29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Türban Kasırgası (I)


Kasırga, bilirsiniz, yerleşim alanlarını alt üst ederek yaşamı büyük ölçüde etkileyen, şiddetle esen burgaçlı rüzgârdır. Şu anda, “türban” adında toplumsal yaşamımızı alt üst eden bir toplumsal kasırga yaşıyoruz.

Kasırganın en fazla vurduğu coğrafya parçalarından biri ABD’nin Florida Eyaletidir. Özellikle, Florida’nın güneyindeki ve Meksika Körfezine uzanan “Key” denilen adalar dizisi ve gene Meksika Körfezindeki batı kıyısında içinde derin bir koy barındıran Tampa kentidir. Tampa’yı, ardı arası kesilmeyen yıldırımlı kasırgalar gibi zaman gelmiş tipi ve korsan istilâsı dahi vurmuştur. Ama, İspanyolca adı gibi çiçekli olan Florida ve en çekici turistik kentlerinden Tampa neşesini bozmamış göz kamaştırıcı gelişmelerini durdurmamışlardır. Tampa, korsanların en sonuncusu olarak bilinen ve Florida’nın kasırgalarına benzer şiddetteki Jose Gaspar’ın işgâlinde kalma anısının dahi tadını çıkararak, her Ocak sonu düzenlenen “Gasparilla Korsan Festivali” ihdas etmiş. Atalarımızın dediği gibi: “mihneti kendine zevk eylemektir âlemde hüner”.

Demek ki; gözümüzü açıp yiğitçe göğüsleyip önleyerek zararlarını en az indirebileceğimiz “türban” kasırgasından da fazla ürkmememiz gerek. Basında yer alan makalelere ve altlarındaki yurttaş yorumlarına bakıyorum da; kimisini çok kaygılı; kimisini uykuları kaçmış derecede hırçın; bazı garibanların kafaları karma karışık, ahlâkî değerleri alt üst edilmiş durumda; kimisi eski dönem siyaset adamlarının bugünlerdeki vebal ve sorumluluklarını tartışmaya açıyor; bunun arkasından aile bağlantıları yüzünden kavgalar büyüyor; ardından evrensel ahlâk değerleri ile kutsal dogmaların birbirlerine mezcedilmesinden doğan kendine özgü mizahî ürünler, çoğumuzda laçkalaşmış sinir eseri olmak üzere, hepimizi gülmekten kırıp geçiriyor.

Birkaç örnek sıralayalım:

Gazetemizin gedikli başyazarı Erdem Yücel’in, türban’ın Üniversitelere kabûlüne cevaz veren yasal düzenlemeyi geriye gidişin önemli bir kilometre taşı olan görüp kaygılarını ifade ettiği “Hoş Geldin Türban” başlıkla makalesine, uykusu kaçacak kadar sinirlenen asabî bir arkadaşın, tarihsel ve mantıksal çelişkilerle dolu yorumu özetle şöyle: İnsan hak ve özgürlüklerinin düşmanı yobaz ve örümcek kafalı türban aleyhtarlarının (CHP yandaşlarını kastediyor), medenî cesaretleri olmadığı için Atatürk’ün arkasına gizlendiklerini, bu kafada olanların 40 yıldır (?) memleketi nereye getirdikleri belli olduğunu ileri sürmesinin ardından CHP’nin bir türlü tek başına hükümet kurmayı beceremediğinden dem vuruyor. Aydınlanmacılardan “Sizin bikinili eşlerinize karışmazken bizim kadınlarımızın baş örtülerini ne hakla dert edinirsiniz? diye hesap soruyor. Kırk yıldan beri, aydınlanmacılar toplam (o da koalisyonlarla) kaç yıl iktidarda kalabildiler ki? Her insan gibi fani olan Atatürk ise şimdi ebedî uykusunda, nereden bulunup da arkasına sığınılsın. O sadece bir devrim iradesini simgeliyor artık.

Hatun kesiminden bazıları, başlarındaki bez parçası yüzünden okuma hakkından yoksun bırakıldıklarından yakınıp; şimdiye kadar devrimcilerin bu tavrı yüzünden cahil bırakıldıkları ithamında bulunuyor.

Bir yandan, rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in, bir ara Millî Görüş cenahında siyasete bulaşmış oğlu Aydın Menderes, CHP lideri Baykal’a, mahut gündem bağlamında babasının ruhunu tazip ettiği gerekçesi ile teessüflerini serdediyor; vs. vs.

Meselenin, selametle çözümü için epeyce geriye, yaşı çok ilerlemiş olan bu fakir yazarın hemen okul öncesi günlerine gidilmesi gerekiyor. 1.Eylül.1939 akşamını gayet iyi hatırlıyorum. Elinde gazetelerden birinin akşam nüshasını sallaya sallaya evimize girip “Dünya Harbi patladı!” diyen rahmetli İsmail Eniştenin (Yılmaz Ergüvenç’in babası) bu haberi üzerine, “Biz şimdi ölecek miyiz?” diye hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Harbin bizimle ilgisi olmadığına güvence verip beni teskin ettiler. Evet, ben ölmedim; ama, Dünya yüzünde, benim gibi milyonlarca yavru açlıktan, sefaletten, bombalardan, nükleer saldırıdan feci şekilde can verdiler; yüzmilyonlarcası da ızdırap, işkence çektiler; yetim, kimsesiz kaldılar. Bir yandan ülkenin başıı belâya sokacak çeşit çeşit tehlikeli ideoloji odakları ile boğuşmakta olan İnönü’nün dirayetli siyaseti bizi savaş cehenneminin açığında tuttu. Açlıktan hayvanat bahçelerine saldıran Yunan halkına gıda yardımı yaptık. Ekonomik reformlar, doğallıkla kesintiye uğradı. Dışarıdan borç almadan, kendi yağımızla kavrulup, dengeli bütçelerle, Harp sonuna itibarlı bir Devlet olarak çıktık.

“Üzkürül mevta bil hayr – vefat etmiş olanı hayırla an” deyimi vardır ama; zamanı gelince siyasî hataların sorgulanması gerekiyor. 1950’de “Yeter söz Milletindir” sloganı ile iktidara uzanan rahmetli Menderes, Devrimin tüm ilkelerini kulak arkası edip demagoji araçlarını seferber etmiş; borç almanın dayanılmaz cazibesine kapılıp, bugünden yarına mucizevî (?) kalkınma yolunu seçmiş; 1958’de bir tür iflas ilânı olan konsolidasyonla, ödeme erteletip yakasını kurtarmaya çalışmıştı. O andan itibaren katlanan borçlardan kurtulamadık; halen sıcak para ekonomisi ile ayakta tutunmaya çalışıyoruz. Bir yandan, evli kadınlarla gönül bağları kurup, bir yandan Said-i Nursî’nin elini öpüp inanan halkın saffetini istismar eden Menderes döneminde, idealist kaymakamlarla, öğretmelerin, Devlet desteği olmadan, babalarının fellik fellik okutmaktan kaçdığı kızları okullara sevketme mücadelesi verirken karşılarında, iktidardan güç alan mahallî imamları buluyorlardı. Üniversite kâfir bir kurum ilân edilmişti. Laik okullarda, Dünyanın yuvarlak olduğu, evrim kuramı, reform, Rönesans gibi melûnca bilgiler öğretiliyordu. Gazeteleri, yarısı beyaz görünür şekilde sansür eden, yargı erkini Parlomento’ya devreden, ispat hakkı tanımayan, sahte isimlerin doldurulduğu listelerle “Vatan Cephesi” mensuplarını radyoda üşenmeden okutup parti reklâmı yapan rahmetli Mendres, 1960 darbesinden sonra mağdur ilân edildi; son derece hatalı bir hukuk anlayışı ile idam edildiğinde, partisinin adı demokrat diye “demokrasi şehidi” oldu, çıktı. Bundan sonraki dönemlerde samimî aydınlanmacıların, bırakın tek başına iktidara gelmesini, koalisyonlar kurması toplam kaç yıl tutar ki, ekonomik çöküntünün sorumlusu olsun? İmam-Hatip okullarının feyzi kazandırılarak kaymakamların, öğretmenlerin, polisin “imam”a dönüştürülmeye çalışılan bu dönemlerde onların ne sorumluluğu olabilir? Halk demagogların avucunda idi. Mucizevî kalkınma rüyasında idi. Kemer sıkmaya niyeti yoktu. Oysa, Savaş öncesi :Almanya, İtalya kalkınmalarını kemer sıkarak, (şimdi, bizde engellenmesi için sonsuz sıcak para getirilen, hadsiz, hesapsız faiz yüküne katlanılan) enflasyonla gerçekleştirip Dünyaya meydan okumuşlardı(doğallıkla bu konudaki basiretsizlikleri ayrı konu). 1960 sonrası Avrupaya işçi akını, yurttaşımızın aydınlık kazanması umudunu vermişken din sömürücüleri oraya yetişerek, insanlarımızı heim’larında izole etti. Hem, gittikleri ülkelere entegrasyonlarını engelledi, hem kazançlarını sömürerek yeşil sermayesini kurdu. Yeşil sermayenin ve Kaplan gibi fesat odaklarının gayretleri ile “Şeriat” Avrupanın ortasında, Fethullah Hoca Efendinin himmetleri ile Dünyanın hemen her yerinde patladı. Yüksek tahsilli oldukları için dogmalarla kalkınılmayacağını çok iyi bilen bu din bezirgânları, eskiden kâfir yuvası dedikleri Üniversitelerde, şimdi, Dinî Aristokrat sınıfını teşkil edecek kendi kızlarını okutmak istiyorlar. İstiyorlar da, her türlü ön şartlanmadan uzak, salt bilim yapılacak irfan ocaklarına dogmasını gösteren simgelerle (hele Kur’anda yeri olmayan türbanla) girmek olası değildir; mutlaka fesat yaratır. İnsan hak ve özgürlüklerini bu anlamda kullanırsak, Yahudi öğrencinin kippasına, Hrıstiyanın istavrozuna, gamalı haça, orak-çekiçe de izin vermek gerekir ki; o zaman ortalık mezbahaya döner. Sotada bekleyen yobazları önleyemez oluruz. Yobazlık, bir yandan cehennem korkusu, diğer yandan huriler, gılmanlarla kucak kucağa Kevser şarabının içildiği ebedî sefahat alemleri vaadleri ile şartlandırılarak batıla saplanmış, bu uğurda 31. Marttan başlayarak, Maraş, Menemen, Madımak failleri, İran Şeriat Devrimi motivasyonlu Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu hocalar, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Gaffar Okkanın, başı örtülü Konca Kurişin, yurdumuzdaki yabancı din adamlarının, gayrı Müslim azınlıkların, Danıştay yargıçlarının, baro başkanlarının, oruç bozma, saç uzatma gafletine kapılanların katilleri, “El Kaide” motivasyonlu İstanbul katliamı failleri gibi insanlık dışı cinayetleri göze alan meczuplara denir. Ve bunların azmettiricileri pusudadır; Devlette köşe başlarını tutmuşlardır. Bu şikâkı gören İranlı yöneticiler, Dünyadan bağımız kopacak sevinci ile göbek atıp halay çekmeye başladılar.

Ülkenin zinde güçleri tarafından “Türban”a direnilecektir. Kasırgadan korkmayalım. Bir de, Arabistandan, Sahradan gelen Bad-i Sümum (Sam Yeli) vardır. Hafif esip, sinsi sinsi zehirlediği için bu adı almıştır. Arapça “sem” zehir, “samm” ya da “sümum” zehirleyen demektir. Tanrı esirgesin, bu rüzgârdan korunalım.

Yayın Tarihi : 15 Şubat 2008 Cuma 17:58:23
Güncelleme :16 Şubat 2008 Cumartesi 11:43:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
TeomanTörün IP: 85.103.196.xxx Tarih : 18.02.2008 12:05:42

Sayın Iğdır, Hazret-i Ali, Din tarihinde "Âl-i âba" denilen ailesi efradı ile birlikde ün yapmış parlak bir kişilikdir. Aktif idareciliği, inanç ve fikir mücadeleri, kahramanlık menkıbeleri yanında, sonradan Şerif Razi ve İbn Ebi-l Hadid'in kitaplaştırdığı siyasal konuşmaları, vaazları, mektupları, adajları ile saymakla tükenmeyecek ibret verici görüşleri olan, filozof değerinde bir zekâdır. andığınız sözü ile karşılaşmadım, ama, "akıl için yol birdir" bu çok yerinde olan görüşü de serdetmiş olması muhtemeldir. Toplum yaşamını etkilemiş kişilerin seyyiatı, elbette her zaman sorgulanabilir. Saygılarımla


Gökhan IP: 85.103.160.xxx Tarih : 17.02.2008 14:23:51

Sayın Törün,yaşam tecrübeleriniz ve bilgilerinizle, gündemde halkı meşgul eden olaylar ve konular ile ilgili verdiğiniz bilgi ve örneklemelerle desteklediğiniz yazılarınızı ilgi ile takip ediyoruz.Lâkin,vefat etmiş olanın hayırla anılması sözü biraz tartışmalı gibi geliyor.Neden dersiniz?Bu bence biraz şahsa göre değişir.Rahmet ve saygı ile anılacak insanlar olduğu kadar lanetlenen insanlar da mevcuttur.Dünyayı kan gölüne çeviren bir insan ile bilimsel,sanatsal etkinlikleri ile ulusal ya da küresel anlamda insanlığa hizmet etmiş insan aynı kefe de olamaz diye düşünüyorum.Hz.Ali'nin söylediği rivayet edilen bir sözde;''Şahsınıza bir kötülükte bulunanı affediniz ama vatana millete kötülükte bulunan birini asla affetmeyiniz''Bu söz hakkında bir bilginiz var ise (Doğru veya yanlış ise) bilgilendirirseniz sevinirim.Bu bakımdan ülkenin bugünkü ekonomik ve sosyal sıkıntılara bulanmasına neden olan bir zihniyetin temsilcisini de hayırla anmak hiç içimden gelmiyor açıkçası,saygılarımla...


Nazmi Öner IP: 85.99.157.xxx Tarih : 17.02.2008 22:22:44

Sayın Törün,İkinci Dünya Savaşından günümüze, en özlü biçimiyle ortaya koyduğunuz yönetim geleneğimiz, gerçekten mide bulandıracak ölçülerde yolsuzluklar, katliamlar, çıkar çatışmaları ve çelişkilerle dolu. Ve bu tablonun en önemli eksiği, bu gidişin hep olumsuz yönde gelişmesinin temel nedeni, sizin de geğindiğiniz gibi, gerçek anlamda hiç sosyal demokrat bir iktidarın (kısa süreli koalisyonlar hariç) gelmeyişidir. İşin kötüsü, şu anda bırakın iktidara gelmeyi, iktidar adayı, gerçek anlamda sosyal demokrat bir parti de yok diye düşünüyorum.


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.234.175.xxx Tarih : 16.02.2008 16:13:22

İşte pırıl pırıl aydınlık kafalı hakiki aydın böyle olur. Güzel üslûbunla fikirlerimize tercüman oldun. Kutlarım.


ibrahim bayhan IP: 88.245.160.xxx Tarih : 16.02.2008 13:55:28

Yazınızı okudum ve hiç bilmediğim birkaç kelim öğrendim. Teşekkür ederim. İnşallah günün birinde sinsilerden ve Kitabımızı yanlış yorumlayanlardan kurtuluruz.