Baykalcı zihniyet nedir ve nasıl bir şeydir diyenler için Sayın Baykal, Anayasa komisyonuna üye verilmesi konusundaki görüşleriyle kendini ortaya koymaktadır. Özetlemek gerekirse Baykalcı zihniyet, her şeye karşı çıkmak ve hiç bir şeye bulaşmadan, her şeyin dışında kalmaktır… Başını kuma sokup, olanların sorumluluğundan kaçtığını sanmaktır.
Örneğin Baykal CHP’nin Anayasa uzlaşma komisyonuna temsilci vermesini, AKP Anayasası’nın meşrulaştırılması ve CHP’nin tuzağa düşürülmesi olarak görmekte ve “Bizler artık uzlaşma komisyonundan ayrılsak da AKP artık kendi isteğini dayatma imkanına kavuştu” demektedir.
Yıllar yılı halkın karşı çıkmasına, en çok kongre kazanan ama en çok seçim kaybeden genel başkan olmasına rağmen, olaylardan hiçbir ders almıyor. İnatla kendisine ve partisine muhalefet ederek, merkez ve solunun, hatta merkez sağın bile boş olduğu bir dönemde, kuruluşu bir yıl bile olmamış ve radikal sakıncalar içeren bir partiyi iktidar yapıp, yaşamasını sağlayan çıkışlarıyla, iktidarın dördüncü dönemini de garantilemeye çalışan zihniyetin adıdır Baykalcı zihniyet.
Bu zihniyet ve sonucunu, olayların içinden birisi olarak Zülfü Livaneli en güzel biçimde dile getirmiştir. Livaneli’nin partiye zarar vermemek için, 2007 Genel seçimlerinden sonra yaptığı yazılı açıklamanın bir bölümünü aşağıya alıyorum.
“Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.
Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz………….
Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin. Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.
Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.
Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.
Tayyip Erdoğan'ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.
Daha önce Refah Partisi'nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..
Tayyip Erdoğan'ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek'lerin en büyük şansı sizdiniz.
CHP'nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.
Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP'lileri, eski ANAP'lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.
Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.
Sağcıları ve sekreterinizi Meclis'e sokarken, İsmet Paşa'nın Avrupa Konseyi'nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan'ı Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.
Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.
Bad-el harab-ül Basra!”
Evet, Sayın Livaneli’nin söylediklerinden, bu kadarı bile hiçbir kanıt gerektirmeyecek biçimde, tüm Türkiye’nin yaşayarak tanık olduğu şeylerdir. Ve o zihniyet hiç değişmeden, aynen ortada durmakta olup, şöyle özetlenebilir.
Her şeye karşı çıkar ve hiçbir komisyona katılmazsak, sorumluluktan kurtuluruz. İktidar hata yaparsa üstüne gideriz. Başımızı kumdan çıkarmayalım, Türk milliyetçiliğine sarılalım zihniyeti.
Fakat halk demez mi, meclisteki komisyonlara katılmayacaksan meclisi niye işgal ediyorsun? Sen komisyonda olmazsan itirazın hariçten gazel okumak değil midir? Niyetin gerçekten anayasa yapmak ise, komisyonun içinde olup da, itirazını orada yapman gerekmez mi? Senin de CHP olarak bir anayasa taslağın yok mu? Kendi taslağında bile samimi değilsen, komisyonların dışında kalıp bunu hiç gündeme getirmeyeceksen, onu hangi amaçla hazırladın?
Milliyetçi misin, sosyal demokrat mısın? Çözüm için bir önerin var mı, yok mu? Ulusalcılık dışında, ülke yararına kararlı duruş sergileyebileceğin bir alan var mı, yok mu? Bu halk kararlı liderlerin peşine düşer. Kararı yanlış bile olsa, kararsıza tercih eder. Ve Türklüğün öteden beri bir savunucusu varken sen oradan nasıl ekmek yiyeceksin?
Kayseri’de yapılan “Türkiye’nin Meseleleri” konulu toplantıda Baykal’ın ortaya koyduğu fikirler de, onun hiç değişmediğini ve söylemlerinin halkı hiç kapsamayan devlet ve rejimle ilgili kaygılar olduğunu göstermektedir. Çözüm yerine adeta senede bin şehit ve bin intiharla devam edelim demektedir.
“Türkiye kaynaşmış bir ülke iken, şimdi ayrışma söz konusudur. Ayrışma, Kürt halkının değil, PKK terör örgütünün ve arkasındaki ülkelerin isteğidir. PKK'nin silahla terörle bu amacına ulaşması mümkün değildir. Her yıl bin kişiyi kaybediyoruz. TSK'da intihar eden asker sayısı bile bu şehit sayısından fazladır. Köşeye sıkıştırma operasyonu ile karşı karşıyayız. İktidarı hevesleriyle köşeye sıkıştırdılar.”
Türkiye kaynaşmış bir ülkeyse otuz seneyi aşkın süren bu savaş nedir? Öncesinde de otuz isyan yok mudur? Yani ortada hiçbir sorun yoksa bu olanlar nereden kaynaklanmaktadır? Sorun varsa çözüm üretmek yerine, başınızı kuma sokmak mı gerekir? TSK’da intiharlar bile binden fazlaysa, bin şehit çok az mı gelmektedir? Sorunu çözmek yerine, senede iki bin kayıpla devam ettirmek daha mı iyi?
Oysa değil iki bin, iki kişinin ölümü bile, Sayın Baykal’ın inadından daha önemlidir. Onun acısını kaybedenler bilir. Ayrıca bir de siyasilerin restleşmesi, inatlaşması yüzünden kardeş kavgasında ölen bu insanlar, gerçekten şehit midir?
Ve bu ülkede dikli ağacı, bir karış toprağı ve başını sokacak bir damı ve bir işi olmayan bir insan, bu ülkenin nesi için ölecektir. Ülkem, memleketim dediğin yerde sana ait bir şey olur da, onun uğruna ölüyorum dersin. Fakat bu ülkede yoksulluk ve sefaletinden başka hiçbir şeyi bulunmayan bir insan için, vatanın anlamı nedir? Görkemli cenaze töreninden sonra şehitliğin değeri nedir. İşte değerini gösteren iki haber.
“PKK'nın Çukurca saldırısında şehit olan Piyade Çavuş Birol Elmas'ın, annesi ve biri engelli 3 kardeşinin yaşadığı evin elektriğinin, borç nedeniyle kesildi”
“İzmir’in Foça ilçesinde şehit olan Özkan Ateşlinin İstanbul’daki babasının evine elektrik borcundan dolayı haciz geldi.”
Sayın Baykal aşağıdaki fotoğraftaki, şehidin evine bakarak, düşünsün lütfen, bu adam neyin uğruna ve niçin ölmüştür. Bu ülke gerçekten bu adamın vatanı mıdır? Eğer vatanıdır diyorsanız, ülkenin %70’i devlete ait iken ve bu adam bu devlet için canını karşılıksız verebiliyor iken, bu adama bu devlet 70 metre bir toprağı neden karşılıksız vermemiştir. Yani bu adam için TC devleti bölünse, bütün kalsa veya hiç olmasa ne fark eder?
![]() |
Resim alıntıdır |
Ve Sayın Baykal 40 yılı aşan siyasi yaşamında, devlet, cumhuriyet, laiklik ve milliyetçilik kavgası verirken, gözünün önündeki bu insanları görerek, topraksız vatandaşa hazine arazilerinden 100 metre ev yeri verilmesini bugüne dek niye bir kez gündeme getirmemiştir.
Bırakın gündeme getirmeyi gündeme geldiğinde (2003’te 2B’ler) neden karşı çıkmıştır? Çünkü böyle konular sosyal demokrat partilerin alanı olup, Baykal ise Türkiye’de Sosyal demokratlığın kökünü kazıyan, sosyal demokrat bir partiyi, aşırı sağda faşizm eksenine yerleştirmeye çalışan bir politikacıdır.
İşte Sayın Baykal’ın Kayseri toplantıdaki konuşmasından alıntılar.
“Türkiye'de hepimiz nereye gittiğimizi görmek, görenlerin herkese gördüklerini anlatma gibi görevi verdir. Bu milli ve vatani bir görevdir. Ben de bunun için buradayım.”
“PKK Türkiye ile müzakere sürdürüyor. Ve biz bu müzakerenin lehimize, hayırlı şekilde çıkacağını bekliyoruz. Bu zavallılıktır."
“Türkiye'de geçmişe yönelik karalama kampanyaları tehlikeli hale gelmiştir. Bu yanlış politikayla buraya geldik.”
Sayın Baykal’ın yukarıdaki söylemleriyle eylemleri arasındaki çelişkilerin her birisi ayrı bir makale konusudur. Ve Baykal bu söylemleriyle Türk kimliği ve Türklük konusunda parti içindeki ulusalcıların da tercümanlığını yapmaktadır. Peki, gerçekten de Türklük anayasal koruma altına alınmalı mıdır? Bir sonraki yazımda buna değineceğim.
nazmioner@mynet.com