19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Çanakkale Savaşları (VII)


SAVAŞ VE MUSTAFA KEMAL

M. Kemal, İttihat ve Terakkinin daha 1909 yılındaki kongresinde, cemiyet içinde subay sayısının artmasından ve ordunun siyasetin içine çekilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, bu subayların ya siyasete girmelerini, ya da kışlalarına dönmelerini önermişti.

Her ne kadar bu öneri kongrede kabul edilmişse de, hiçbir zaman için uygulamaya konulmadığı gibi, Balkan Savaşları öncesi İttihat ve Terakkinin neredeyse tamamen askeri bir örgüte dönüştüğü anlaşılmaktadır. Çünkü ordunun, Balkan Savaşlarında hiçbir varlık gösteremeyerek, tam anlamıyla bir hezimete uğramasının en önemli nedeni, boğazına dek siyasete batmış olması olarak gösterilmektedir.

Ordunun siyasetten arınmasını ve kendine bir çeki düzen vermesini savunan M. Kemal gibi askerler de İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Sofya’ya askeri ateşe olarak gönderilen M. Kemal, İstanbul’da dönecek dolapları ve milleti felakete sürükleyecek kararların sorumsuzca alınabileceğini tahmin ettiği için, gitmeden Tevfik Rüştü (Aras) ile görüşerek, İstanbul’da olup bitenden kendisini haberdar etmesini istemişti.

Fakat Enver Paşa İstanbul’da işleri öylesine gizlilik içinde götürmüştür ki, bırakın Tevfik Rüştü’yü, İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri bile savaş kararından habersizdir. Ve yine çok ilginçtir ki; savaş kararını M. Kemal Sofya’da daha erken hissetmiş ve uzun bir mektupla, Tevfik Rüştü’yü uyarmıştır.

M. Kemal mektubunda, Bulgaristan’ın tamamen Almanya’nın dümen suyuna girdiğini, Osmanlı Mebuslar Meclisi Başkanının Sofya’da yeni ittifaklar peşinde koştuğundan kuşkulandığını, milletin bir olup bitti ile karşılaşabileceği endişesini taşıdığını belirterek, bunun engellenmesi için çaba gösterilmesini istemiştir.

Osmanlı Devletinin bu savaşa Almanya’nın yanında girmesini, M. Kemal gibi, Saray ve aklı başında ittihatçılar da istemiyordu. Mustafa Kemal’in İstanbul’da oturanlardan daha önce Almanya’nın yanında savaşa gireceğimizi sezebilmesi, onun olayları çok iyi takip etmesi ve ileri görüşlülüğü kadar, Enver Paşa’yı ve dönemin yöneticilerini çok iyi tanıdığını da göstermektedir.

Tevfik Rüştü, M. Kemal’in mektubunu aldığı zaman İstanbul’da Talat Paşa bile hala İtilaf Devletleriyle ilişki arayışında olup, Enver Paşa, Sadrazam ve meclis başkanının savaş anlaşmasından habersizdir. Olay emrivaki şeklinde, Rus tehdidine karşılık bir tedbir olarak kendisine aktarılırken, hemen savaşa girmeyeceğimiz de belirtilmiştir.

Ama bu hemen girmeme süresi maalesef iki ayı bulmamıştır. İtilaf devletlerinin önünden kaçan iki Alman Gemisinin (Yavuz ve Midilli) Çanakkale boğazından girerek Osmanlıya sığınması, ya gemilerin karasularımıza girmesine izin vermememizi, ya da savaşa girmemizi gerektiriyordu. Yapılan bir kurnazlıkla az da olsa birazcık zaman kazanmak için gemileri satın aldık dedik. Türk bayrağı çekip, Alman askerlerine de fes giydirilmesini İtilaf Devletleri yutmadı tabi. Ama İngiltere’deki gemi tezgâhlarında yapılan ve parasını ödediğimiz iki gemimize, savaşın başında İngiltere el koyduğu için ve durumun nezaketini de dikkate alarak uyarılarla yetindiler.

İtilaf Devletlerinin, Alman askerlerini ülkelerine gönderme ve tarafsız kalma karşılığında, Osmanlıya ekonomik yardım ve kapitülasyonları kaldırma sözü vermesi de işe yaramamıştır. Çünkü Osmanlı daha savaşın en başında Almanya ile ittifak yapmıştır.

Nihayet 29 Ekim 1914’de Enver Paşa, donanmanın Kara Denize açılması ve Rus limanlarını (Sivastopol’ü) bombalaması emrini vermesiyle, Kasımın ilk günlerinde savaşa girdik. Ve ilk saldırıyı da Karadeniz’de, Rusya’ya (İtilaf Devletlerine) karşı biz başlattık.

Savaşta Osmanlı Kafkasya, Çanakkale, Süveyş Kanalı, Irak, Suriye-Filistin gibi ana cephelerle, birçok ara cephede ve yurt dışında da Makedonya ve Romanya’da (Galiçya) savaşmıştır. Tüm bu cephelerde bir milyondan fazla kayıp vermiştir.

M. Kemal bu savaşa karşı olmasına ve elinden geldiğince önlemeye çalışmasına rağmen, savaş çıktıktan sonra aktif görev isteyerek Çanakkale’ye geldi ve burada kazanılan zafere adını yazdı. Sonra da cepheden cepheye koşarak, savaşın sonuna dek aktif olarak görev yaptı.

Bu savaşın Türk ve dünya tarihi açısından, bence tek olumlu sonucu M. Kemal gibi bir dünya liderinin, bir dehanın ortaya çıkmasını sağlamış olmasıdır. Milliyetçiliği insanlığın beyin kiri, saralı durumu olarak algılayan ve şiddetle milliyetçiliğin karşısında olan bir insan olarak bu düşüncem, asla milliyetçi bir yaklaşımın sonucu değildir. Ayrıca her ne kadar devlete ve devletler sistemine karşı olsam da, dünyada devletler sistemi sürdüğü sürece her milletin bağımsızlığını kazanmak veya korumak hakkı olduğunu ve bu amaçla milliyetçiliği kullanmasını saygı ile karşılıyorum. Milliyetçilik, haksız emperyalist saldırılara karsı kendini savunma ve bağımsızlık savaşlarının dışında insani olma özelliğini süratle yitiren bir kavram olduğu için şiddetle karşısındayım.

Yani bu sınırın dışında milliyetçilik hemen çıkara, çeteye, mafyaya, üstünlük taslamaya veya başkalarını aşağılamaya, nefret ve düşmanlığa dönüşmektedir. İşte M. Kemal’in evrensel özellikleri de burada devreye girerek, milliyetçiliğe, akıl bilim ve çağdaş gelişmeler ışığında insancıl bir boyut getirmiş, insan sevgisini milliyetçiliğe temel yapmıştır. Çıkara dayalı, fanatik şoven, ve insanı aşağılayan milliyetçiliğe karşı çıkmıştır.

Çok büyük savaşlar yönetmiş ve çok büyük zaferler kazanmış bir komutan olarak, savaştan hiçbir yerde övgü ile söz etmemiş, savaşın bir şan şöhret vesilesi yapılmasına ve bir şölene dönüştürülmesine karsı çıkmıştır. Mecbur kalmadıkça savaş yapmanın cinayet olduğunu belirtmiş ve bu sözün arkasında durmuştur.

Dünyada gerçek anlamda ilk bağımsızlık savaşını vererek, Türk Milletini yeniden, bağımsız yeni bir devlete kavuştururken, sömürgelere ve esir uluslara da örnek olmuştur.

İşte değerlendirme, durup dururken hain düşmanın Çanakkale’de bize saldırdı ve biz de ona dersini verdik şeklinde değil de, bu gerçekler ışığında yapılırsa, bu olaydan çıkacak ders, bizi sorumsuzca bu harbe sokanlardan hesap sormaya dönüşecektir. Böyle olunca da yönetenler keyfine göre halkı felaketlere sürükleyemeyecek, bin yıldır tekerrür eden tarihimiz, kendini tekrar etmekten kurtulacaktır. Tarih bunun için vardır ve bunun için okunur. Tabii, gerçekten de, bilimsel anlamda tarihse eğer.

Ama savaşlardan zaferler çıkaran ve devletlerin bunun için gerekliliğini savunan bir tarih ise eğer, Çanakkale’den de zaferler çıkarması doğaldır. Oysa Çanakkale’nin insanlık adına tek ve gerçek sonucu, büyük bir felaket veya facia olmasıdır. Çünkü zafer bir şey kazanmak değil midir? Öyleyse 500 bin insanın öldüğü yerde kim ne kazanmış olabilir. Hangi kazanç 500 bin insandan daha değerlidir. Bu yüzden kimsenin kazancı yok, tüm insanlık zarardadır. İtilaf Devletleri de zaten Çanakkale’nin intikamını Filistin’de fazlasıyla almıştır. O da ayrı bir felaket ve insanlık adına büyük bir faciadır.

500 bin insanın öldüğü yerde, kimse bahsetmesin bana zaferden. Zafer ölümündür. Kanın, vahşetin, dehşetin ve şiddetin zaferidir.

Yayın Tarihi : 6 Nisan 2008 Pazar 00:11:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?