21
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Azerbaycan’dan İran’a yolculuk

Bakû’den sabah saat 09.00 yola çıktık. Arabamız eski bir 302 mersedesti. İran’da çok uzun yolculuklar yapacağım için, otobüslerin böyle eski olması beni bir ara korkuttuysa da, yolcular: “Bu Azerbaycan otobüsü. İran otobüsleri yahşidir” dediler; rahatladım. Nihayet akşam saat 9.00’a dek süren on iki saatlik çok yorucu bir yolculuktan sonra Tebriz 'e vardık.

Fakat farklı coğrafyalarda farklı yerlerden geçmek, sürekli hareket halinde hep ileri gitmek, yeni yerler keşfetmek, zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmiyordu. Yorgunluk ve uykusuzluk da, yeni bir şeyleri yakalamaya çalışmanın heyecanı ile kaybolup gidiyordu.

Bakû Fuarının Otobüsten görünüşü

Otogar çıkışından bir süre sonra Bakû’nün çıkışında sağda, çok büyük ticaret merkezleri vardı. Epeyce uzak olsa da, çölün ortasında sırıtır gibi hemen fark ediliyordu. Burası Bakû fuarı olup, Şoför Kafkasların en büyük fuarı olduğunu söyledi.

Hazar’ı solumuza alarak, Bakû’den uzaklaşıyorduk. Yolun iki tarafı da çöldü. Ve yine Yolun iki kenarına kale duvarı gibi büyük, kalın duvarlar yapılmış olup, kilometrelerce uzayıp gidiyordu. Duvarın yeni yapılan yerlerinden anladığım kadarıyla önce sıradan bir duvar yapılıyor, sonra da üzeri taş, mermer vs. bir şeylerle kaplanarak görkeme estetik ekleniyordu.

Baku civarında arazi ve tuzlu yereyler

Önce duble yol, sonra bazen standart bazen bozuk yollarda ilerledikten sonra, Yenikent’ten itibaren kısmen yeşil alanlar belirmeye başladı. Hatta Hazar kıyılarında bile bağ bahçe gibi yeşil alanlar vardı.

Aslında bu bölgede su da bol gibiydi sanki. Örneğin Kürkent’in girişindeki Kür Çayı, oldukça çok su akıtıyordu. Sonrasında Akkura çayı, bataklıklar, manda sürüleri, yer yer bataklık bitkileri kırsal yaşamın bir bütün oluşturan, farklı renkleri gibiydi. Ekinler ermiş, çoğu yerde biçilecek hale gelmişti.

Askura-Bilesuvar ayırımında, biz Kirmandalı'ya girdik. Burada bir yolcu indi. Astra yolu solda kaldı. Bilesuvar yönünde Hazar'dan uzaklaştıkça tabiat da iyice canlandı.

Azerbaycan Bilesuvarı

Bilesuvar küçük, fakat yemyeşil bir kent. Kentin içinden geçtiğimiz bütün yol kenarlarda dut ağaçları var ve dutlar ermiş. Bunca çok dut ağacı, doğrusu aklıma ipek böcekçiliğini getiriyor.

Bilesuvar'dan çıkınca saat 11.00 de, gümrüğe girdik. Bu kez Azerbaycan gümrüğünden kolay geçtik. Fakat İran gümrüğünde çok yığılma vardı. Üstelik bu kez eşyalarımızı da yanımıza almıştık.

“Otobüste hiçbir şeyiniz kalmasın” dediler. En az dört-beş otobüs kadın kuyruktaydı. Sıkı biçimde her taraflarını siyah örtülerle örten bu kadınlar, Azerbaycan’dan İran’daki kutsal yerleri ziyarete gidiyormuş.

Kuyrukta tam bir saat ayakta dikeldikten sonra, pasaport polisine ulaşabildik. Buradaki kontrollerde İran’a girmesinde sakınca bulunan bir şeylerin bulunması halinde ağır yaptırımlarla karşılaşmaktan söz edilmişti. Aslında sırt çantamda giyeceklerim, fotoğraf makinesi ve ses kayıt cihazı gibi sıradan şeylerin dışında bir şey yoktu. Fakat yine de endişeli bir bekleyiş içindeydik.

İran’da bir şehrin girişi

XR cihazı da yoktu. Valiz ve çantalar tek tek açılarak arandığı için sürenin uzadığı söyleniyordu. Fakat pasaport kontrolünden sonra arama yerine geldiğimizde çoğunun valizi açılmadan geçip gittiğini gördüm. Görevli pasaportuma ve yüzüme baktı ve bana da “geç” dedi.

Fakat yanımdaki yaşlı kadın kuyrukta bayılma durumuna gelmişti. Kadın hastaydı ve Tebriz'e doktora gidiyordu. Zaten arabada, benden başka Tebriz'e giden 15 kişi varsa, bunun en az on tanesi doktora gidiyordu.

“Niçin Tebriz'e gidiyorsunuz? Bakû de Doktor yok mu?” diye sordum. “İyi doktorlar Almanya’da, Türkiye’de ve Tebriz’dedir. Bize en yakın Tebriz olduğu için hep Tebriz’e gideriz” dediler.

Gümrükten çıkınca, İran Bilesuvar'ına girdik. Burada her şey birden değişti, canlandı ve zenginleşti. Gürcistan ve Azerbaycan’da kutularda küçük paketlerde gördüğümüz meyve ve sebzeler, burada arabalar dolusu, yığılı çuvallarla, kasalarla her yer mal, eşya… Doğrusu böyle bir durum karşısında insan, İran’a girer girmez kendini kıtlıktan çıkmış gibi hissediyor.

İnsanlar, donuk ve durgun değil, mesafeli durmuyorlar. İnsanlar cıvıl cıvıl, etrafınızı sarıyor… Kimi taksi, kimi döviz, kimi lokanta için etrafınızda dolanıyor, kimi bir şeyler satmaya çalışıyor. İran’a girince adeta sessiz, sakin ve durgun bir ortamdan çıkıp, curcunanın içine düşmüş gibi oldum.

İran’da arazi ve dağlar, insanda sonsuzluk hissi yaratıyor

Bilesuvar’da bir yemek yedikten sonra saat 13.00’te yola çıktık. Genellikle düşük veya orta standartlı yollardan geçerek ilerliyorduk. Guruni diye bir kasaba'dan geçtik; bir vadi'nin içinde idi. Sonrasında geçtiğimiz yerlerin bitki örtüsü, yüksekliği hakkında fikir veriyordu. Öyle ki, fazla yüksek olmayan 1000 metreyi geçmeyen yerlerde ekinler ermiş, otlar sararmışken, 2000 metreye yaklaşan yerlerde yolun kenarında otlar yeşil, ekinler gök ve ısı düşüktü. Geçtiğimiz 1500 metre civarındaki yerlerde ise ekinler başak çıkarmış fakat olgunlaşmamış olup daha yeşildi.

Yol üstünde bir köy

Bizim Erzurum'un-Ağrı veya Ağrı-Van arası gibi toprak damlı harabe görünümlü evleri, tezek galakları ve ot tayyarları olan köylerden geçiyorduk. Bu manzara beni 1964’lü yılların Karayazı’sına götürmüştü. Harman gibi ot tayyarlarını, koni gibi tezek galaklarını ilk kez orada görmüştüm.

Yerleşimler dağların eteklerine tutunur gibi, derelere vadilere saklanır gibi, çayların ırmakların kenarında dinlenir gibi, yol kenarlarında birbirine ulanır gibi, uzanıp gidiyordu. Arazi çok engebeliydi. Dalgalı düzlükler ve dağlar, insanda sonsuzluk hissi yaratan bir dağılış ve sürekli yenilenip yinelenen bir coğrafi uzanış içindeydi.

Dağlar, dağlar, dağlar
Dağlar dağları kovalar
Birleşip ayrılıyorlar.
Bazen arasına ovaları
Platoları alıyorlar.
Rüzgara karşı durup
Bulutlarla oynaşıyorlar.

Kıvrıla, kıvrıla, ine çıka, yüksek ve engebeli bir arazide ilerliyorduk. Arada bir sürüler ve çobanlarla karşılaşıyoruz, bazen bakımsız bir köyün içinden geçiyoruz. Yol bunların arasından saatte 80 mil hızla kaçıp, uzaklaşmaya çalışan, bir an önce Tebriz'e ulaşmaya çalışan, ya da amacını unutmuş biteviye dönen bir bant gibiydi.

Saatler geçiyor, dağlar aşılıyor, vadilerden geçiliyor, ovalar bitiyor, fakat yenileri, yenileri geliyor, dağlar dağlara ekleniyordu.

Aralıksız birbirine eklenen dağlar

İrili ufaklı, yassı sivri
Yan yana dizili dağlar.
Milyonlarca yıldır
Çakılıp kalmış olduğu yerde
Yağmur vurur, rüzgâr çarpar.
Ne görüp geçirdiler
Sığmaz kitaplara, bir anlatsalar!

Satranç taşları gibi
Dizi Dizi dizili dağlar.
Aralarından nasıl geçti
Yan yana yollar ve çaylar
Kimi sığındı kimi kaçtı
Kız kaçıranlar, eşkıyalar
Soyulan Kervanlar
Dağlar ne sırlar saklar.

 

öbek öbek, küme küme
Kümelenen dağlar.
Neden kucaklaşıp
Birbirlerine sarıldılar.
Yoksa milyon yıl
Ayrı mı kaldılar?
Dilleri olsa da anlatsalar.

Meşin Şehr

İkindin olmuştu. Meşin sehr de şehrin içinde durup sigara molası, verdik. Yolun kenarında karpuzcu vardı. Karpuzcudan tanesi bir dolara alınan karpuzu şoför dilim dilim herkese dağıttı.

Meşin şehr yeşillikler içinde, derin bir kanyonun yamaçlarında ve kanyonun üstündeki düzlükte küçük ve bakımsız bir şehirdi. Sebelan Dağının biraz açığında kalıyordu, fakat yolumuzun dağa en yakın olduğu notaydı da diyebilirim.

Sebelan Dağı 4811 metre (Beyaz noktalalar otobüsün camındaki yağmur damlaları)
 

Haziran başında tepesindeki karlarla dikkatimi çeken ve bir saattir fotoğraflarını çekmeye çalıştığım karlı Sebelan dağının tekrar fotoğraflarını çektim. Çok uzaklardan görünüyordu, fakat şimdi artık Meşin şehr’de ona iyice yaklaştım. Yüksekliği 5000 metreye yaklaşan Sebelan, Ağrı dağı gibi iki tepeden oluşuyor.

Meşin şehirden sonra yine insanın aklına durgunluk verecek derecede değişik coğrafi bölgelerin, iklimlerin, yer şekillerinin arasından geçerek yolumuza devam ettik. Ahar diye uzaktan çok güzel görünen bir şehrin yanından geçerek, gün batımına doğru Tebriz yoluna girdik.

Tebriz’in girişinde rengarenk ilginç dağlar

Tebriz'in girişinde, solda ova, fakat sağımızda rengarenk çok ilginç dağlar, tepeler vardı. Sanki kumsallarda kum heykelleri yapan heykeltıraşların elinden çıkmış gibi görünüyorlardı. Hani özel olarak heykeltıraşlara yaptırmaya kalksanız, bu kadar renkli, uyumlu ve güzelini yapamazdı diyesim geliyor.
 

Yayın Tarihi : 31 Mart 2012 Cumartesi 10:24:51
Güncelleme :31 Mart 2012 Cumartesi 10:39:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?