19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Açılıma Yaklaşım ve Beklentiler (6)

6-PKK, SOLUN VE DEMOKRASİNİN TASFİYESİ İÇİN MİYDİ?

PKK’nın başlangıçta hak ve özgürlük mücadelesi veren, sıradan bir sol örgüt olarak görüldüğünü, fakat bölgede güçlenip öteki örgütleri ortadan kaldırmaya başlayınca, devlet adına birilerinden destek almış olabileceğini, olay savaşa dönüştükten sonra da savaşın rantına pek çok ortak çıkmış olabileceğini belirtmiştim.

Bu neden böyle yapılmıştır, sorusuna karşılık olarak karşımıza çıkan en belirgin yanıt ise, solun ve demokrasinin tamamen temizlenmiş olmasıdır. Yani PKK güçlendikçe, sivil toplum örgütleri ve demokrasi gerilemiştir.

Görüldüğü gibi PKK ileri sürülerek sol ve demokrasi tasfiye edilmiştir. 12 Eylül yönetiminin bu amaçla kullandığı Hizbullah da PKK’dan pek farklı bir örgüt değildi. Ama bu tür örgütleri örgütleyerek veya kullanarak sol ve demokrasinin halledildiği söylenebilir. Bu yüzden bu gün ülkede bırakın solu, merkezde bile kimse kalmamıştır.

Bu durumu TBMM’nin yapısından ve Türkiye’deki siyasi yelpazeden de anlamak mümkündür. Şöyle ki: çok partili hayata geçtiği günden 2000’li yıllara kadar, Türkiye’de insanlar siyasi yelpazenin merkezi, merkez sağı ve yüzde otuzların altında olmamak üzere de merkezin solunda yer alırdı. Oysa şu anda merkez boş olup, AKP, merkez sağın sağından, merkez sağa doğru bir kayma göstermektedir. Bir başka deyişle merkezi kapmaya çalışmaktadır.

Onun solunda ise maalesef hiçbir parti yoktur. Yani merkez ve solu tamamen boştur. Merkez solu temsil ettiği söylenen ulusalcı CHP ise, demokratikleşme, özgürleşme ve çağdaşlaşmanın karşısında kale gibi duran bir partidir. MHP’nin bile sağında aşırı milliyetçi bir partidir. Sosyal demokrat değerlerin tümüne karşıt bir yapı sergilemektedir. Ve her iki parti de sıradan normal halkın oylarını alamamaktadır. Seçkin elit veya aydın diyebileceğimiz, sabit gelirlilerle, hali vakti yerinde olan, milliyetçi (devlet milliyetçisi) Türklerin oylarını paylaşmaktadırlar. Kürtlerin yaşadığı yerlerde bu partilerimiz tamamen siliniştir.

Peki, AKP’yi içinize sindiremiyor, CHP’yi ilkel milliyetçi buluyor ve bu yüzden oy verecek bir parti bulamıyorsanız ve sosyal demokrat bir parti arıyorsanız, derim ki size, boşuna aramayın. Ben son yerel ve genel seçimlerde aradım. Hepsinin tüzüklerini inceledim. İşçi Partisi ve Komünist partisi dahil hepsi de milliyetçi ve Kemalist. Aradığım Atatürkçü çağdaş bir partiyi ise bulamadım.

Hiç birisi AB’yi bir uygarlık projesi olarak görmüyor. Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyeti, batıda göremedikleri gibi, şiddetli laiklik savunularına karşın, ABD karşıtlığı yüzünden, şeriatla yönetilen İran’a hayranlıkları Batı’dan daha fazladır.

Hiç birisi halktan yana sivil bir politika vaat etmiyorlar. Devletten devletçi, askerden daha militaristler. Bu yüzden hak ve özgürlükleri savunmaktansa, devletin güçlenmesi adına bunların kısılmasını ve baskıların artmasını savunuyorlar. Bir zamanlar solculuklarının, sosyal demokratlıklarının ölçüsü olan, cunta anayasalarına karşıtlık ve mücadele anlayışı, şimdi o anayasaya tapındıkları için, çağdaş ve sivil bir anayasa talepleri de yok. O yüzden yelpazenin solunda hiçbir kimse, hiç boşuna bir şey aramasın derim.

Peki, Türkiye: demokratik hak ve özgürlük talep edenlerden temizlendikten ve hükümetler tam bir itaat altına alınıp, Milli İrade etkisiz ve göstermelik hale getirildikten sonra PKK ile ilişkiler nasıl gitmiştir; derseniz; hava durumu gibi kimi zaman güneşli, kimi zaman parçalı bulutlu, kimi zaman fırtınalı, ama iklimler gibi hayatımızın bir parçasıdır artık.

Pek çok yazarın ileri sürdüğü gibi, benim şahsi düşüncem de odur ki, devletin bir tarafı PKK ile savaşırken, bir tarafı da aynı PKK ile rantı bölüşüyordu. Çünkü direnen sol hareketi kırmak için dağa çıkardığı PKK parsayı toplamaya başlayınca, ona o yolu gösterenler, ya da savaşın kazanılmasından umudu kesenler, “Niye rantı tek başına yiyecek biz de faydalanalım” diye düşünmüş olmalılardır.

Paylaşım başlayıp herkes hakkını almaya başladıktan sonra da, otuz senedir hiç kimse barışa yanaşmamaktadır. Çünkü savaştan iki tarafın da kazancı olup, hiçbir zarar görmemektedir. Zarar gören ülke ve insanlarıdır. Ölenler milletin çocuklarıdır. Savaşanlar rantı paylaşmaktadır.

Doğu Ergil raporunda bu durumu ve savaşın bitmesini istemeyişlerini şöyle belirtmektedir.

Avrupa uyuşturucu pazarına ulaşan eroinin yüzde 80"i halen, asker polis jandarmayla maksimum güvenlik bölgesi olan doğu üzerinden geçiyor. MHP eski milletvekili Bülent Yahnici “polis eskorduyla geçiyorlar” demişti. Yani 1) Burada dönen büyük paraları yönetenler 2) Kavganın sürmesinden siyasi rant ve oy devşirenler 3) Kavga sürdükçe Türkiye"nin milli güvenlik devleti olmasından yararlanan ve hesap vermek istemeyenler sorunun çözülmesini istemeyecektir.”

Elbette ki onlar istemeden barış yapılması da mümkün değildir. Çünkü barışın kararını halk değil onlar verecektir. Yani, Kürt olsun Türk olsun insanların savaşa hayır deme ve barış isteme hakları yoktur. Savaşa hayır diyen Manisalı çocukların başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Kararı her koşulda devlet verecektir.

Fakat Türkiye’de devleti bulmak, kimin devlet, kimin derin, kimin gerçek olduğunu anlamak da imkânsızın bile ötesinde bir belirsizliktir.

Fakat kimin devlet olmadığını herkes kolaylıkla bilebilmekteydi. Halkın seçtiği parlamento ve hükümet devlet değildi. Onlar göstermelik, sembolik ve temsili olup, sahnede devlet rolünü oynamakla yükümlüydü. Çünkü ne meclis başkanının, ne başbakanın, ne söylediği önem taşımaz iken, Genel Kurmayın nefes alışları bile çok önemliydi. Fakat asıl devlet, bazen Genel Kurmayın dahi denetleyemediği daha derin bir yerlerdeydi.

İşte bugün tarihi fırsat denilen şey, derin devletin su yüzüne çıkarılıp yok edilmesi henüz söz konusu olmasa da, Ergenekon soruşturmasından sonra, eylemcilerin çoğu yurt dışına kaçtığından, ülke içindeki etkinlikleri azaltılmıştır. Derin devletin etkilerinin asgari oranda bile önlenmiş olması ve görünen biçimiyle devleti halkın seçtiği siyasiler ile yine derin devletin pisliklerinden kendini uzak tutan kurumların temsil etmekte olması da, bu fırsatı yaratmaktadır. Ve bu durum, sorunun çözümü için en büyük şanstır.
 

Yayın Tarihi : 16 Şubat 2010 Salı 11:20:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?