19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Sözcük Anlamlarında Evrimleşme - 12 –

16.03.2006 tarihinde yayınlanan 10 sıra no.lı makalemin sonunda “Tarihin sonunun geldiğini iddia eden” bir kuramla ilgili değerlendirmelerimi vereceğimi kaydetmiş, ancak o günler için güncel sayılacak “Evrim Kuramı” karşıtlığı konusu araya girmişti. O arada da “Tarihin Sonu” kuramcısı olup ABD’de John Hopkins Üniversitesinde görev yapan, Chicago, 1952 doğumlu, Japon asıllı Francis Fukuyama’nın bu tezinden, anılan makalemin tarihinde yayınlanmış “ABD Dönüm Noktasında” isimli kitabı ile geri adım attığı haberi geldi.

Siyasal Bilimler ve Strateji uzmanı olarak 1981-82 ve 1989 yıllarında ABD Dışişleri Departmanında Politika Planlama kadrosunda üyelik ve uzun süre neo-con’ların (yeni muhafazakârlar) akıl hocalığını yaptıkdan sonra kendi kendini eleştirnip neo-conlarla bağını koparmış görünen Fukuyamanın eski görüşü üzerinde durmanın anlamı kalmadı sayılsa da, özellikle, okuyucularımız arasındaki toplum ve siyaset felsefesine ilgi gösteren aydın gençlerimize bir fikir jimnastiği yaptırmak hedefi ile Fukuyamanın şanjanlı görüşlerini tanıtmak ve bu örnekle, genelde fütüroloji’yi (geleceği kestirme
bilimi) ve ideolojileri irdelemeyi yararlı buldum.

Gorbaçov’un glasnost (açıklık) ve peretroyka (yeniden yapılanma) politikaları sonucu 1990’da SSCB’ nin çok partili rejimi ve Sosyalist blokun çökmesinin yarattığı iyimserlikle Sayın Fukuyama, “The National Interest isimli derginin yaz sayısında “The End of History? – Tarihin Sonu mu?” başlıklı makaleyi yazmış; bu olayın liberal demokrasinin meşruiyeti üzerinde bir genel uzlaşma ve anlayış birliği anlamına geldiğini; artık liberal demokrasinin “insanlığın ideolojik evrimleşmesinin son noktası”, “beşerî yönetimin son formu” olarak kendini kabûl ettirdiğini; monarşi, faşizm, nihayet komünizm gibi büyük kusurları ve usdışı yöntemleri olan rakip ideolojiler üzerine kesin bir yengi kazandığını; bir olgu olarak kendini kabûl ettiren “globalizm-küreselleşme”nin getirdiği post-national (ulus devlet sonrası) ortamda “tarihin sonu”nun geldiğini ileri sürmüştü.

Fukuyama bu görüşlerini genişleterek 1992’de “The End of History and the Last Man – Tarihin Sonu ve Son İnsan” isimli kitabını yazdı. Bu kitabı yazıncaya kadar geçen süre içinde cereyan eden Çin’de Tiananmen Alanında öğrenci ayaklanmasının çökertilmesi, Irak’ın Kuveyt’i işgâli gibi olayların “tarihin, fiilen devam ettiğinin” göstergesi gibi olduğunu kabûl etse de, tüm insanlığın geçirdiği binlerce yıllık deneyimi hesaba katarak; tekdüze, tutarlı bir evrimleşme süreci ile “Tarihin sonu”nun artık algılandığında ısrar ediyor; Tarih’in sonunun geleceğini iddia eden eski filozoflardan Hegel ve Marx’a göndermeler yapıyordu.

Hegel ve Marx insan toplumlarının evrimleşmesinin açık uçlu olmadığına, insanlığın temel özlemlerini doyuracak bir toplum düzeni kurulduğunda sona ereceğine; bu bakımdan bir “tarihin sonu” olgusuna iman etmişlerdi. Ancak Hegel için bu son küresel “liberal devlet”, Marx içinse enternasyonal “komünist toplum”la gerçekleşecekti. Yani bu “son” doğal, biyolojik bir akıbet değildi; nihaî, kesinlik kazanmış birlikde yaşam ilkelerini ve kurumlarını ifade ediyordu.

Kökdenci fakat cihat eylemlerinde artık çağcıl teknikler kullanan ve küreselleşmiş terörist İslamcı grupların yarattığı 2001 yılı, 11.Eylûl New York İkiz Kuleleri felâketi, bunu izleyen içlerinde göz dağı veren İstanbul ve Madrid bombalamaları da olmak üzere çeşitli terörizm olayları Batı’nın açık toplumlarında demokrasiyi zedeleyen olaganüstü sert önlemler alınmasına ve nihayet 2004 yılında Hollandalı film yapımcısı Theo van Gogh’un, Hollanda doğumlu, mükemmel konuştuğu Holllanda dili ile bu kültüre tamamen uyum sağlamış gibi görünen Muhammed Bûyerî adındaki Müslüman tarafından tüyler ürpertici biçimde boğazlanmasının demokrasi şampiyonu geçinen, sık sık Türkiyeye insan hakları dersi vermeye kalkan Hollandanın yeni göçmen kabûlünü fiilen olanaksız hâle getirmesine, Müslüman gruplara karşı aşırı sertlikde denetimler uygulamasına, keza Temmuz 2005’de Londra metrosundaki korkunç bombalamaların İngiliz yönetiminin de sertleşmesine neden olması liberal sistemin çöktüğünün habercisi oldu; değişik inançların ve uygarlık anlayışlarının yeryüzünden kolay kolay silinemiyeceğini ve “Tarihin devam ettiğini” kanıtladı.

Bütün ağırlık ve yoğunluğu ile kendini gösteren de facto (fiilî) durum “kuram”ı değersiz kıldı; dolayısiyle, bu arada ABD Başkanının “Yaşam Etiği Danışma Kurulu” üyesi de olan, Fukuyamayı da kuramını revize etmeye sevketti. 2.Kasım.2005’de kaleme aldığı “A Year of Living Dangerously – Tehlike İçinde Yaşanan Bir Yıl” isimli makalesinde Fukuyama “Tarihin henüz devam etmesini” Avrupa ülkelerine çalışmak üzere gelmiş (Türkler de dahil) Müslüman toplulukların çok büyük ölçüde yeni ortamlara uyum ve entegrasyon (bütünleşme) yeteneksizliği dolayısiyle dışlanmaları ve bunun getirdiği düş kırıklığı ve düşmanlık duygularının bilenmesine, doğuştan mensup oldukları kültür ve inançlara daha sahiplenerek sarılmalarına bağlıyor. Bütünleşmeyi önleyen bir etmen de düşük nitelikli iş gücü sahiplerinin ve onların ailelerinin kabûlünü güçleştiren Avrupa çalışma yasaları idi. Bu tür yasal düzenleme, çalışma katkısı ile dahil olmak istenen toplumdan dışlanma olarak algılanıyordu.

Geçtiğimiz Mart (2006) sonlarında yayınlanan “America at the Crossroads – ABD Dönüm Noktasında” isimli kitabında da, bu son tezinin daha geniş açıklamasını yaparak, Bush yönetiminin radikal İslam’a en büyük tehdit olarak bakmasındaki aşırılığı ve isabetsizliği, Irak işgâlinin yarattığı kargaşayı alabildiğine eleştiriyor; Avrupadaki müslüman topluluklarının dışlanma sorunlarının gerçek tehdit olduğunu vurguluyor; Neo-conizm denilen başarısız ideolojiyi artık kendisinin de destekleyemeyeceğini itiraf ederek günah çıkarıyor ve ABD politikasının tümüyle değişmesini öneriyor.

Fukuyama’nın kitabını yorumlayan The economist dergisi bu yeni anlayışı gerçekçi bir Wilson doktrini olarak gösteriyor. Birinci Dünya Savaşı sonunda, tarafları uzlaşmaya davet için formüle ettiği “14 ilke”sinin topraklarımız için çok yanlış uygulanmaya kalkışılması ile biz Türklerin çok iyi hatırlayacağı, Batılıların iyi niyetli bir Devlet adamı olarak gördükleri o zamanki ABD Başkanı Woodrow Wilson da 1915-1916 yıllarında Karayipler, Meksika gibi gibi yabancı ülkelerin iç işlerine karışmakdan kendini alakoyamamış ve genellikle (örneğin, Meksikalı diktatör Huertayı devirmek, devrimci Pancho Villa’yı tenkil etmek gibi girişimlerinde) başarısız olmuştu.

Doğrudur; demokrasi, liberal devlet en az yanlışı olan yönetim biçimleridir; ancak bunların başarısı, yönetenlerin basiretli, tarihi iyi bilen, doktrinlere zihinlerini takmayan, iyiyi- kötüyü, yararlıyı- yararsızı ayırma yeteneği olan aksiyoner olmalarına; eylem reçetelerini bazı ön yargılı kabûllerin, ideolojilerin kalıpları içinde yapmamalarına; olayları, konjonktürü çok iyi izlemelerine bağlıdır.

İdeolojiler, kuramlar (hayırlı da olsa, hayırsız da olsa) eylemlerin bahanesidir. Siyaset ve toplum bilimcilerinin de doktrin sahibi olma yerine önce isabetli analiz yeteneğine sahip olmaları, güçlünün gücünü kötüye kullanmasının tüm insanlığa vereceği zararların alarmını zamanında vermeleri gerekir; bu bir; ikincisi Dünya yerinde dönmeye devam ettikçe (kesin hüküm vermekden nefret ederim; bu bakımdan tahminime göre) “Tarihin sonu” gelmez.
Şu an için, Dünyada ABD’nin çoğu defa kötüye kullandığı süper gücü gibi hemen bütün devletlerin ulusal sınırları içinde biribiri ile geçinemeyen farklı etnik grupların kavgaları, yükselen milliyetçilik, yükselen din duyguları var.

Ekonomik anlamda küreselleşme söz konusu yani kapitalizm’in küreselleşmesi bir olgu; fakat küreselleşme beşerî bir yarar sağlayacak ideoloji olarak gerçekleşmiyor; şimdilik çıkarlarla sınırlı. Bence, sadece, zengin ülkelerde dışlanan yoksul kitlelerin kininin yarattığı bir tehlike olduğu savı naiv bir düşünce. Asıl tehlike onları başından beri pençelerine alan, manen ve maddeten sömüren, kışkırtan ihtiras, çıkar ve tahrik odakları... Büyük çıkarlar söz konusu olunca, Soğuk Savaş sırasında ABD’nin de kışkırtıp, beslediği Yeşil Tehlike, irtica da küreselleşiyor.

Fukuyamacığım, (Francis’ciğim demiyorum, çünkü Japon asıllısın) benden yirmi yaş küçüksün ama, tarihin sonunu görmeye senin ömrünün de yeteceğini hiç sanmıyorum. Tarihin başı, sonu değil tarihin tekerrürü , tahtarevallisi (bir inişi bir çıkışı) oluyor. Ben geçen makalelerimden birinde bir ilkokul anımı, sınıfda “Dünyanın Sarı Öküzün boynuzunda durduğuna inanan sadece bir debil arkadaşımızın kaldığını” nakletmiştim; kısa dönem içinde bu kafada olanların da ıslah olacaklarını bekliyordum; şimdi, bir ayağım çukurda, hâlâ beklemedeyim. İkide bir de kuramlarından döneceğine en iyisi Japonyana dön, Budist rahip ol, tarikatlar, vakıflar kur; Buda aşkına söylüyorum, çok iyi iş yaparsın.

Şaka bir yana, Yaşam’ın sonu gelmez bir savaşım olduğu gerçek. Hayr’ın Şer’e karşı savaşımında pragmatik bir yöntemle Hayr’ın yanında olmamız, ütopik bir çaba da olsa, kesin bir zorunluluk; bu ideal’i yitirmeyeceğiz.

Türkiye ve İran Cumhurbaşkanları iki Ahmed’i İranlının lehine kıyaslayanlar var; Bir hayır sahibinin yetimhanedeki çocuğa verdiğine benzeyen buruşuk, omuzlarından düşen, kolları parmak uçlarını aşan ceketle dolaşan, topuklarına bastığı pabucundan çıkardığı ayağı ile dizini kaşıyarak nutuk veren Don-Kişot Cumhurbaşkanı (!), evlere bedava dağıtılan gerici gazetelerimizde sömürgecilerle savaşan kahraman ilân ediliyor. Ne günlere geldik. Atatürk Türkiyesinin soylu ve ilkeli Başkanını böyle bir kıyaslama için sütunlarıma almakdan hicap duyuyorum.

Harp akademilerinde yaptığı son konuşmasında dikkat çektiği irtica tehlikesinin Devlet kadrolarına sızmış olduğunu ileri sürerken, bir hukukçu olarak, mutlaka elinde, hepimizin bildiğinden çok daha fazlasını gösteren, istihbarat raporları vardır. İbadet başkalarını taciz etmeden yapılır; siyasal provokasyonların yapıldığı, Madımak Oteli facialarına; kendi inancını yaşıyor, ibadet etmiyor diye, eğlenmekde olan üniversiteli gençlerin üzerine döner bıçakları ile yapılan saldırılara; çağdaş kıyafetli hanımlara karşı linç girişimlerine, töre cinayetlerine, papaz cinayetlerine, özgürlük tanımamaya sebebiyet veren vaızlara karşı elbette önlem alınmalıdır.

Doktrinsiz düşünür örneklerini ve Sömürgecilik ile başarılı savaşım vermiş liderlerin kişilikleri ve kullandıkları yöntemler hakkında ilerki yazılarımda bilgiler vereceğim.

Sözlükçe:

Entegrasyon (İng. Integration, Fr. Intégration) = bütünleşme (Fr. Intégrer = toplayıp bütünlemek) masdarından - Latince Integer = tam sayı, bütün , tüm; edebî anlamda = dokunulmamış, zarar verilmemiş ( “in” olumsuz öneki, tangere = dokunmak)

Globalizm = küreselleşme (Latince “globus” = küre)

Neo-con = Yeni-muhafazakâr (yeni bir terim) – İng. new, Fr. neuf (neuve), Alm. neue, İt. nuovo,
İsp. nuevo, Rus. novuii, Yun. néos (nefos), Farsça nau, nev, Sanskritçe nava(s), nu
Con (conservative’in kısaltması) – Fr. Conserver = muhafaza etmek masdarından...
Lat. censeruare ( con = birlikde, seruare = tutmak)

Tarih = Arapça (Ar.) işe yaramaz diye bir yere atılmış (terkedilmiş) nesne’den geliyor Frenkçe karşılığı İng. History, Fr. Histoire, Lat.
Historia araştırarak öğrenme anlamında; Yun. istor = bir amaç için bilmek, öğrenmek kökünden geliyor.

Kuram (Frenkçesi Teori, Ar. Nazariye) = tasarlanan, doğru olduğu varsayılan
soyut şey. Ar. Nazariye = bakış, görüş; Teori Lat. Ve Yun. Teoria =
görüş, bakış, gözlemlemekden geliyor.

Yayın Tarihi : 17 Nisan 2006 Pazartesi 14:58:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 212.253.11.xxx Tarih : 18.04.2006 22:07:46
Teoman Törün'ün her makalesi, bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyor. Zengin kültüründen damıtılan bu damlaların bir kitapta toplanmasını diliyorum.