18
Haziran
2024
Salı
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (90)

Mihail Afanasyeviç Bulgakov

Mihail Bulgakov

Çok usta bir mizahçı olmasına rağmen, “ciddî olan hiç bir şeyi beceremez” diye nitelenen Gogol’a benzetilen Bulogakov 15.Mayıs.1891’de Kiev’de doğdu. Yedi kardeşten oğlan olanların en büyüğü idi. Babası Afanasiy Bulgakov Kiev İlâhiyat Akademisinde doçent, annesi emekli bir öğretmen olan Varvara Mikhailovna idi. Her ikisinin de büyük babaları Rus Ortodoks Kilisesine bağlı rahiplerdi. Karşılıklı saygı ve sevginin egemen olduğu aile içindeki mutlu ve neşeli hava Bulgakov’un mizah ve oyun yazarlığını seçmesine uygun bir zemin hazırladı. Daha Kiev jimnazyumunda iken başta Gogol, Şçedrin gibi Rus ve Dickens gibi yabancı mizah ustaları, Dünya klasikleri ile ilgilendi. Babasının 1907’deki ölümü üzerine aydın annesi onu, 1909’da başarı ile mezun olacağı Kiev Tıp Fakültesine yazdırdı. Bulgakov 1913’de Tatiana Lappa ile evlendi. I. Dünya Savaşı çıkınca gönüllü olarak Kızıl Haç’a girip cepheye gitti. Fakat ağır şekilde yaralanınca sağlığı bozuldu. Dayanılmaz acılarını dindirmek için kendine sürekli morfin enjekte ediyordu. 1916’da Tıp Fakültesinden mezun olunca Kiev Askerî Hastanesinde cerrahlık, daha sonra Smolensk İlinde taşra doktorluğu aldı. Bu meslek yaşamını “Köy Doktorunun Not Defterinden” adlı anılarına konu etmiştir. 1917’de Smolensk yakınlarındaki Vyazma Hastanesine nakledildi. Müptelâ olacağını hissedince morfini 1918’de kesti. İç Savaş sırasında iki erkek kardeşi Beyaz Orduya hizmet ederken o Şubat 1919’dan itibaren seyyar Ukrayna Halk Ordusu hekimi olarak Kuzey Kafkaslara tayin edilmişti. Orada tifüse yakalanıp ölümden zor kurtuldu. Kafkaslarda gazetecilik faaliyetlerine de başlamış; Alman ve Fransız gazetecilerinden davet almıştı. Fakat tifüs salgını yüzünden yurt dışı izni alamadı. Sıla iznine gidebildi; bu gidiş de ailesini son görüşü oldu. Yakınlarını çoğu sığınmacı olarak Paris’ gideceklerdir. Hastalığı mesleğini bırakıp yazarlığa dönmesine âmil olmuştur. Otobiyografisinde 1919 yılında trenle bir gece seyahati sırasında içinden gelip bir kısa öykü yazdığını, durakta iner inmez bu öyküyü bir gazete idarehanesine gösterip yayınlattığını yazar. İlk kitabı gene 1919 yılında yayınlanan “Geleceğin Manzaraları” adında bir almanak ve makaleler derlemesidir. O yılın Aralık ayında Vladikafkas’a taşınmış; ilk iki tiyatro oyununu “Nefsi Müdafaa” ve “Türbin Kardeşler”i o kentin tiyatro salonunda büyük başarı kazanmıştı. O kentten Kafkasları aşarak, temelli kalmaya niyetlendiği Moskova’ya yerleşecektir ama burada iş bulmak zordur. Ne ise ki onu “Glavpolitprosvet” denilen “Cumhuriyet Siyasal Eğitim Merkez Komitesi”ne sekreter yaparlar. Daha iyi geçinebilmek için bir kaç gazeteye muhabirlik ve sütun yazarlığına razı olur. Birbiri ardına, komünist rejimi üstü kapalı eleştiren “Diavoliada-Şeytanlıklar”, Devlet ekonomik işletmelerindeki ciddiyetsizliği alaya alan “Ölümcül yumurtalar” (1924), bilim kurgunun mizahî bir uygulaması “Bir Köpeğin Kâlbi (1925) gibi keskin yergi öykülerini yayınlar. İlk önemli romanı ise, önce gazetede tefrika edilen, Bolşevik karşıtı bir Beyaz Ordu Subayının ve genellikle Rus aydınlarının duygularını objektif ve anlayışlı bir yaklaşımla dile getirdiği için resmî çevrelerde tepki gören “Belaya Gvardiya-Beyaz Muhafız”dır (1925). Bu eseri ertesi yıl “Dni Turbinh-Türbinin Günlükleri” adı ile Moskova Sanat Tiyatrosunda oyun olarak sahneye koydu. Oyun büyük ilgi gördü; hattâ prömierinde hazır bulunan Stalin’in çok beğendiği, onbeş kez seyrettiği söylenir. Ama bir süre sonra bu oyunun sahnelenmesi yasaklandı. Daha sonraki “Zoyka’nın Dairesi” ve kardeş savaşının korkularını yaşatan “Kaçış” oyunları da yasaklandı. Bu sonuncusunun sahnelenmesi bizzat Stalin tarafından engellenmişti. 1925’de Bulgakov eşini boşayıp Lyubov Belozerskaya ile evlendi. Sovyet yaşam tarzını iğneleyen “Zoykanın Dairesi” ve “Eflâtun Ada” isimli komedileri 1928’de Moskova’da sahne aldığında halktan büyük alkış aldı. Fakat resmî sanat eleştirmenleri bu oyunları çok kötüleyince oyundan kaldırıldı. 1930’a doğru yazdığı 1929 Martından itibaren “Ivan Vasilyeviç”, Puşkin’i anlattığı “Son günler”, “Don Kişot” gibi eserlerinin de yayınlanması fiilen yasaklandı. Ülke dışına çıkma isteği de yakından samimî bir ortamda görüştüğü Stalin‘in tarafından politik bir taktikle reddedildi. Diktatörün sempati duyduğu nadir sanatçılardan biri olarak kazaya belâya uğramamış idi ama eserlerinin yayını yasaklanarak kariyeri heder ediliyordu.

Bulgakov 1939’da eşi Yelena Bulgakova ile

Üçüncü defa evlenip Yelena Şilovskaya ile hayatını birleştirdiği 1932’de Moskova Sanat Tiyatrosunun edebiyat danışmanı oldu. Molière’in ölümü hakkında yazdığı bir trajedi revize edilmiş hâliyle 1936’da sahnelendi. Fakat Stalin ve Komünist Partinin satır altı hicviyesini yaptığı anlaşılınca “Pravda” gazetesinin olumsuz eleştirisi üzerine yedinci geceden sonra yasaklandı. 1930’ların sonunda Bolşoy kadrosuna güfte yazarı ve danışman olarak katıldı. 1939’da yazdığı, Stalin’in Devrimin ilk günlerindeki etkinliklerini okşayıcı nitelikteki son oyunu “Batum” bile gene bizzat Stalin’in emri ile, provalar öncesi yasaklandı.
İki başyapıt daha vücuda getirmiştir. Birincisi sonunu getiremediği Moskova Tiyatrosunun iç yüzünü sergilediği ve Stanislavsky’i yerdiği, otobiyografik roman ilk adı “Bir Ölünün Defteri” olan “Teatralni roman-Teatral bir roman”dır. Diğeri, yazımına 1928’de başladığı, üçüncü eşi Yelena Bulgakova’dan esinlenerek “Margarita” karakterini ilâve ettiği Gogol türü felsefî bir fantezi “Üstad ve Margarita”dır. Bu eser de, ancak, müsveddelerini muhafaza eden dul eşi Yelena tarafından, son derece katı bir sansürden geçme pahasına da olsa 1966’da yayınlandı.

Kiev’deki Bulgakov Müzesi

Sağlığı bozulmuş durumda 1937-39 arası son yıllarını, yayınlanmasının kuşkulu olmasına karşın “Gün batımı” adını verdiği romanını yazmaya adamıştı. Eşi Yelena Bulgakova’ya yazdığı 15.Haziran.1938 tarihli mektubunda bitirmek üzere olduğu bu eserin, gerektiğinde el yazılarına sahip çıkmasını vasiyet ediyordu.

Bahtsız yazar, 10.Mart.1940’da, ırsî böbrek yetmezliğinden yaşamını yitirdi. Kiev’deki evi müzeye dönüştürüldü.

Üstad ve Margarita adındaki yapıtı hakkında biraz daha açıklama yapalım:

İlk müsveddelerinin yakılması üzerine yazarın belleğinde kaldığı kadarı ile yeniden kaleme almak zorunda kaldığı ve ölümünden yirmialtı yıl sonra Eşi Yelena’nın yayınladığı bu eser uluslararası bir hayranlık kazandı. Sovyet toplumunun ve onun edebiyat kurumu ve anlayışının eleştirisi olan eser, hem felsefî değerlendirmeleri hem de tanıttığı beldelerin (özellikle eski Kudüs’ün) görsel güzellikteki betimlemeleri ile yüksek bir sanat değeri taşır. Öykü içinde öykü tekniği ile okuyucuyu ana konudan kopmadan, bir yandan İncil’de anlatılan efsanevî beldeler bir yandan çağdaş Moskova gibi farklı âlemlerde dolaştırır. Roman, Profesör Voland adı ile tebdil-i kıyafet etmiş Şeytan’ın 1930’larda Moskova’yı ziyareti ile başlar. İsa’nın öyküsüne inandığı için tımarhaneye tıkılmış olan bir ozanla bir eleştirmen arasındaki “İsa Mesih ile Şeytan’ın var olup olmadığı hakkındaki bir taftışmaya katılıan Şeytan’ın yönlendirmesi ile konu, İsa’nın, Kudüs’ün Romalı valisi Pontius Pilatus emri ile Haç’a gerilmesi öyküsünün analizinden Sovyet Rusyadaki yozlaşma, tamahkârlık, dar düşüncelik ve alıp yürümüş korku ortamına uzanır.

Devlet’in ekonomiye karışmasındaki becereksizliği üzerine yazılmış olup Bulgakov’un ilk kez Devrim karşıtlığı ile yaftalanmasına sebebiyet veren “Ölümcül Yumurtalar” öyküsünü de özetleyelim:

Eksantrik bir zoolog olan Profesör Persikov yaptığı deneylerde kızıl ışınlara tutulan organizmaların büyümelerini hızlandırdığını keşfetmiştir. Moskova’da tavuklar arasında yayılan bir hastalık onların çoğunun telef olmasına yol açar. Durumu ıslah etmek düşüncesiyle Sovyet Hükûmeti çiftliğe ışınlama düzeneği kurar. Profesörün yeni tavuk yumurtası siparişleri üzerine çiftliğe yapılan nakliyatta dikkatsizlik yüzünden yumurtalar karıştırılmış; devekuşu, yılan, timsah dibi hayvanların yumurtaları sevkedilmiştir. Bu hata, yumurtalardan çıkan canavarların çiftlikteki işçilerin çoğunu öldürmesine ve Moskova banliyölerinde dehşet yaratmasına kadar farkedilmez. Sorumluluk, melunca bir fikirle masum ehlî hayvancıkları canavar hâline getirdiği zannedilen Persikov’un üstüne yüklenir.

Konstantin Georgiyeviç Paustovsky

Konstantin Paustovsky

1965 yılı Nobel Ödülüne aday gösterilen Paustovsky 31.Mayıs.1892’de Moskova’da doğdu. Demir yolları idaresinde istatistikçi olan ve ataları Zapparog Kozaklarına dayanan babasının romantizmi ona da sirayet ettiği için öykülerinde Devrim öncesi romantizm geleneğini sürdürecektir. Annesi ise aydın bir Polonya ailesinden geliyordu. Konstantin yetişme çağını kâh Ukrayna taşrasında kâh Kiev’de geçirdi. Kiev’in jimnazyumunda Mihail Bulgakovla sınıf arkadaşlığı yaptı. Jimnazyumda şiir yazmaya öykünüyordu. Ivan Bunin’in tavsiyesi ile nesir yazmaya dönecek; 1911, 1912 yıllarında “Su Üstünde” ve “Dörtler” öykülerini yazacaktır. Bunlar, o zamanın romantik macera ve öyküleri ile tanınmış Aleksandr Grim’in takdirini kazanacaktır. Keza, kendisinden biraz daha küçük “Odesa Okulu” grubu içindeki çağdaşları Izak Babel, Valentin Kataev ve Yuri Oleşa’yı da etkileyecektir. Lise sonuna doğru babası aileyi terkedince geçimini sağlamak için özel dersler verdi. 1912’de Kiev Üniversitesine, Doğal Tarih Fakültesine girdi. 1914’de Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesine transfer oldu. Bu kez de Büyük Savaşın patlaması öğrenimini sürdürmesini engelledi. Polonya ve Beyaz Rusya arasında çalışan bir hastane trende sağlıkçılık yaparken iki erkek kardeşinin cephede ölmesi üzerine Moskova’ya annesinin yanına döndü. Daha sonra pek çok işe girdi, çıktı. En son, 1916’da bir balıkçılık kooperatifine girdiği Taganrog’da gençlik duygularını dile getirdiği ilk romanı “Romantikler”i yazdı. Fakat bu eser 1935’de yayınlanacaktır. Adı üstünde bir uslûpla, (aslında kendisini anlattığı) romanın başkarakteri sanatkâr ruhlu Oscarın, kendisini para kazanma yolunda açıkgözlük yapmaya zorlayan insanlara direnişini ve yalnızlığını anlatıyordu. “Deniz Eskizleri” öykü derlemesi 1925’de yayınlandı ama pek dikkat çekmedi. Onu “Minetoza” (1927) ve romantik “Işıldayan Bulutlar” (1929) izledi . 1930’larda pek çok inşaat alanlarını gezen Paustovsky ülkedeki endüstriyel gelişimi öven yazılar yazdı. Bu dönemdeki romanları “Kara Burgaz” (1932” ve Türkçeye “Bataklık” adı ile çevrilen “Kolkida”dır (1934). Birincisi özellikle ilgi çekmiş olup Kara Burgaz Körfezi civarında bir keşif serüvenine aittir. 1847’de başlayıp Rus İç Savaşına kadar ilerleyen macerada bir grup Beyaz Muhafız ıssız bir adada aç susuz kalıp ölümü beklerler. Bazıları keşfe çıkan birisi tarafından bulunup kurtarılırlar. Bunlar hayatlarını kurtarmış kâşife katılıp doğal zenginliklerini keşfettikleri o bölgenin gelişimini sağlarlar.

Paustovsky “Kuzey’in Povest’i” eserinde de tarihsel temalarını sürdürdü. Bu kısa romanda St. Petersburg’daki Çar karşıtı Dekambrist isyandan sonra, ayaklanmaya katılmış bir grup yaralı subay İsveç’e sığınmak için buz üstünde yaya kaçmaya teşebbüs ederler. Başlarına bir dizi dramatik olay gelir. Yıllar sonra, 1930’ların Leningrad’ında bunların torunları beklenmedik bir buluşma gerçekleştirir.

1930’ların sonu Rusya’sındaki ortam da Paustovbsky’e ilginç temalar ilhamını vermiştir. “Yaz Günleri” (1937) ve “Meşçerskaya Storona”da (1939)doğanın insanı günlük dertlerinden uzaklaştıracak pek çok yararları ve güzellikleri olduğu teması ile tehlikesiz imalı bir eleştiri yolu seçmiştir. Mikhail Prişvin: “Ben Prişvin olmasa idim Paustovsky gibi yazmak isterdim,” demiştir.

II. Dünya Savaşı’nda Paustovsky güney cephesinde savaş muhabiri olarak hizmet gördü. 1943’de Gorky Film Stüdyosunda “Lermontov” filminin senaryosunu yazdı. Başka bir kayda değer eseri, 1890’larda Çaykovsky’nin bir senfoni bestelemekte olduğu uzak bir orman ortamını betimlediği “Orman Masalı”dır (1948).

1948’den 1955’e kadar Maksim Gorky Edebiyat Enstitüsünde okutmanlık yapan Paustovsky bir kaç edebî antoloji de yayınladı. “Moskova’da Edebiyat” (1956) ve “Tarusa’dan Sayfalar”da yeni yazarları tanıttı ve Stalin’in baskısına uğrayan yazarları açıkladı.

Diğer önemli yapıtları; “Kar”, “Kruvazman Yapan Gemiler(1928), “Kara Deniz” (1936) ve “Yağmurlu Şafak”dır (1946). Bir çok oyunu ve peri masalları da vardır. Ünlü otobiyografisi “Bir Yaşamın Öyküsü” bir tarihsel belge olma yanında bir yazarın içsel algılamalarını ve şiirsel gelişimini yansıttığı için “Bir Ruh’un biyografisi” diye nitelendirilmiştir. 1965’de Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterildi. Sovyet otoritelerinin baskısı karşısında bu ödül Sovyet rejimine daha sadık Mikhail Şolokov’a verildi. 1966 Şubatında ise, Sovyetler Birliği Komünist Parti 23. Kongresine, artık Stalin döneminin yaşanmaması yolunda bir dileği içeren mektubu imzalayan bilim ve sanatta başarı göstermiş 125’i aşkın sima arasında Paustovsky de vardı.

Paustovsky 14.Temmuz.1968’de Moskova’da vefat etti.

Valentin Petroviç Kataev

Odesa Grubu” yazarlardan söz etmişken iki kardeş Kataevler, Yevgeni Kataev ile ortak çalışmalar yapmış olan Ilya Ilf ve Oleşa’nın da tanıtımı gerekiyor.

Valentin Petroviç Kataev

Devrim sonrası toplumsal koşulların üzerinde etkili tartışmalar açan Rus ve Sovyet romancısı ve oyun yazarı Valentin P. Kataev Odesa’da, 28.Ocak.1897’de, bir öğretmen ailenin çocuğu olarak doğdu. Kardeşi Yevgeni ile Ilya Ilf’in 1928’de yayınlanan ilk ortak kitapları “Dvenadsat stulyev-On İki Sandalye”nin ana fikrini onun verdiği söylenir. Lise çağlarından itibaren yazmaya başlamıştı. Liseyi bitirmeyip 1915 yılında Orduya gönüllü katıldı, topçu sınıfında hizmet gördü. Ekim Devriminden sonra Kızıl Ordu saflarında Denikin’e karşı çarpışmalara katıldı. 1920’de Rus Telgraf Kurumunda çalıştı. Odesa’da gazetecilik yaptı. İki yıl sonra Moskova’ya taşınıp, Bolşeviklerin haftalık yayın organı Gudok’da (Islık) değişik müstear isimler altında mizahî oyunlar yazdı. İlk romanı “Krasnaya Nov” gazetesinde yayınlanan yeni Sovyet bürokrasisini Gogol tarzında hicvettiği ve iki bürokratın Devlete karşı görevlerini kötüye kullanmalarını konu alan “Zimmetçiler” (1926) oldu. Stanislavsky’nin iteği üzerine bu konu 1928’de sahneye uyarlandı. 1931’de de sinema adaptasyonu yapıldı. 1928’de yazdığı “Dört köşeli Çember” yerleşim sorununu alaya alıyordu.

İsmi Mayakovsky’nin bir şiirinden alınan “Saatleri İleri Alma” romanı (1932) işçilerin Magnitogorsk’da büyük bir çelik işletmesi inşasına girişmelerini ve Sovyetler Birliğindeki gelişme ile bir asırlık bir işin on yıla sığdırılmaya çalışılmasını anlatıyordu. İşçiler bu hedefe ulaşmak için mekanik marifetlerle saatleri sürekli ileri almışlardı. Kataev bunun senaryosunu da yaptı. Filmi 1965’de gösterime girdi.

“Beyaz Yelken Işın Saçıyor” (1936) 1905 Devrimini ve Potemkin Zırhlısı ayaklanmasını Odesalı iki okul çocuğu gözü ile irdeler. Kataev’in 1937’de romanın senaryosunu da yapıp çekiminde aktif hizmet aldığı film bir çocuk macera klasiği olarak ün kazanmıştı. Kataev 1950 ve 1960’larda, Yevgeni Yevtuşenko ve Bella Ahmadulina’nın da dahil oldukları yetenekli gençlere sayfalarını açaan “Yunost-Gençlik” adında bir dergi çıkardı. Kendisi de “Lirik günlük” diye nitelediği özyaşam öyküsü ve kurgu karışımı bir yazı stili geliştirdi. 1966’da “Novi Mir” dergisinde yayınlanan, bir ameliyat öncesi yapılan anestezi hâlinde gördüğü düşleri lirik-felsefî dille naklettiği “Kutsal Kuyu” başlıklı öykü bu türdendir. Yolculuklarına, tarihsel öykülerine mutlaka bilinçli yorumlamalar katar. Acı eleştirilerine karşın bir Sovyet yazarı olmaktan gurur duymuş: “Bir Sovyet yazarı stepde halk ile birlikte yürüyen adam olmalıdır,” demişti.

12.Nisan 1986’da Moskova’da vefat etti.
 

Yayın Tarihi : 4 Mart 2013 Pazartesi 13:09:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?