30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

"Soykırım Tartışılmalı" (4)


SOYKIRIM TARTIŞILMALI VE BİLİMSEL YÖNTEMLERLE ARAŞTIRILIP AÇIKLANMALIDIR.

4-OSMANLI MİLLİYETÇİ BİR DEVLET MİYDİ?

Kuruluşundan yıkılışına dek Osmanlı devletinin hiçbir döneminde, milliyetçiliği devlet politikası haline getirmesi söz konusu olamayacağı gibi, çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluk olduğundan, Türk milliyetçiliği dahil, her türlü milliyetçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır. Milliyetçilik hareketlerinden en çok zararı gördüğü ve bu yüzden balkanları kaybettiği (1912) dönemlerde bile Osmanlı, karşı milliyetçilik yerine, İslamcılığı tercih etmiştir.

Bu yüzden Osmanlının ırkçı-milliyetçi bir anlayışla, etnik temizlik hareketine girişemeyeceğini anlamak için, birazcık tarih bilmek yeterlidir. Her ne kadar Enver Paşa’nın bu bağlamda, bazı desteksiz girişimleri olmuşsa da, Sarıkamış faciası ve Türkistan rüyalarının hayal kırıklığıyla sonuçlanması, milliyetçiliğin henüz hiç oluşmadığı halklarla, milliyetçilik kartına başvurulamayacağını göstermiştir.

Birinci Dünya Savaşında Osmanlının, etnik yapısı itibariyle de ırkçı olması olanaksızdır. Çünkü imparatorluğun en geniş topraklarında Araplar vardı ve Anadolu tam bir mozaikti.

Halkın ırkçı olması ise hayal bile edilemez. Çünkü Osmanlıda milliyetçilik akımları, Balkan Savaşlarından sonra, Osmanlıcılığın tamamen iflas etmesi ve Birinci Dünya Savaşında Arapların itilaf devletlerinin yanında yer almasıyla, İslamcılığın da iflas etmesinden sonra, fikir ve felsefe aşamalarında başlamış olup halkın çok uzağındadır.

Türk halkında milliyetçilik fikirlerinin gelişmesi, Ermenilerin katliamlarıyla kısmen uyanmaya başlamışsa da, asıl gelişme ve yayılması İzmir’in işgalinden sonra olmuştur.

Her olay ve her sistem kendi çelişkisini de içinde taşır, görüşünün bir gereği gibi, İtilaf Devletleri de, Anadolu’yu işgal hareketlerini sessiz sedasız yürütürlerken ve Türk Milleti de bu durumu kader olarak kabullenmişken, İzmir’in işgaliyle adeta suçüstü yakalanmışlardır.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, tam anlamıyla bir teslimiyet haleti-ruhiyesi içindeki Türk halkı, teslim olan İzmir’de 48 saat içinde 2000 sivilin öldürülmesi üzerine adeta şok olmuştur. Bu yüzden İzmir’in işgali, Türk halkının teslimiyet duygularından sıyrılıp, milli bilincin uyanmasına ve halkın yeniden bir direniş içine girmesine neden olmuştur. (kuva-i milliye)

Yani sonuç olarak tehcir yıllarında, ne Türk milletinde milliyetçilik bilinci vardır, ne de Osmanlının ırkçı davranması olanaklıdır. Osmanlının her hangi bir gruba karşı, değil soykırım uygulaması, Avrupa içişlerine karışma bahanesi yapar korkusuyla, azınlıklara kendi vatandaşlarından çok daha hassas davranmakta ve daha fazla haklar tanımaktadır.

Paris Barış Konferansında bu endişeden dolayı, Fransa ile anlaşarak ıslahat fermanını kendisi ilan etmişse de, fermanın anlaşmaya girmesini önleyememiştir. Görüldüğü gibi azınlık hakları Osmanlının en hassas noktasıdır. Hatta Osmanlı Mayıs 1919 da, Atatürk’ü Samsun’a gönderirken bile, olay çıkaran Pontusçu Rumları değil, onların taşkınlıklarına karşı çıkan Türklerin cezalandırılmasını istemiştir. Çünkü orada bir olay çıkarsa, İzmir gibi Samsun’un da işgale uğrayabileceği endişesini taşımaktadır.

Görülmektedir ki; soykırım yapılmamış olması, Osmanlının asaleti veya Türk’ün alicenaplığı ile ilgili popülist bir yaklaşım olmayıp, o günün koşullarında Osmanlı toplumunun, milli bilinç aşamasına ulaşamamış olması ve Osmanlının bu alanlardaki hassasiyetiyle ilgili bir durumdur. Yoksa Türk devletleri soykırım ve zulüm yapmaz diye bir kural da yoktur.

Uluslar arası tanıma uymasa bile, devletlerin soykırım yapmamış olması olanaksızdır. Çünkü hiç savaş yapmamış devlet olmaz ve soykırımsız savaş olmaz. Kaldı ki hiç savaş yapmasa bile, kendi vatandaşını dönem dönem ezmiş, bir ölçüde sınırlı da olsa zulüm ve işkence uygulamıştır. Bu açıdan bakıldığında bizim tarihimiz de pek parlak sayılmaz. Orta Asya’da Türk boylarının birbirine karşı savaşları, Ortadoğu’da kurulan Türk devletlerinin birbiriyle ve başkalarıyla savaşları da çok acımasızdır.

Zaten Doğu’nun fetih geleneği, korku ve dehşet saçarak halkları sindirme politikalarına dayanır. Moğollar, girdikleri bir ülkenin ilk kentini yakıp-yıkıp, halkını kılıçtan geçirdikten sonra, öteki şehirler korkuya kapılarak teslim olmaktadırlar. Timur’un Sivas’ta uyguladığı yöntem de aynısı olup, tüm devletler zaman zaman belli ölçülerde bu yöntemlere başvurmuşlardır.

Halkına zulüm ve işkence yapmak ise, özellikle demokrasi ve insan haklarının kısıtlı olduğu ülkelerde, devletlerin doğal hakları gibidir. Bu yüzden asıl önemli konu, yüz sene önce Doğu Anadolu’da soykırım olmuş mudur olmamış mıdırın ötesinde, devletlerin yetkilerinin ve bu yetkileri kullanma yöntemlerinin, masaya yatırılması ve devletin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Mümkünse tamamının ortadan kaldırılıp, insanlığın tek bir yönetim altında toplanması gerekir.

Çocukluğumdan hayal meyal hatırlıyorum. Ninemin cirim çevirme diye bir duası vardı. Gece yatmadan önce bu duayı okuduğu zaman kendini gece boyunca koruma altına aldığını düşünürdü. Duanın sonunda da şiir gibi bir bölüm vardı. Allah kazalardan, belalardan, cefalardan, cezalardan, dolu afatlarından, sel afatlarından, yangın afatlarından, çekirge afatlarından diye, tüm afetleri saydıktan sonra, son olarak da Osmanlı zulumatından huuuset yarabbim diye duayı bitirirdi.

Ninemin okuması yazması, bağlı olduğu ilin dışında dünyayı tanıması diye bir şey yoktu. Belki Osmanlının bir zulmü ile de karşılaşmamıştı ve dua da kendi icadı değildi. Ama buradan, Osmanlının kendisini zulüm olarak algılatacak kadar, sert ve otoriter bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ama ninem ne Ermeni, ne Rum, ne de Kürt’tü. Ninem Türk’tü ki; bu da Osmanlının otoriter karakterinin, tüm tebaa için geçerli olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Yani Osmanlı Ermeni isyanlarına çok sert tepki vermiş olabilir. Fakat bu durum devlete ters düşen tüm tebaa için aynı olup, bütün Türk ve Şark devletleri, topluma hakim olmak adına, bu tür yıldırma politikalarına her zaman başvurmuştur. Politika “İki tanesini sallandıracaksın, hepsi yola gelecek” politikasıdır.

Ayrıca, Ermenilerle Kürtlerin daha Türklerin Anadolu’ya gelmediği dönemlerden başlayarak, binlerce yıldır süregelen, aynı bölgeyi paylaşma sorunları, bölgeyi sahiplenme ve kullanma durumları, birbirlerine karşı pozisyonları, din egemen feodal bir yapılanmada Kürtlüğün ve Ermeniliğin de ötesinde bir durumdur. Artı bu duruma birisinin İslam, ötekinin Hıristiyan şövalyeliğine soyunmuş olmaları da eklenince, bir birlerini öldürmeleri için, illa da soykırım tanımındaki ırkçı devlet politikaları olması gerekmez sanırım.

TARİHE GEÇMİŞ BAZI SOYKIRIMLAR

1- Jozef Stalin (Rusya 1934–39) 13 milyon mülteci ve 100 binlerce ölü
2- Adolf Hitler (Almanya 1939–45) 12 milyon mülteci, 2 milyon ölü ve kayıp
3- Mao Tze Tung (Çin 1966–69) 11 milyon kişiye kültürel asimilasyon ve sayısı belirsiz ölü
4- İspanyol ve Amerikalı kaşifler (1492–1800) 7.9 milyon ölü ve kayıp
5- Hideki Tojo (Japonya 1941–44) 5 milyon ölü ve kayıp
6- Pol pot (Kamboçya 1975–79) 1.7 milyon ölü ve kayıp
7- Kim İl sung (Kuzey Kore 1948–1994) 1.6 milyon mülteci ve sayısı belirsiz ölü ve kayıp
8- Charles de Gaulle (Cezayir 1954–62) 1 milyon ölü ve kayıp
9- Leonid Brejnev (Afganistan 1979–82) 900 bin ölü ve kayıp
10-İngiliz Krallığı (Avustralya 1849–1938) 719 bin ölü ve kayıp
11-Saddam Hüseyin (ırak 1980–90) 600 bin ölü ve kayıp
12-Danimarka (1945) 250 bin alman mülteci ölüme terk edildi.
13-ABD (Almanya Dresden 1943–45) 200 bin Alman mülteci ölüme terk edildi.
“ (Hiroşima, Nagazaki 1945) Atom bombasıyla 135 bin ölü
“ (Vietnem 1963–74) 100 bin ölü
14-S.Miloşeviç (Yugoslavya 1992–96) 180 bin ölü ve kayıp.

Ve bu listede sayı elliyi aşıyor.

Yayın Tarihi : 30 Nisan 2008 Çarşamba 00:12:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?