını kazanma olanağını bulamadı. İhtilâl patlayınca, devrim liderlerinin konuşmalarını dinledi; “halk düşmanı” olduğu sanısını uyandıran apoletlerini bu defa kendisi koparıp attı; kendini fukara kitleler içinde mücadeleye adadı. Pantolon giyme burjuva olmaya delâlet ettiği için çiftçi şalvarı giyip karsı ile birlikte sırtlarında bohça taşımaya başladılar.

Onbinlerce Kızıl asker ve sığınmacı dağ eteğine gelmişlerdi. Kojuk tek şanslarının dağı aşmak olduğunu söylerken, Smolokurov adında başka bir komutan oldukları yerde çakılıp onurlu bir şekilde arkalarından takibeden Kozaklara karşı savunma yapma düşüncesindeydi ve bunda gereğinde Kojuk’ın birliğine karşı ateş açmakla tehdit edecek derecede ısrarlıydı. Yarım saat sonra Kojuk birliği yola çıktı. Hiç kimse engel olamadı. Önüne çıkanlar çukurlara atılıyordu.

Ordu bütün gün ve gece dağa tırmandı. Tanyeri ağarmasından hemen sonra dağın doruğuna varıldı. Aşağıda bir kasaba ve ötesinde mavi deniz görünüyordu. Görünmemeye çalışarak, çoğu kez sürünerek aşağı inmeye başladılar; çimento fabrikalarını geçtiler. Körfezde bir Alman savaş gemisi ve çok sayıda Türk muhribi vardı. Alman Komutan kenttekilerden silah, yiyecek, hayvan yemi vermelerini emrediyor aksi takdirde emrindeki 5.000 denizci ile etrafı alt üst edeceği tehdidini savuruyordu. Nitekim bir muhripten ateş açıldı. Anka ve Gorpina’yı taşıyan arabanın atı vuruldu; araba ile birlikte bir çukura yuvarlandı. Anna ve Gorpina ağlayarak bazı eşyalarını toplayıp omuzlarına yüklediler. Öte yandan bir Kozak birliği dört sahra topu ile arkalarında dağın tepesinde belirmişti. Kaçmakta olan kızıllara ateş açtılar. Kadın ve çocuk demeden ateş açılmasına Alman komutan çok bozulmuştu. Alman muhribi de saldırı halindeki Kozakları hedef alarak ateş açtı. Kozakların mukabil ateşine karşı muhrip denize açılıp, onların menzilinin dışına çıktı. Kızıllar sürü halinde kente iniyor; yaralı ve sakatlar, bu kadar yığınağa karşı imkânları sınırlı hastanelere doluşuyorlardı. Kızıllar ve sığınmacılar sefalet, acı ve karmaşık duygular içinde idiler. Bir kenarda, Alman topçu ateşi sırasında bebeği öldüğü hâlde hâlâ ona süt vermeye çalışan bir ananın dramı; bir yandan Kojuk ve Smolokurov’un farklı düşüncelerinden doğan güvensizlik ve husumet ve de ayrıca yapay bir kaygısızlıkla moral bulmaya çalışan savaşçıların mandolinler, balalaykalar ve akordeonlarla düzenledikleri gürültülü eğlenceler...

Almanların tahliye ettikleri kasabaya doluşan Kozaklar korkunç bir katliam’a giriştiler. Oğlu Okrim’in yasını tutan Pavlo kendini güvene almak için Kozak kıyafeti giyinmişti. Yaşanan dehşetin tanığı oldu. Yaralılara bakmakta olan bir hemşireye yüz Kozak tecavüz etmişti. Biçare kadın hâlâ tecavüze uğrarken yaşamını yitirdi. Kızıl askerler kendi mezarlarını kazmaya zorlanıyorlardı. Bu emri dinlemeyenler karınlarından vuruluyordu. Sayıları yirmibine varan yaralılar kılıçlarla parçalanıp pencerelerden atıldı. Pavlo, 12 yaşındaki oğlunun başının tüfek dipçikleri ile nasıl ezildiğine, kendi anasının kırbaçlanarak öldürüldüğüne, karısının defalarca tecavüze uğrayıp asıldığına tanık olmuştu. Atına atlayıp bu bilgileri Kojuk’a rapor etmeye koşturdu.

İlk devrimi başlatan, burjuva, papaz öldürenler ve bu yüzden Çar tarafından askerlerin süngüleri aracılığı ile tenkil edilenler denizcilerdi. Kentte rastladıkları denizciler de Kızıl askerlere eski bir Çar subayı olan Kojuk’un peşine takılmalarının hatalı olduğunu, onu vurmaları gerektiğini söylediler. Denizciler ayrıldıktan sonra askerler hem Kojuk hakkında hem de Sovyet hükümetinin kendilerini desteksiz bırakmalarından kuşkuya düşmüşlerdi. Aralarında tartıştıktan sonra uykuya yattılar. Ölen bebeğin annesi ilk kez onu ebediyen yitirdiğini kabûl etmiş ağlıyor; kocası Stepan’a minik bedenin gömülmesi için yardım ediyordu. Kojuk ise uyumamış, kurmay heyeti ile yeni planlar yapıyordu. Sabah askerlerin temsilcileri de aralarına katıldı. Kojuk onlara göze görünmemeye çalışarak kıyıdan Tuapse kentine yürüyüp oradan dağları aşıp Kuban’daki Ana Kızıl birliğine ulaşılacağından söz etti. Emirlerine uyulmamasının cezası ölüm olacaktı. Keşifle görevli olanlardan aldığı haberlere göre denizciler ona kesinlikle karşı olup öldürülmesine karar vermişlerdi. Gereğinde denizcilere karşı makineli tüfek kullanılacaktı. Fesadı sürdüren Smolokurov’u kurmayları sahil yolunu bırakıp dağdan ilerlemeye ikna etmişlerdi. Kojuk yola çıktı. Yol boyunca dizili Yunan köylerinden yiyecek istiyor; hiç yiyecek olmadığını iddia edenlerin keçilerini müsadere ediyordu. Rus köylüleri hiç zorluk çıkarmadılar. Birçok kümes hayvanatı verdiler. Birlikte eğlendiler; gramofon dinlediler. Askerler Çar’a övgü düzen şarkı bulunan plakları kırdılar. Yolda bazı külhanî denizcilerin yiyecek talebine karşı Kojuk kendi birliklerine katılma şartını koştu. Denizciler zorbalığa kalkışınca üstlerine makineli ateşi açıp onları kaçırdı.

Karadeniz’in Kuzeybatısındaki Tuapse Kenti

Önlerine çıkan bir köprü Gürcü Menşevikler tarafından makineli tüfek ve toplarla korunuyordu. Kojuk’un elinde ise sadece bir top ve onaltı mermi kovanı vardı. Süvarilerine doğrudan köprüye saldırı emri verdi. Bu bir tür intihar görevi idi. Fakat onaltı mermiyi de harcayan top desteğinde görev başarıldı; köprü aşıldı. Ancak dar bir boğazın önüne gelindiğinde, boğazın öbür ucundaki Gürcü top ve makineli tüfekleri Kojuk birliklerini püskürttü. Yakın sahildeki koylardan birinde toplanmış Gürcü gemilerinin varlığı da durumu hepten umutsuzlaştırmıştı. Kojuk yanına gelen iki askerin sarhoş olduklarını görünce kafayı nerde bulduklarını sordu. Adamlar yakında bir Gürcü tavernasına rastlamışlar; şarap içip şaşlık yemişlerdi. Kojuk birliği ile tavernanın bulunduğu köye gidip, şaşlık yemekte olan ikisi hariç tüm Gürcü askerlerini öldürttü. Tutsak iki Gürcü onlara civardaki gözlerden uzak düşen patikaların yerlerini öğrettiler. Bu sayede bir süre güvenlik içinde yola devam edildi.

Gürcü güçlerine komuta eden o sırada Çerkes kabanı ve zarif bir kürk kalpağı ile yemeğe oturmuş, subayları ile en nefis şarapları içmekte olan Prens Mikeladze idi. O da sosyalistti ama sosyalizm maskesi altında aşağılık tutkulara kapılmış Bolşeviklere tahammülü yoktu. Koydaki gemilere düşmanın gerisinden ateşe tutmaları emrini vermişti.

Dışarıda, koyu karanlıkta dik bir yamaç üzerinde Gürcü bir muhafız nöbet bekliyordu. Bolşeviklerin kendisine bir kötülük yapacaklarına ihtimal vermiyordu. Gürcistan’ın düşmanı olan Çar’dan kendilerini kurtarmışlar; çiftçilere toprak vereceklerini söylemişlerdi. Ama aldığı emirler başka türlü idi. Birdenbire karanlığın içinden Kızıl askerler belirdi; uyku sersemliği içinde; gözlerinin önüne eşini ve küçük çocuğunu getirerek bilinçsiz bir mücadeleye girdi. Kızıl askerler Gürcü kampına baskın yapmış; dipçiklerle, süngülerle can alıyorlardı. Mikeladze dehşete düşmüş; limana doğru kaçmaktan başka çare bulamamıştı. Gürcüleri boğazlayan Kızıl süvariler dört nal at koşturup Mikeladze’yi de öldürdüler. Sonra bir yağma çılgınlığı başladı. Askerlerin üstleri başları öylesine perişandı ki, pantolon bulamayan bazı askerler kadın şalvarına da razı olup giymişti. Kojuk’dan emir alan süvariler kasaba alanında toplanan yağmacıları kırbaçlayıp sükûneti sağladılar. Kojuk alana gelip, yağmacıların üzerinde gülünç görüntü veren malların kadın ve çocuklara iadesi; ayrıca yağmacılara yirmi beşer kırbaç vurularak cezalandırılmaları emrini verdi. Emirleri, isteksiz de olsa yerine getirilince cezaları bağışladı.

Düşman üzerine başarı sağlanmıştı ama bu karın doyurmuyordu. Gece karanlık basınca, çürüyen ceset kokuları arasında açlık tüm şiddeti ile hissedildi. Çalılıklar arasında saklanan 16 yaşında bir Gürcü askeri yakalandı. Canının bağışlanması için yalvarıyordu. Ona acıdılar ama komutanın emri gereği vurdular. Bu çatışma Kızıl birliğine, top, cephane, sahra telefonları, güçlü atlar, dikenli çitler gibi savaş malzemesi, ilaçlar, ambulans arabaları gibi zorunlu madde ve malzeme, yeni gramofon plakları dahil muazzam bir ganimet yığını kazandırmıştı. Ancak hâlâ buğday ve saman sıkıntısı çekiliyordu. Dağa tırmanışa geçildi. Fakat korkunç bir kasırga ve yağmurun yarattığı hava basıncı ve seller birçok atı ve arabayı içindeki çocuk ve kadınlarla birlikte yarlardan yuvarladı. Atlar açlık ve yorgunluktan da telef oluyorlardı. Bazı kadınlar çocuklarını boş arabalar içine bırakıp yollarına devam ettiler. Bazıları kucaklarındaki bebelerin ölümlerini acı içinde seyrettiler. Çektiklerini hissetmemeye çalışanlar, mola verip gramofona komik şarkılar çalan plaklar koydular. Duyarsız kahkahalar tüm kafileye sıçradı. Kojuk bile gülmemek için kendini zor tutuyordu. Fakat dişlerini sıktı; neye gülündüğünü keşfedince plakları kırdı. Sonra açık bir alana çıkıldı. Çıplak dört erkek, bir kadının boğazlarından ilmekle direklere asılı oldukları görüldü. Kuzgunlar onların gözlerini ve bağırsaklarını çıkarıp yemişlerdi. Kadının göğüsleri parçalanmıştı. Direklerden birinde, Bolşeviklerle her türlü ilişkiye girenleri aynı akıbetin beklediği hakkında Kozak güçlerinin önderi General Pokrovsky’nin notu çivili bulundu. Sığınmacılar ve Kızıl birlik daha da hızlanarak yürüyüşüne devam etti. Katliama uğramış bir grup yoldaşlarının ölüleri yanından geçerken bir kadın oğlunun cesedini tanıyarak feryat etti. Histeri krizine girdi; arabaya bağlanarak hareketsiz hâle getirildi. Bir Kozak grubu ile karşılaşıldı; şiddetli bir çatışmadan sonra bir kısmı etkisiz bırakıldı; diğerleri kaçtılar. Kojuk gece oluncaya kadar adamlarını mücadeleye hazır tutuyordu. Nitekim yeni bir kozak birliği ile yaptıkları müthiş bir çatışmadan da galip çıktılar. Güneş doğarken step Kozak askeri dolmuştu. Hiç biri yaralı ve esir değildi; tümü öldürülmüştü.

Kızıllar kendi ölülerini hak ettikleri saygı ve törenle gömmek niyetinde idiler. Ellerine geçen bir papazı, diri diri derisini soymakla tehdit ederek ölülerine mükellef bir tören yaptırdılar. Belaya Irmağına geldiklerinde karşı yakada Kozakların konuşlandıklarını gördüler. Tan yeri ağarmadan verilen savaşta Kozaklar üstün sayılarına karşın yenildiler. Kozak karargâhındaki bir kısım subay ele geçirilip papaz’ın ahırının yanında kafaları kesildi. Karargâhın bulunduğu köyün ağası arandı, bulunamadı; karısı ve çocukları boğazlandı. General Pokrovsky’nin, pantolonunu bile giymeye vakit bulamadan, eyersiz bir at üzerinde kaçtığı öğrenildi. Kojuk kaçmakta olan Kozakların hemen peşlerine düşüp tümden imha etmenin gerekli olduğunu biliyordu. Fakat bir kısım birlikleri geride kalmıştı; onları beklemek; yorgun adamlarını da biraz dinlendirmek gerekti. Üç gün bekledi. Fakat bu arada Kozaklar dinlenmiş ve yeni katılmış güçlerle takviye edilmişlerdi. Bir gece, ön hattaki bir subay sahra telefonu ile Kozak saldırısı yapıldığı haberini verdi ve takviye güç istedi. Kojuk şu anda gönderilecek yardımcı kuvvet bulunmadığını, subayın elindeki son adama kadar savunma yapması gerektiğini söyledi. O sırada Kozaklar telefon bağlantısını kesmiş; subay aldığı emre rağmen çekilmişti. Kojuk subayı tevkif ettirdi. Kendisi harekete geçerek Kozak saldırısını geri püskürttü. Votka kokan on kozak esir alındı. Emir dinlemeyen komutan kurşuna dizildi.

Alaca karanlık bastığında bir Kozak süvari birliği, Kojuk hattının gerisindeki yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve yaralılardan oluşan sığınmacılara saldırdı. Maksatları panik yaratmaktı. Fakat bu savunmasız insanlar korkmadılar. Ellerine, sopa, yaba, dingil, kürek ne geçti ise, sürüler hâlinde ilerlemekte olan Kozakların üzerlerine yürüdüler. Kozaklar, hiç bir komuta almadan, insiyakî olarak geri dönüp kaçtılar. Sizil sığınmacıların kaydettikleri bu muhteşem yengi ile morali çok düzelen Kojuk hiç tereddüt etmeden gece Kozaklar üzerine şiddetli bir topçu ateşi ve ardından genel saldırı planı yaptı. Bu planın uygulanmasının yarım saat öncesi Pokrovsky’den teslim için kendisine son şans verildiği mesajını aldı. Alelacele atla Smolokurov karargahına giderek planından söz etti ve onun da diğer kanattan düşmana saldırmasını teklif etti. Smolokurov adamlarının yorgun olduğunu ileri sürerek öneriyi reddetti. Fakat onun kurmay başkanı nazik bir şekilde bunun çok ciddî bir fırsat olduğunu hatırlatınca direnmeden vazgeçti.

Topçu ateşi ile başlayan saldırı kesin bir zafer getirdi. General Pokrovsky Ekaterinador’a kadar kaçtı. Kojuk’un demir disiplinine karşı gelmiş, işini zorlaştırmış yoldaşlar, özellikle denizciler ondan özür dilediler. Tüm yoldaşlar birbirleri ile kucaklaştılar. Gorpina Nine bu mücadelede, değerli semaveri dahil tüm varlığını yitirdiğini ama Sovyet Rusya’nın güç kazandığını duyurdu.

*(1) Kulak: Ukrayna’da hem zengin çiftçi hem de “sıkılmış yumruk” anlamına gelir.
 

Yayın Tarihi : 23 Aralık 2012 Pazar 09:42:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?