19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Sözcük Anlamlarında Evrimleşme - 11

 Gazetemizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve bu yazı ailesindeki bir diğer kuzenim (baba tarafından da yeğenim sayılan) değerli arkeolog ve deneyimli yazar Erdem Yücel'in "sen bu konularla kitap yazsan iyi olur" şeklindeki son derece nazik ve zarifane dokundurması ile, aslında benim de farkına vardığım, ancak uzun yıllar bürokratik platformda kalem oynatmanın yarattığı biçimlenme, biraz da bu gazetede angaje olduğum dil-tarih konusunun güdüsü yüzünden kendimi kolaylıkla engelleyemediğim kompakt yazı uslûbunu terketmek
gerektiği mesajını aldım. Bundan böyle kısa, daha rahat nüfuz edilebilir, gereğinde bir kaç bölüme ayrılarak izlenme kolaylığı sağlayacak makaleler yazma yolunu seçeceğim.

  Geçen makalemizde "Tarihin Sonu" kuramına değinmiştim; tam bu konuda yazmak üzere bilgisayarımın başına geçmiştim ki; sevgili Yılmaz Ergüvenç'in, Halkalı Kültür Merkezinde açılan "fosiller evrimi yalanlıyor" sloganlı" "Yaradılış Sergisi"'ne karşı duyduğu tepki ile kaleme aldığı "Hayatta En Hakikî Mürşit İlimdir" başlıklı makalesini okuyunca ayranım kabardı. Böyle bir sergi açıldığı haberini atlamasa idim mutlaka ele alırdım; zira yazı dizimin adını evrimleşme"den seçtim; bir yazımda da "toplumsal ve kültürel Darvinizm" ifadesini kullandım. Yılmazdan özür diliyorum; aynı konuyu yinelemem belki ayıp olacak ama, sosyal bilgiler öğrenimi yapmış, biraz da tarih merakı olan ve vu bu kuramı tümüyle kabûl eden biri olarak, aynı tema'yı bir de bilim tarihi ve sosyal boyutu ile işlemeyi bu yazı ailesi içindeki anlayış birliğini teyid etme ve bilimsel verilere karşı dinci direnişi kıracak cepheye çok fakirane de olsa bir güç katkısı verme umudu ile zorunlu gördüm.

  Papalık kurumunun, dünyanın döndüğünü iddia ettiği için mahkûm ettiği Galile'nin itibarını ancak 1992 yılında iade ettiğine önceki bir makalemde değinmiştim. Din bezirgânlarının, kanıtlanması zor düşüncesi ile 1,5 yüzyıldan beri direndikleri ve Charles Darwin'in gençliğindeki delişmen mizacına takarak bir manyağın uydurması dedikleri (benim için artık doğabiliminin yasası olan) bu bilimsel kuram, aslında onun icadı değildir.
Akıl için yol aynı olduğundan, tedricî (yavaş gelişen kademelerle) "oluşum" varsayımı İ.Ö. VI. asırdan beri başda Thales olmak üzere İyonyalı filozofların zihinlerini işgâl etmiştir. Anaksimander, hayatın suda başladığı kuramı ile insanların ilk atasının "balık" olduğunu iddia etmiştir.

 Canlılığın suda başladığı ipotezi isabetli olan Anaksimander'in hatası o devrin olanakları bakımından elinde yeterli veri olmadığı için başlangıç noktasındadır; ama yöntemi doğrudur. Efesli Herakleitos ise canlılar arasındaki savaşım'a dikkati çekerek Darwin'in "struggle for life - yaşam için savaşım" ilkesinin ve bunun "doğal seleksiyon"a yol açacağının binlerce yıl öncesinden bilincinde olduğunu göstermiştir. Aristoteles "Scala Naturae" şeması ile Doğanın canlıları ilkelden karmaşık organizmalara götürdüğünü, gereksinime göre organ yarattığını kabûl eden bir ipotez getirmiştir.

  Kolophonlu (İzmir'in bugünkü Değirmenderesi) Ksenophon keskin dikkati ile bazı arz yarılmaları katmanlannda deniz hayvanları kabukları gözlemleyerek jeoloji ve paleontoloji bilimlerinin babası sayılmıştır; onun açtığı çığırdan yapılan fosil araştırmaları "evrim kuramı"na çok büyük veriler sağlamıştır. Tarih sosyal bilimlerin, dolayısiyle sosyal evrimleşmenin laboratuarıdır; paleontoloji de biyolojik evrimleşmenin laboratuarıdır. Romalı Lucretius (İ.Ö. I.yüzyıl) "De Rerum Natura" isimli eserinde insan yaşamındaki etkinliklerin ayıklanıp en iyilerin bulunması biçimindeki tezi ile "toplumsal evrim"e" ve güçlü varlıkların ayakda kalabilmeleri ile "biyolojik evrim"e, dolayısiyle "doğal seleksiyon"a işaret etmektedir.

 Bu tezinde hayranlık duyduğu Empodokles ve "Pery physeos - Doğa hakkında"
isimli eser sahibi Epikuros'a referanslarda bulunur. Lucretius "Hiç bir şeyin yokdan var olmayacağı ne de var olanın yok olacağı" vargısı ile devrinin Lavoisier'sidir (İ.Ö. VI.asırda Parmanides de benzer düşünceler ileri sürmüştü). Nihayet yakın çağlarda, XVIII. Yüzyılda, "yok olan canlı türler" kavramı ile paleontolojinin gelişmesine öncülük eden Buffon Kont'u Georges Louis Leclerc "Histoire naturelle, générale et particulière - Genel ve özel Doğa tarihi" adındaki 23 ciltlik yapıtında yozlaşan türler üzerinde felsefe tartışmaları açmış, evrimleşme anlayışına kuramsal bir zemin hazırlamıştı.

  İsveçli botanik bilgini Carl Linneaus türlerin modern sınıflanması yöntemini getirmiş, Darwin'in dedesi Erasmus Darwin ve Lamarck, canlıların yaşam dönemlerinde karşılaştıkları değişikliklerin yeni kuşaklara iletildiği düşüncesini ileri sürmüşlerdir (bu fikir Charles Darwin tarafından yadsınacak, belirli bir türdeki bireylerin birbirlerinden farklı örgensel özelliklerinin kuşaktan kuşağa baskınlaşarak çok uzun bir süreçde, tedricen yeni bir tür oluşturduğu iddia edilecektir). Lamarck bilinen canlı türleri üzerinden kuramsal bir evrim şeması da yapmıştır.

  Görüldüğü üzere "evrim kuramı" ussal temeli çok eskilere dayanan görüştür.
Darwin'in yaptığı bunun kanıtlanmasında çok büyük bir adım atılmasıdır.1832'de denize açılarak Galapagos adalarında yaptığı araştırmalarda, adadan adaya tedricî evrimin çizgisini gözlemlemiş, bunun specimenlerini (örneklerini) kataloglamış, fosil incelemeleri yapmış, ancak 1859'da yayınladığı "The Origin of Species - Türlerin Kökeni" kitabı bu kuramı ikna edici hâle getirmiş; ağaçsivrifarelerinden, maymundan geçerek insana kadar ulaşan "primatlar" denilen memliler takımını evrimin belirgin bir örneği olarak göstermişti.

  "Akıl için tarik birdir" dedik; Darwin anılan kitabını yayınlamadan önce tanımadığı Alfred Russel Wallace isimli bir genç doğabilimciden Malaya çıkışlı bir mektup alıyor, bu zatın Malaya Arşipel'inde (Takımadalarında) yapmakda olduğu araştırmalarda aynı sonuca vararak "On the Law Which has Regulated the Intrduction of New Species - Yeni Türlerin Ortaya Çıkışını Düzenleyen Yasa Üzernie) adlı bir makaleyi 1855'de yazdığını öğreniyor (Wallace'ın bu araştırmaları 1862'ye kadar sürecektir).

  Kendisini deli bozuklukla itham etmelerine karşın vardığı bilimsel sonuçları yayınlamada bu kadar gecikecek kadar temkinli ve başka bilim insanlarının emeklerine de saygısı olan Darwin, Wallace ile anlaşarak onun makalesi ile kendi henüz yayuınlamadığı kitabının özetini Linnean Kurumunda (yukarda andığımız Linnaeus adına açılmış bir bilim merkezi) sunup bu kurumun dergisinde yayınlatmak kararı alıyorlar. Yazılar, önce ilgi uyandırmıyor; ama Darwin'in kitabı yayınlandıkdan sonra kıyametler kopuyor; din çevreleri halkı ona karşı kışkırtıyorlar. Retorik gücüne çok güvenen Oxford Piskopos'u Sanmuel Willberforce 1860'da Darwin'e meydan okuyup onu Oxford toplantısına münazaraya çağırıyor. Darwin hayranı ve zamanın çok genç yaşdaki ünlü biyologu Thomas Henry Huxley, laf ebesi Willberfoce'a karşı "evrim kuramı"nın o kadar parlak savunmasını yapıyor ki, dinleyicilerin büyük gürültüleri arasında Piskapos toplantıyı terkediyor. Bu kuram Huxley'in felsefeye "agnostisizm - bilinemezcilik" kavramını getirmesine yol açacaktır ki bu kavram (ilerde de açıklama yapacağımız üzere) din ve metafiziğe bakışda en tutarlı yaklaşımdır.

  Darwin, mütevazı tavrı ile kuramın henüz tam kanıtlanmadığını, bir alternatif görüşü ikna edici ise saygı ile karşılayacağını dile getirmiştir. İnsanın yakın atasının maymun olabileceğini ileri sürerken "Ah, bir de insan ile maymun arasındaki ara türler de ortaya çıksa" demiş olması antropolojik araştırmalara hız vermiş; antrpolojide arkeolojik ve paleontolojik bulgulardan yararlanılmaya başlanmıştır. Darwin'in özlediği ara türler de, tam insan ile maymaun arası homo erectus'un 1891'de Holladalı jeolog Eugéne Dubois tarafından bulunması ile başlamış, homo habilis'in (alet kullanan yetenekli insan)'ın 1964'de, homo sapiens'in (akıllı insan) çok çeşitli tarihlerde, bu türün en tipiğinin 1967'de Etiopya'da bulunması ile (bence) kuramın kanıtlanması süreci tamamlanmıştır.

 Hâlâ bulunmakda olan sayısız örneklerde, ara türler zincirinde, başda beyin hacmi olmak üzere organlardaki minimal ya da belirgin farklar evrimi yadsınmaz biçimde kanıtlamaktadır.
Darwin'e bir destek de "ontojeni (bireyoluş- yani bireyin embriyon halinden başlayarak gelişmesi) filojeni'nin (soyoluş) kısa bir özeti'dir" tez'i ile Alman zoologu Ernst Haecker'den gelmiştir.

  Hatırladığım kadarı ile 1980 yılında, bitmek bilmeyen direnmelere karşı Danimalı 80 kişilik bir bilim heyeti çok bilimsel aygıtlarla donanmış bir tekne ile, Darwin kuramının boşluklarını yakalama yolunda ile Asyanın kuzey kıyıları boyunca yoğun bir araştırma yapmış; bulunan sayısız yeni spesimenler üzerinde yapılan inceleme sonucu bu kuramın daha güçlü hâle geldiği açıklanmıştı.

  1956 yılında, Çanakkale Maiyyet Memurluğum sırasında bana verilen Bayramiç Kaymakam Vekilliği görevine başlarken tanışma ziyaretime gelen İlçe Yönetimi mensupları arasında İlçe Müftüsü de vardı; nur yüzlü ve sıcak kanlı bu zat iltifatlar ve başarı dileklerinden sonra beraberinde getirdiği bir deste broşürü bana armağan etmişti. Cep İlmühâli, Kısas-ı Enbiya gibi dinsel içerikli metinlerden oluşan bu dizi içinde bir de "Tabiiyyeciliğe Reddiye"
adını taşıyan risale bulunuyordu.

  Kendi anlayışına göre, çiçeği burnunda genç bir yönetici adayını Hak yoluna sevketmek gibi hayırlı bir misyon üstlenmiş bulunan bu çok sevimli din görevlisinin armağanı bu risale Darwinizmi yerden yere vurmak çabası ile yazılmıştı. Bu yazımın da mehazları arasında olabilecekken, ya bitmez tükenmez seyahatlerim sırasında ya da kitaplığımı ziyaret eden bir dostun azizliği sonucu yitirdiğim bu broşür bana, XV. Yüzyılda yaşamış aydın bir din adamı olan Cusa'lı Nikolaus'un (Nicolaus Cusanus) 1440'da yazdığı bir kitabın adını anımsatıyor: "De Docta Ignorantia - Öğretilen Cehalet"... Bu risaleyi ele alışımdan bu yana geçen yarım asırda serf sistemini, kulluğu, köleliği muhafaza etmek tutkusu cehaletin öğretilmesini, tarikatları, vakıfları, kursları ile muazzam bir örgütlenmeye götürdü. O küçük risaleyi kaybettim ama şu anda elimin altında Adnan Hocanın BAV'ının davalarına ait koskoca bir cilt var.
Sevgili Erdem'e verdiğim sözden dönmiyeyim; "Reddiyeciler" hakkındaki değerlendirmeleri ve ve metne ait sözlükçe'yi gelecek yazıma bırakayım.

Yayın Tarihi : 24 Mart 2006 Cuma 13:50:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?