30
Nisan
2024
Salı
ANASAYFA

Sayın Turnalı’ya yanıt (3)

Sayın Turnalı 18.01.2014 Tarihli yorumunuza gelince: Büyük İskender’in ölümünden daha önceki yazılarımda gerektiği kadar söz etmiştim. Onun için yeniden girmemiş olabilirim.

Zaten beni en fazla rahatsız eden hususlardan birisi de, İskender konusunu fazla uzatmış olmamdır. Hatta olayın bir İskendernameye dönüşmesinden endişe etmekteyim. Yorumunuza bakalım isterseniz önce.

Ahmet Bilgin Turnalı IP: 212.xxx.xxx Tarih : 18.01.2014 14:09:40
Nazmi bey, uyarılarımı dikkate almıyorsunuz. Terminolojiye ağırlık verin ve kullanılan kelime ve terimlerin Türk bilim dünyasındaki karşılıklarını kullanın.Sizi tenkit değil teşvik ettiğimin farkında değilsiniz galiba...İskender'in Babil'deki bir humma nöbeti (belki de fazla içki tüketimi veya bir iddiaya göre zehirlenerek)sonunda M.Ö.323'deki vefatından sonra açılan Hellenistik Dönem (Helenistik değil !) M.Ö.31'de Yunanistan'ın batı sahilindeki Actium deniz savaşında kapandı.Sonra ilk imparator olan, Caesar (Latince Kaysar,Fransızca Sezar,Almanca Kayzer,Rusça Tsar)'ın küçük yeğeni (kadın yeğeni Atia'nın oğlu)Octavius iyi bir asker değildi-çok iyi bir devlet adamı olmasına karşılık-bu savaşta kendisini deniz tuttuğu ve asıl kazananın sonra damadı olan Agrippa'nın olduğu bilinir.İngilizcede uncle tek başına açık olarak amca-dayı farkı gözetmez.Bu bakımdan Augustus'un büyük dayısı Caesar'dır. Kolay gelsin...

Helen ve Helenizm sözcüklerine gelince bu sözcükler artık Türkçeleşmiştir. Bilgisayara yüklü olan Türkçe sözlük, Hellen sözcüğünü kabul etmiyor, altını kırmızı çiziyor; ama Helen sözcüğünü kabul ediyor. Yani Antalya gibi, Bergama gibi, Aristo gibi, Helen sözcüğü de Türkçeleşmiş. Konu bilim yapmak değil de bilgi vermek ise, herkesin bildiği dili kullanmak gerekir diye düşünüyorum.

Helenistik dönem için koyduğunuz sınırlara gelince, elbette ki verdiğiniz rakamlar doğrudur. Ama taktir edersiniz ki, Helenizm gibi yeni bir kültür olayı, bir anda tek bir olaya dayalı olarak başlayamayacağı gibi, bitişi de, kökü derinlerde bir kültür olayı olarak bir günde, bir olayla bitirilemez.

Nitekim Pisidya’da Helen kültürü ve Grekleşme o denli kök salmış ki, Roma Döneminde de devam etmiş, Roma’nın Latinleştirme çabaları fayda vermemiştir.

Onun için ben okuyucuya, olayı kronolojik rakamlara boğmadan, İskender’in ölümünden, Mısır’da son Helenistik krallığın yıkılışına dek geçen, ortalama 300 yıllık bir dönem olarak vermek istiyorum. Ama biliyoruz ki, aslında Adriyatik Denizinin doğusu hep Helen, Batısı ise hep Latin kalmış olup, Roma da tam bu kültür çizgisinden ikiye ayrılmıştı.

Sayın Turnalı, yorumunuzun son bölümüne ise hiç girmek istemiyorum. Diyorsunuz ki: “Hellenistik Dönem (Helenistik değil !) M.Ö.31'de Yunanistan'ın batı sahilindeki Actium deniz savaşında kapandı.Sonra ilk imparator olan, Caesar (Latince Kaysar,Fransızca Sezar,Almanca Kayzer,Rusça Tsar)'ın küçük yeğeni (kadın yeğeni Atia'nın oğlu)Octavius iyi bir asker değildi-çok iyi bir devlet adamı olmasına karşılık-bu savaşta kendisini deniz tuttuğu ve asıl kazananın sonra damadı olan Agrippa'nın olduğu bilinir.İngilizcede uncle tek başına açık olarak amca-dayı farkı gözetmez.Bu bakımdan Augustus'un büyük dayısı Caesar'dır.”

Aman Allah’ım bu ne ayrıntı böyle. Bilmiyorum ne düşünürsünüz, ama bu ayrıntı tarih bölümündeki bir öğrenciyi bile boğar ve tarihten uzaklaştırır diye düşünüyorum.

Örneğin Türk Milletinin Sezar olarak bildiği Roma İmparatorunu için “Caesar (Latince Kaysar,Fransızca Sezar,Almanca Kayzer,Rusça Tsar)” gibi bir açıklama yapıyorsunuz. Sezar’ın orijinal ve her dilde söylenişini yazmak, benim okuyucuma ne kazandırabilir. Sıkılıp okumayı bırakmasına neden olmaz mı? Ve bu denli ayrıntıya girersem bu yazı dizisi çok fazla uzamaz mı? İnsanlara bilgiçlik taslamak olmaz mı?

Çünkü ben burada ne bilim yapıyor ne de yeni bir tarih yaratıyorum. Ve bilimsel bir makale de yazmıyorum. Dahası kimseye tarih dersi vermek gibi bir amaç da taşımıyorum. Yapmaya çalıştığım yalnızca, tarihin sevimsiz soğuk yüzünü, birazcık sevimli hale getirerek, insanlarda tarihe karşı birazcık ilgi uyandırmaya çalışıyorum.

İçinde yaşadığımız coğrafyanın taş veya topraktan ibaret olmayıp, bir ruh taşıdığına, zaman denilen süreci bugüne taşıdığına, ayrıca bizim kimlik ve kişilik özelliklerimizin bu mekan potasında zaman içinde oluştuğuna dikkat çekmeye çalışıyorum.

Günlük gailelerimize saplanıp, dışımızda tuttuğumuz, ilgisiz ve bilgisiz davrandığımız bu alanların, aslında bizi insan yapan, hatta bizden önceki insanlığı içinde barındıran, gerçek bir ibret alanı olduğunu, bunlardan öğrenebileceğimiz pek çok şey bulunduğunu fark ettirmeye çalışıyorum.

Sayın Turnalı, bilmem farkında mısınız? Bu yazıda kısaca da olsa bilimsellik tartışmasına girdiğimiz bölüm bile, normal okuyucu için, bırakın okunabilirliği, bir işkenceye dönüştü. Öyle tahmin ediyorum ki bazı okuyucularım “Bunlardan bana ne” diye belki de yazıyı yarım bıraktı. Onun için burayı bir tarih fakültesi gibi düşünmeyin lütfen. Burada her meslekten okuyucu var.

Konunun ayrıntısını merak edenler için de sayısız kaynak var. Bildiğiniz gibi kenthaber bir internet sitesi. Yani insanlar internete girerek bunu okuyor. Okuyucu tereddüde düştüğü anda girer arama motoruna, doğrusuna bakar. Her ne kadar internette bilgi kirliliğinden söz edilse de, birazcık konuya hakim olan birisi, doğru ve temiz bilgiyi hemen tanır. Ya da en azından başka kaynaklarla karşılaştırarak yanlışı eler diye düşünüyor, yorumlarınızla bu açıklamalarıma vesile olduğunuz için, tekrar teşekkür ederim.
 

Yayın Tarihi : 11 Şubat 2014 Salı 11:31:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 178.233.89.xxx Tarih : 13.02.2014 21:50:47

Sayın TÖRÜN.
Nerede ve ne şekilde yazdığımı bilemiyorum, ama ‘o halde= o takdirde’ gibi, değerlendirme anlamında kullanmış olmalıyım. Farklı yazmışsam yanlış yazmış olmalıyım. Fakat size daha önceki yorumumda da belirttiğim gibi, o kadar yoğun çalışıyorum ki, burada yazdığım yazıları yazıp, çoğu zaman bir kez okuyup gönderiyorum. Yani en az üç kez okumam gerekir ki, bu mümkün olmuyor. Hatta çoğu zaman kendi yazımı köşemde okuma olanağım olmuyor. Neden bu yoğunluğa girdim? Çünkü 4 Ekimde güncel politik yazıları bırakıp, Sagalassos’a geçtim. Ama sonrasında meydana gelen siyasi depremlerden sonra 2013’ü oraya dek yazmışken yılı bitirmek zorunda hissettim kendimi. Öte yandan 2011 gezisinin yarısı, Avustralya ve 2012 Sibirya, Orta Asya gezisinin çoğu yazılmadan duruyor. Bir çoğunu unutmaya başladım. Günde on saat sürekli gezi yazısı yazsam iki sene sürecek. Bu arada Semerci yayınları Kürt Açılımını yayınlamaya karar verdi. Son bir aydır onun yayına hazırlanması da iyice iki ayağımı bir pabuca soktu diyebilirim. Ayrıca benim asıl alanım eğitim. Milliyet Blog’da bir Gönen Mezunları Bloğum var. Bu yüzden Sagalassos ile ilgili dört yazı gönderdim mi, 15 gün diğerlerine zaman ayırıyorum. Bir de, yaşın ilerlemesini eklersek arada bir hata olabiliyor. Tabii ki mazeret değil, ama her şeye rağmen hatalarım katlanılmaz ve kabul edilmez boyutlarda değildir sanırım. Yine de uyarınız için çok teşekkür ederim.

Sayın TURNALI
Çoğu zaman yazılarımı okuma olanağı bulamasam da, açıp baktığım zaman altında yorum varsa bunu okuyorum. Ama mutlak surette yanıtlanması gerekmiyorsa, genelde yanıt yazmıyorum. Fakat elbette ki son yorumunuzu da okudum ve benim açıklamalarımdan sonra tarafınızdan anlaşıldığımı düşündüm. Yani sizin eleştirileriniz doğruydu, ama ben farklı bir kulvarda yol alıyordum, anlaştık diye düşündüm. Peki hala niye sürdürüyorsun derseniz, biz birbirimizi anladık belki ama okuyucunun da bunu anlaması için eleştirilen hususları tek tek ele almak ihtiyacı hissettim. Çünkü sizin bilimsel açıdan benim de güncel pratik tarihçilik açısından doğru şeyler yaptığımızın anlaşılması, aslında bir çatışma değil, farklı iki yaklaşım sergilediğimizin bilinmesi gerektiğini düşündüm.
 

Sayın Turnalı benim Sagalassos’la ilgili bir kitabım yok. İşte bu şekilde bölüm bölüm yazıp tamamlayabilirsem, bir dosya olacak. Basan birisi çıkarsa da kitap olur. Ama kitaplaşma olanağı doğarsa, elbette ki yeniden bir daha düzenlenmesi ve sanırım biraz daha kısaltılması gerekecektir diye düşünüyorum.
Yorumunuz yayından kalkmış değil. Yorum yaptığınız yazının altında duruyor. Benim yazımı açtığınız zaman, sağ köşede diğer Nazmi Öner yazıları başlığı altında, iki yazı aşağıda kalmış. Her zaman görebilirsiniz. Kent haberde bugüne dek bana yapılan bir yorumun silindiğine şahit olmadım. Kenthaberde yazmanız konusunda da, yazarsanız elbette ki, memnun oluruz.
 

Sayın Turnalı görüldüğü gibi buraya dek yorumunuzda mutlaka yanıtlamam gereken bir husus göremediğim için yanıt yazmaya gerek görmedim.
Fakat bir hususta cevap yazmayı düşündüysem de iş yoğunluğu yüzünden vazgeçmiştim. Fakat madem şimdi yanıt yazdım buna da kısaca değineyim. Okuyucularımı saldırgan ve agresif bulmanızı tasvip etmediğim için bunu yazmak istemiştim. Sayın Turnalı, bizde müşteri velinimettir diye bir söz vardır. Biliyorsunuz yazarın müşterisi de okuyucudur. Zaten okuyanın çok az olduğu bulunduğu ülkemizde, okuyucuyu beğenmemek gibi bir lüksümüz olduğunu düşünmüyorum. Nerede yazarsanız yazın, bir yazar bunları göze almak zorundadır. Çünkü okuyucunun da kendine has bir dünya görüşü, bir düşüncesi ve olaylara kendine has bir yaklaşım biçimi vardır. Benim yazdığım her şeyi kabul etmek zorunda değildir. Yazarı övdüğü de, yerdiği de olacaktır. “Milliyetçilik en büyük tehdit” adlı dosyamı yayınladığım zaman daha ilk yazıma, yazının üç-beş katı çoğu hakaret içeren eleştiriler gelmişti. Ama zaman içinde beni anladıkça okurun tepkisi de büyük ölçüde değişti. Okur ve eleştirisinden çekinirseniz yazamazsınız. Ve ben okurlarımın eleştirilerinden çok şey öğrendiğimi, öğrenmeye de devam edeceğime inandığımı belirtmek isterim. Uyarılarınız için tekrar teşekkür ederim.
 


Ahmet Bilgin Turnalı IP: 212.252.138.xxx Tarih : 13.02.2014 00:12:48

Nazmi bey son defa yazdığımı söyleyip konuyu kapatmıştım. Fakat son yorumumdaki geçmiş olsun temennilerim ile Sagalassos kitabı hk.talebimi ve niçin Erdem beyin nazik teklifini  kemali nezaketle kabul etmediğimi açık olarak yazmıştım.Galiba bunu okumadınız onun için eski konuları deşiyorsunuz. Ben sadece şunu sorup kesinlikle bitiriyorum. Yukarıda belirttiğim son yorumumu okudunuz mu okumadınız mı? Çünkü yayından kısa bir süre silinmiş. Başarılar ve kolay gelsin. A.B.Turnalı.


Dr. Selçuk Ant IP: 95.15.85.xxx Tarih : 11.02.2014 18:38:35

Elbette ki dünyada kullanılan diller, geçen zaman süreci içinde, ülkelerin kendilerine özgü olan söyleyiş şekillerine göre değişime uğrayacaktır. Orjinali ( aslında "orijinali" dir ve Fransız kökenli bu kelimeyi böyle kullanmaktayız) gerek bilim, gerek sanat ve de gerekse teknoloji yönlerinden olsun, birçok sözcüğü kendimize has terminolojimiz ile ifade etmekteyiz. Mensupu olduğum bilim dalından bir örnek vereyim: Tıp tahsilimi yaptığım yıllarda Yunan kökenli "allerji" sözcüğünü bugün ise "alerji" olarak kullanmaktayız. Yeri gelmişken bu arada bir anımı da anlatayım: "- 70' li yıllarda 'deri ve zührevî hastalıklar' stajımın sırasında, Rahmetli Hocamız Nizamettin Erbakan beni sınava çekmişti; sorduğu tüm sorulara doğru cevap verdiğim halde gene de tatminkâr olmuyordu. Neticede yaptığım hatayı şöyle dile getirmiş idi; '- alerji değil, al-ler-ji ...'


Teoman Törünt IP: 88.253.88.xxx Tarih : 14.02.2014 13:51:29

 Tanrı sizden razı olsun hocam; gençliği aydınlatma uğruna böylesine büyük bir enerji harcamanıza


Teoman Törün IP: 88.253.233.xxx Tarih : 12.02.2014 18:28:49

Nazmi Hocam, gerçekten popüler yazma gereği konuyu dağıtmanın sakıncasında haklısınız. Bunda çoğu defa ben de tereddüt geçiriyorum; okur kitlesini daraltma gibi olumsuzluğu da var. Fakat sizin yazılarınızın bilimsel olmadığı da iddia edilemez. Meraklısı için son derece yararlı. Bence bilimsellik ve akıcılık ögelerini ustaca uzlaştırıyorsunuz. Buyurduğunuz gibi "Hellenizm" Türkçemize "Helenizm" olarak girmiş. Yalnız, ben affınıza sığınarak yaşı adamakıllı ilerlemiş biri olarak bir imla konusuna değineceğim. İki defa gözüme çarptı, "taktir" sözcüğünü "değerlendirme" anlamına kullanıyorsunuz. Kökü "katre-damla"dan gelen "taktir" damıtma'dır. Değerlendirme karşılığı "kader"den gelen "takdir" olsa gerekir. Bilgin Bey'in daha cesurca eleştirileri yanında bunu bağışlarsınız sanırım. Zira Osmanlıcada gerçekten anlam farkları var.