19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Sözcük Anlamlarında Evrimleşme - Kutsal Değerler - 2

Vallahi Billahi, “Kutsal Değerler” başlığı altında serial bir yazı yazma aklımın köşesinden geçmiyordu da, bu defa devreye gene o sevimli Adnan Hocamız girdi; efkârımı bulandırdı. Faşizm, komünizm, siyonizm, masonizm, bölücülük düşmanlığı; vatan, millet, din, îman, namaz, niyaz, Atatürkçülük, Allah’a yakın “Vakit” gazetesinin muharrirliğini yapmak gibi muhassenat sahibi olmanın yanında şimdi de Ordumuza destek çıkmaya soyunmuş. İki emekli komutanımızı, fahrî başkanlığını yapmakda olduğu Bilim Araştırma Vakfı (BAV) aracılığı ile, 6.Haziranda Sepetçiler Kasrında düzenlemeğe niyetlendiği “Vatan, Millet Bölünmez” sloganlı konferansın moderatörlüğünü (oturum
yöneticiliğini) ve konuşmacılığını yapmak üzere kafa kola almak girişiminde bulunmuş. 

Doğallıkla, Harp Akademileri ve Kuvvet Komutanlıkları gibi son derece ağır sorumluluk taşıyan ve yoğun uğraşıları sırasında, zaten, Fettullah Hocadan Cüppeli Ahmet Hocaya kadar, hocadan geçecek yol bulunmayan ülkemizde, hangi hocanın ne marifet karıştırdığını tek tek izleme olanağı bulamamış emekli komutanlarımız, iyi niyetle daveti başlangıçda kabûl etmişler. Ne var ki; işleri güçleri, hocalarla ilgili gammazlık olan basınımız; Adnan Oktar Hocanın, bir zamanlar, başında bulunduğu 34 kişilik bir grubun “çete” ve “tehditle menfaat temin etmek” suçlamasıyla tutuklandığını, Adnan Hocanın (nam-ı diğer Harun Yahya) 18 yıl hapis istemiyle yargılandığını, bu davadan zaman aşımı yönünden kurtulduğunu, BAV çatısı altında: “İmamlar”, “Bacılar” ve “Cariyeler” olarak örgütlenen grubun, bazı genç kadınlara fuhuş, bazı politik simalara “mason” isnadı ile şantaj yaptıklarını, ayrıca Adnan Hocanın “Ümmetçilik” propogandasından 9 ay hapisde kaldığını ifşa edivermişler. 

Bu kez, Hoca, bu münasebetsiz gazetecilerin, Paşalarımızı bölücülere hedef gösterdikleri iddiası ile tehlike yarattıkları için konferansı şimdilik erteleme kararı almış. Kendi yazarı olduğu gazete, suikasta uğrayan Danıştay yargıçlarının resimlerini daha önce sergilemişti diye “hedef göstermek” ithamı altında kalmıştı ya; tu kaka yapıyor. Ama bu biraz farklı bir şey; sen tutmuş “Vatan, Millet Bölünmez!” diye boy boy ilânlar verip reklâmlar yapıyorsun; otomaktikman “bölücü”ye hedefi sen göstermiş oluyorsun.

Huylu huyundan vazgeçemiyor; yaşam tarzı böyle; kutsallık sömürüsüne devam... Ne ise ki; şantajdan öte tehlikeli yanı yok. Hocalar içinde en zararsızlarından; daha çok, hani şu Fadime Şahin adındaki tesettürlü, türbanlı hatunla piyastos olan Müslüm Hoca janrında... Müslüm Gündüz Hocayı hatırlarsınız, Aczmendî (Aciz kullar) Tarikatı şeyhi olup o baskından sonra ayrıca “halkı dinsel temelde nefret ve düşmanlığa teşvikden 2 yıl hapse ve para cezasına mahkûm edilmiş, sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM); mahkûmiyeti insan haklarına aykırı bulunarak aklanmıştı. Adnan Hoca da onun gibi “Kutsal Değerler Sömürüsü”nün güldürü sahnesini temsil ediyor.
 
Sempatik yanı da var. Ama, Hoca Efendi oğlum, bak, senin gazeten de netameli bir yer; bunlar şaka kaldıracak işler değil. Zaten, sen de epey çileli bir deneyim geçirdin; mahpuslarda kaldın. Gerçi sen, “mihneti kendine zevkeylemektir âlemde hüner” ya da “kahırdan nimet doğar” fehvasınca (anlamında), bu tutuklanmayı “Medrese-i Yusufiyeden mezun olma” kabûl etme filozofluğunu gösterdin; ancak, fazla karışık işlere girme; olay irticaî saldırı mı, derin devlet’in işi mi, hâlâ tam anlamıyla anlaşılamadı. Kuşku bir o yana bir bu yana gidip geliyor; sarkacın bir ucu sizin tarafda... Her tarafa öpücükler göndermekle her zaman yakayı sıyıramazsın.; kendini kargaşanın içinde buluverirsin. Şimdilik, “canlı türlerinin oluşumunun evrim gibi doğal bir mekanizma değil, Bilinçli Tasarımın hokos pokosla anında yaratış ürünü olduğu yolundaki bilimsel (!) iddianı işlemeye devan et; bu sana yeter” diyeceğim ama, hedef kitlen içinde bu konuya aklı basacak pek minimal sayıda kişi olduğu için, galiba pek rant sağlamıyor.

Kutsal değer değil de, toplumsal değer ya da toplumsal zarafet konusu olarak gördüğüm, ölmüş ya da ölüm hâlinde olan bir kişinin anısına saldırı oluşturacak dil uzatılmasına geleyim. Ölümle pençeleşen Ecevit’in hakkında çok ağır eleştiriler getiren (geçen yazımda adını vermediğim) Engin Ardıç’ın, köşesinin bulunduğu Akşam gazetesinin Pazar ekinde verdiği bir röportaj’da, Ecevit hakkında 21.Mayıs tarihli sayıdaki “Ölmüş gibi yazdım” başlıklı yazısındaki ağır saldırılar için satır aralarında biraz özür dilemenin duyumsandığı bir pasaj var. Özürü ise, mutlaka yazılması gereken bu yazının ölümden sonraya bırakılmaması gerektiği imiş. Kullandığı dil her hâlü kârda çirkin; kaldı ki, ha ölmüş ha ölüm hâlinde ne fark eder?
İnşaallah tersi çıkar ama yaşama dönememe olasılığı daha fazla. Artık bu noktadan sonra bunu böyle düşünmek lâzım; bu tehalüke ne gerek vardı?
Şimdiye kadar (böyle bir saldırı demiyorum) uygun bir eleştiri yapmayı neden geciktirdin? Bilmiyorum, belki yapmışsındır; onu artık sonsuza uğurlarken niye böyle ağırını reva gördün? Senin gazetenin muhabiri de, zaten Sayın Parti Başkanı Zeki Sezer’in umutsuz tavırlarından, daha, Ecevitin hasteneye yattığı ilk günden ölüm haberini verdi.

Benim de genelde politikaya bakışım seninki ile örtüşüyor; örneğin, 29.Mayıs tarihli (çok daha edepli yazılmış) “Deniz Baykal iktidara gelmemek için çırpınıyor” başlıklı makalene ben de imzamı atarım. “Muhalefet olmanın dayanılmaz hafifliği” içinde ayakları yerden kesilen Baykal iyice dağıttı. 

Aynen dediğin gibi, boyunun ölçüsünü alması için iktidara gelmesini iştiyâkla bekler gibi bir duygu içersindeyim. Geçen makalemden anlaşılacağı üzere Türkiye (genelde Dünya) hakkında pek iyimser beklenti taşıyamıyorum; ama bu, içtenlikli utopyası olanları topa tutmamı gerektirmez. Kendi yapım karamsar ya da statik diye, dinamik, aksiyoner yapıda kimselerin ısrarla kendi düşüncelerime çekilmesini istemeye hakkım yoktur. İyi niyet taşımaları kaydı ile, potansiyeli olan kişilerin politikada olmalarına saygı duyarım.
Karamsar ruh hâlimize karşın, Dünya düzeninin tesisinin imkânsız olmayabileceğini de düşünmek durumundayım; belki, çok uzun soluklu bir arayış, Dünyanın egemenlerini, insanlığın ortak yaşam alanı olan bu gezegeni yaşanabilir hâle getirmeye ikna edecektir.

Ankaradaki öğrenciliğimde, Rüzgârlı Sokakdaki büyüleyici esintisi ile o zamanki tüm ilerici gençlerin idolü olan genç gazeteci ve ozanı, kusurları da olsa Devlet Adamı kimliği ile de, İnsanlık örneği olarak da anmaya devam edeceğiz; nerede olursan ol, seni unutmayacağız, Ecevit.
Yayın Tarihi : 31 Mayıs 2006 Çarşamba 14:48:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?