31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Aydının Cehaleti

Neden ülkemizde insanlar kolay kandırılır ve her şeye kolayca şartlandırılır. Hatta neden birbirine hain gösterilip, birbirine kolayca düşman edilir. Ve neden kutupların başında ve arkasında aydınlar ölümüne durur.

Bu durum, insanları kamplaştırmak ve çatıştırmak, oyları kemikleştirmek midir? Bunun için faşizmi körüklemek mi gerekir? Bunun adı devleti soymak ve yolsuzlukları gizlemek midir? Halkın çatışmasından kimler sebeplenir, bu hal kimin çıkarını gözetir?

Bunları bilmek için kâhin olmaya gerek olmasa da, Türk insanı her zaman gaza gelir ve bu tuzaklara hep düşer. Bu durum softanın, siyasetçinin, ağanın, soyguncunun, vurguncunun, işbirlikçinin, kabadayının, mafyanın ve komplocunun insanları kullanmak ve çıkarlarına alet etmek için başvurduğu değişmez ve tek yöntemdir.

Aynı yöntemi yüz kez, bin kez kullansanız ve her seferinde çuvallayıp yalanınız ortaya çıksa, hatta yargı tabiriyle suçüstü de yakalansanız, hiçbir şey fark etmez. Arkanızdaki insanlar bile bile bu kez sizin hatalarınıza mazeret bularak, sizi sizden fazla savunur. Çünkü insanların beyinleri zaten parsellenmiştir ve her parselin sahibi de bellidir. Çünkü eğitimle beyinler parsele müsait hale getirilmektedir.

Örneğin, diyelim ki ortada bir sandalye vardır. Normal koşullarda herkes onun sandalye olduğunu bilir. Fakat bu dünyada ve ahiretteki kutsal parsellerin sahipleri buna tabut dediyse, o tarafa şartlı beyinlere artık bir daha sandalye dedirtemezsiniz. Siyasetin ulusalcısı masa, etnik düşüneni darağacı dediyse bunlara da artık sandalye dedirtemezsiniz.

Ve bu saçma sapan fikirlerin peşine takılanlardan yüzde doksanı eğitimliler olup, eğitimsiz sıradan vatandaş bu tartışmaların dışında, işinde gücündedir. Şu anda Türkiye’deki tüm kamplaşmaların, kutuplaşmaların ve çatışmaların tarafları da, eğitimlilerdir. Ve beyaz bir objeye kimi kırmızı, kimi mavi, kimi de yeşil demektedir. Hatta bazen, yeşil diyenler mavi demeye başlarsa, mavi diyenler yeşil demeye başlamaktadır. Bu durum normal bir beyin işi değildir.

Örneğin seksen senedir şeriat ve saltanat sevdalısı bir kesim, cumhuriyet ve demokrasiye de hiç ısınamamışken, birdenbire AB ve demokrasi savunucusu pozisyonuna geçebilmektedir. Ve yine seksen senedir şeriat karşıtı, çağdaşlık ve demokrasi savunucusu kesimleri AB’ye karşı, cunta anayasasının savunucusu ve ABD’ye kafa tutabiliyor diye Şeriat İran’ının hayranı olarak görebiliyoruz. Bu durumlar normal bir beyin faaliyetinin sonucu mu, yoksa birbirine karşıt şartlandırmaların sonucu mudur?

Aziz Nesin “Türk Milletinin % 80’i aptaldır” derken eğitimsiz veya yeterli eğitim alamamış vatandaşlarımızı kastetmiştir. Ben de tam tersini söylüyorum, yeterince eğitim alanların büyük çoğunluğunun beyni eğitimle köreltilmiş olup, gerçeği görememektedir. Ve bunların toplum içindeki oranı artan eğitim seviyesine paralel olarak % 30’ları aşmıştır.

Nasıl olur her şeyin çözümünü eğitimde görüyoruz, her zaman her şeyin başı eğitim veya önce eğitim diyoruz. Eğitimle insanları kazanacağız derken siz kaybettiğimizi mi söylüyorsunuz?

Hayır, elbette ki insanlar kazanılıyor. Ama toplum değil kazanan. İnsanları yukarıda saydığım hacıyatmazlar kazanıyor. Çünkü verilen eğitim, benim vatandaşım, her şeyi araştırsın, soruştursun, kendi kendini, toplumu ve yönetenleri sorgulayıp doğru yargılara ulaşabilsin diye verilmiyor.

Tam da aksine bunları yapamasın, ya vatan millet Sakarya nutuklarıyla, Ya Allah, Peygamber, Kuran korkularıyla, ya içinde insan olmayan bir cumhuriyet ve devlet kulluklarıyla, beyinleri yıkansın, ben nereden ses versem millet arkama takılıp gelsin düşüncesiyle eğitim veriliyor. Ve devlet bu eğitimi destekliyor.

Çünkü araştıran düşünen ve sorgulayan vatandaş yerine kendi dayattığını itirazsız kabul edecek vatandaş istiyor devlet. Ve bilginin hap gibi yutturulduğu ezberci eğitim sistemi de, beyni şartlanmalara müsait ve dayatılanı kabule hazır bir insan tipi yaratıyor.

Yalnız dayatma genel bir tavır haline geldiği için herkes kendi ilgi alanında kendisine dayatılanı, başkalarına da dayatmaya kalkışınca çatışma çıkıyor ki, bu da eğitimin ayrı bir parçası. Yani bu sistemde bir biçimde, herkes herkese kendini dayatmaya çalışmaktadır. Bu yüzden çatışma çıkarmak ve çatışmalara çanak açmak, eğitimin asıl amacı haline gelmektedir.

Çünkü çatışma çıkmasa, insanlarda nasıl ret duygusu geliştireceksiniz, insanları nasıl bölüşeceksiniz, oyları nasıl kemikleştireceksiniz? Suyu bulandırmadan malı nasıl götüreceksiniz.

İşte böylesi bir akıl tutulmasının sebebi verilen eğitimdir. Bu yüzden bu hastalık eğitimlilere özgüdür. Çünkü eğitim sistemi eğitmeyi değil öğretmeyi amaçlıyor. Bu yüzden bu sistemle bir şeyler öğretiyorsunuz, ama öğrenilenler davranış haline gelmiyor.

Bilgiyi analiz, sentez ve yorumlamalara dayalı bir düşünme mekanizması içinde değil de hap gibi verdiğiniz için, beyin normal çalışma biçiminden uzaklaştırılarak köreltiliyor.

Bu yüzden bu eğitim sistemiyle köreltilen beyinler, bir sorun veya durumla karşılaştıkları zaman, sorunu analiz etmek ve anlamaya çalışmak yerine, peşinden gittiği büyükleri, önderleri bu konuda ne düşünüyor diye bakıyor ve onlar ne düşünüyorsa onu hap gibi kapıyor ve beynine yerleştirip peşinden gidiyor.

Peşinden gittiği büyükler çok çeşitli olup: tuttuğu parti başkanı, takip ettiği köşe yazarı, çalıştığı işyerinin müdürü, peşinden gittiği tarikat veya cemaatin şeyhi, ağası, mahallesindeki büyüğü, çıkar birliği ettiği mafyası vesairedir.

Bu büyükler de beyni köreltildiği için düşünemeyen bu insanların beyinlerine soktukları bu çoğu saçma sapan düşüncelerini zaman içinde kökleştirip kemikleştirir. Ondan sonra da artık gerçekte neyin ne olduğu hiç önemli değildir.

Beyne giren bu dogmayı oradan ancak koyan lider çıkarabilir. Beyni köreltilememiş, düşünen ve gerçeği gün gibi görebilen insanların çabaları hiçbir şeyi değiştiremezken, kampın sahibi görüşünü değiştirdiği anda, kamp sakileri de peşinden gider.

Örneğin lider bir anda yön değiştirip, yıllardır küfrettiği tam da karşıt görüşe geçse, arkasındaki eğitimli ordusu da anında yer değiştirir. Sanki yıllardır o düşünceye küfreden onlar değildir.

Peki, fazla okumadığı için, eğitim kurumlarında yeterince beyni köreltilmese bile, Şark Kültürünün çıkar kurnazlıklarına dayalı gelenekçi ve din gibi, töre gibi, topluma sorgusuz sualsiz kabul edilmesi için dayatılan bir kültürde, yeterince eğitilemeyenler de aynı işleme tabi tutuluyor sayılmaz mı?

Elbette ki, eğitilemeyenler de, toplum içinde düşünce mekanizmalarını hiç kullanmadan, sürü gibi kültür dogmalarının peşinden gider. Fakat arada önemli bir fark vardır. Yaşama dair her şeyi kültürün içinde hazır bulduğu için, düşünme gereği duymadığından, onun beyninde düşünme tembelliği vardır. Ama beyni köreltilmemiştir. İstenildiği anda çalışmaya açıktır. Yani ona sandalye ile masa arasındaki farkı anlatırsanız “Ha, demek bu sandalye imiş” diye hatasından dönebilir.

Fakat eğitim yoluyla beyni köreltilmiş bir insan bırakın sandalye masa farkını, canlı bir ağaç veya bir köpek olarak düşünüyorsa sandalyeyi, bunun köpek değil de sandalye olduğunu bile asla kabul ettiremezsiniz.

Bakın Türkiye’nin son otuz yıldaki tartışmalarına, sandalyeye tabut demekten daha komik, basit, gereksiz, içeriksiz şeyler olduğunu ve ülkenin okumuş aydın denilen kesimlerinin kutuplaşarak, bunları hayat memat meselesi gibi ölümüne savunduklarını görürsünüz.

Çünkü onun beyni işlenerek köreltilmiş, yıkama ve şartlandırılmalara açık hale getirilmiştir. Bu yüzden aydının cehaleti, cahilin cehaletinden çok daha kötü bir durumdur ve hatta bir felakettir.

Cahilin cehaleti, gayri iradi
Üstüne yapışmış bir etikettir.
Anlaşılabilir, açıklanabilir
Ve düzeltilebilir bir derttir.
Fakat aydının cehaleti
Dermansız bir illettir.
 

Yayın Tarihi : 15 Ekim 2011 Cumartesi 17:26:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S.A. IP: 78.161.235.xxx Tarih : 17.10.2011 18:50:00

Sayın Nazmi Öner; Beni son derece heyecanlandıran ve duygularıma tercüman olan, aynı zamanda gençlerimize yol gösterici ve aydınlatıcı köşe yazınızda vurguladığınız "Türk milletinin % 80'i" örneği vesilesiyle Aziz Nesin'i belirtmenizden ayrıca mutluluk duydum. Mizah edebiyatımızın bu tartışılmaz üstadı tüm yapıtlarında, belirttiğiniz gibi, "saf-hakikatli-bilinçli davranmasını bilen-saygılı Anadolu halkı" konu edinmiş ve kültürlü / veya kendini kültürlü sanan kişilerin, bu "cahil" (!) denen insanları nasıl sömürdüğünü ortaya koymuştur. Ben de, gençlerimizin Aziz Nesin'in bütün eserlerini okumalarını önerir, gençliğimizin "en değerli eğitimcilerinden biri olmanız" sıfatıyla da sizlere en derin saygılarımı sunarım.