“Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir.” (1923) K. Atatürk
Atatürkçü Düşünce Derneği ve CHP Atatürk’e daha ziyade Kemalist bir yaklaşımla yaklaştığı için, demokrasiye şaşı bakmakta ve demokrasiyi Kemalizm’e ayak bağı olarak görmektedir. İkinci cumhuriyetçilerle çatışma noktası da buradan kaynaklanmaktadır. İkinci cumhuriyetçiler ise demokrasi taleplerinde elbette ki çok haklı olmakla beraber, kuruluş döneminde 2000’li yılların demokrasisini bulamamaktan yakınarak, olayı Atatürk’ü diktatörlükle suçlamaya dek götürmektedir.
Önceki yazılarımda da değindiğim gibi İkinci Cumhuriyetçinin Kemalist dönemde demokrasi araması ne denli yanlış ise, Atatürkçülükte demokrasi araması ise, o oranda doğru ve haklı bir davranıştır. Gerçekten de, demokrasi olmadan Atatürk’ten, Atatürkçülükten söz edilemeyeceği gibi, Kemalizm’in başarısından da söz edilemez. Yani sonuç Atatürkçülükle sonuçlanmadıysa, Kemalizm binayı sağlam kurmamış, ya da başarılı olamamış demektir.
O yüzden 2. Cumhuriyetçilerin, demokrasiyi Atatürk ilkeleri içinde görmek istemesi, bence Atatürkçülüğün en öncelikli ve temel gereğidir. Hatta bence demokrasi, cumhuriyetten de öncelikli en temel, birinci ilke olmalıdır. Çünkü demokrasisiz cumhuriyet saltanattan da kötüdür. Yani halk saltanata da bir noktadan sonra karşı çıkabilse bile, (kazan kaldırmak gibi) cumhuriyete karşı çıkmak olanaksızdır. Demokrasisiz cumhuriyetin diktatörü ben halkı temsil ediyorum dediği zaman, buna karşı çıkmak, halk iradesine karşı çıkmak olur.
Çünkü bugün devletlerin değerlendirilmesinde rejimlerinin bir önemi kalmamıştır. Yani bir devletin çağdaş ve yaşanılabilirliği bakımından rejimi ölçü olarak alınmamaktadır. Mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet olmanın fazla bir anlamı kalmıştır. Örneğin İsveç Cumhuriyet mi, krallık mı? İran cumhuriyet mi, şahlık mı? Türkiye cumhuriyet mi, padişahlık mı? Japonya imparatorluk mu, meşrutiyet mi? Hiç önemli değildir.
Çünkü ölçü bunlar değil artık. Ölçü rejim ne olursa olsun, içinde ne kadar demokrasi var ve insana ne kadar değer veriliyor? Özellikle de devletin ve kurumların halka bakışları ne âlemdedir? Ölçü bunlardır.
Onun için ADD ve CHP saplandıkları devlet, ulus ve cumhuriyet bataklığından kurtularak, insan ve demokrasi noktasına gelmeden, Atatürkçü bir noktayı yakalamaları da çok zor olacaktır diye düşünüyorum.
Fakat siz buna rağmen hala içi boş dayatmacı cumhuriyetinizi en büyük değer olarak görüyorsanız, o zaman dönüp bir arkanızda yaşadıklarınıza bakın ve bir de dünyaya bakın derim. Demirel cumhuriyetiniz, demokrasiyi budayarak mı, yoksa zenginleştirerek mi geçti? Cunta cumhuriyetini mi savunuyorsunuz. Akbulut, Çiller, Erbakan cumhuriyetlerini mi özlediniz. Şimdi Erdoğan cumhuriyetine ne dersiniz?
Yani aslında 90 senedir cumhuriyet var. Hepimiz içindeyiz. Ama hiç yüzümüzü güldürmediyse, bu cumhuriyeti korumak ve buna canla başla sarılmak mı doğrudur, yoksa demokrasi ve insan haklarının savunucusu olmak mı gerekir. Olmazsa olmaz olan değer cumhuriyet değil demokrasidir. Ama demokrasi elbette, cumhuriyet bahçesinde çiçeklense daha da güzel olur.
Bu gün dünyada en azgın diktatörler cumhuriyet yönetimlerinden çıkmış ve çıkmaktadır. Dünyadaki şeriat yönetimleri, faşist, komünist diktatörlükler, Hitler ve Stalin gibi caniler, Saddamlar, Esatlar da hep cumhuriyetlerin ürünleridir. Buna bakarak bir değerlendirme yapmak gerekirse, mutlakıyet ve meşrutiyetten sonra gelen en çağdaş rejim cumhuriyet olsa da, içinde demokrasi yoksa eğer, mutlakıyeti bile mumla aratabilmektedir.
Hani bir ankette, demokrasisiz cumhuriyeti mi tercih edersiniz, yoksa demokrasili mutlakıyeti mi, diye sorsalar bana, ben cumhuriyeti değil, mutlakıyeti tercih ederim. Zaten şu anda dünyanın en yaşanabilir ülkeleri de, cumhuriyetlerden ziyade, Danimarka krallığı, Japonya imparatorluğu, lüksenburg dükalığı gibi cumhuriyet öncesi rejimlerin bulunduğu ülkelerdir. Onun için cumhuriyeti demokrasiye alternatif gibi göstermek, ya da demokrasi cumhuriyetin içinde zaten vardır demek safsatadır.
ADD’nin sitesinde yayınlanan Prof. Dr. Bige Sükan’ın bir makalesinde;“Türkiye’de Cumhuriyetin laik ve demokratik niteliklerine yönelik eleştiri getiren grupların başında herkesin bildiği gibi II. Cumhuriyetçiler ve dine dayalı düzen yanlıları bulunmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra bazı çevrelerin paniğe kapılarak liberalizme doğru kaydıkları ve bu çerçevede Atatürk’ü ve O’nun eseri Cumhuriyet’i yoğun bir eleştiri bombardımanına tutarak II. Cumhuriyet’i gündeme getirdikleri bilinmektedir” deniliyor.
Sayın Sükan, cumhuriyetin demokratik niteliğini, nerede ve nasıl yaşamıştır bilemem, ama ben 66 yaşındayım ve hala hiç göremedim. Cumhuriyet ve devlet benim için hep korkuydu, baskıydı, tehdit idi. Kitaplarımı saklama ve banyo sobasında yakmaktı. Memuriyette sürgün ve dayatmaydı. Örgütlenme ve hak arama yasağıydı. Türkiye genelinde izlediğim kadarıyla da, karakol korkusu ve emre itaatti en çok yaşanan.
Şu anda yaşananlar ise, mahkûmdan fazla tutuklu ve herkesin her an için tutuklanabileceği keyfi bir ortam var. Sayın Sükan bunların neresinde demokrasi buluyor bilemiyorum, ama ben hiçbir yerinde demokrasi bulamıyorum. Üstelik cumhuriyet açık ve net olarak ortada duruyor. O zaman 90 senedir cumhuriyet var da, demokrasi yoksa eğer, demokrasi cumhuriyetin içinde vardır diye bu cumhuriyetle yetinmeyi savunmak ADD’nin demokrasi fobisinden başka bir şey değildir.
Peki Kemalizm’in inşaatında, demokrasi eksik mi kalmıştır, derseniz, bence bir eksiklik söz konusu değildir. Binanın harcında hemen her noktasında demokrasinin iklimini yaratmaya yönelik temeller vardır. Ama açıktan açığa temel ilkeler arasında yer almayışı, Kemalizm’de uygulanmasının zorluklarından kaynaklanıyor olabileceği gibi, sistemi yerleştirmeden yapılacak demokrasi uygulamasının, 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası uygulaması gibi, tüm sistemi tehdit etmesinden de çekinilmiş olabilir. Ama harçta vardır, hedef ise tümüyle demokrasidir. Bunu Atatürk’ün hemen her söyleminde, devlet anlamında bağımsızlık ve fert anlamında özgürlük ve demokrasi olarak bulmak mümkündür.
Yine olaya 1923’lerin dünyasından bakacak olursanız, gerçek anlamda olmasa da, aslında o günün koşullarında yeterli sayılabilecek kadar demokrasi de vardır. Çünkü dünyadaki demokrasi de, bizim Kemalist demokrasiden çok fazla ileri değildir. Avrupa’da demokrasi siyasi haklardan çok, liberal ekonomik özgürlükler alanında daha ileriydi. Avrupa’nın tüm ileri demokrasilerinde, kendi halklarına verilen özgürlüklerin belki biraz daha fazla olduğu görülse de, demokrasilerinin temelleri sömürgecilik ve köleliğe dayanıyordu.
Onun için Kemalizm’i demokrasisi eksik diye eleştirmek, bilinçli tarih okumayı becerememek ve tarihi olayları yeri ve zamanı içinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde yorumlayamamaktır. Çünkü tarih olaylarını bu koşullarda değerlendiremiyorsanız, tarihte okuduğunuz her şey yanlıştır.
Ama bir ADD’linin de, çıkıp Kemalizm’de demokrasi vardır, demesi yanlış olduğu gibi, Kemalizm’deki demokrasiyi bugün için de yeterli bularak, ayrıca demokrasi ilkesinin konulmasına ihtiyaç duymaması çok ama çok daha da büyük bir yanlışlıktır. Kemalizm’i ve Atatürk’ü değişmezlik zırhında putlaştırmak ve dogmalaştırmaktır ki, bence bu durum Atatürk’e yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
Çünkü doğru ve akılcı davranış, demokrasiyi Kemalizm’de değil de bugünde aramaktır. Bunun için de 1950 sonrası son 60 yıla bakmak gerekir. Eğer ADD’liler bu son 60 yılda yeterli bir demokratik ortamda, yeterince Atatürkçü bir yönetimde yaşadıklarını düşünüyorlarsa, ikinci cumhuriyetçilerin demokrasi ilkesi istemesine kızmakta haklılardır.
Fakat demokrasi yaşamadık diyorlarsa niye ikinci cumhuriyetçiye kızıyor, birlikte demokrasi mücadelesi versinler. Çünkü mevcut ilkelerden bu kadar demokrasi çıkıyor demektir. Yani Kemalizm demokrasiyi, cumhuriyet gibi dayatmadığı için, cumhuriyetin cumhuriyetliği de on para etmemektedir. Demokrasinin ayrıca ve birinci ilke olması gerekir.
Oysa ADD yine tutucu bir yaklaşımla, demokrasi konusunda yan çizmektedir. Örneğin Prof. Bilge Sükan yukarıda sözünü ettiğim makalesinde, Atatürk ilkelerini tek tek ele alarak bunların içindeki demokrasi kırıntılarını, gerçek bir demokrasi gibi göstermeye çalışmaktadır.
“Demokrasi-Cumhuriyetçilik: Cumhuriyet, yönetenlerin yönetme yetkisini halktan aldıkları bir rejimdir. Dolayısıyla Atatürk’ün Cumhuriyetçilik anlayışı, sadece hükümdarlığın reddi anlamına gelen Cumhuriyetçilik değil, esas olarak demokratik Cumhuriyetçiliktir. Atatürk’e göre “demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir.
Demokrasi-Milliyetçilik: Ulusal bir devlet olan yeni Türk devlet içinde en üstün iktidar olan egemenlik, yalnız Türk ulusuna aittir.
Demokrasi-Halkçılık: “…Demokrasi esasına dayanan hükümetlerde, hakimiyet halka, halkın çoğunluğuna aittir…” Bunun yanı sıra O’nun halkçılıktan kastettiği geleneksel anlamda özgürlükçü siyasi demokrasidir, yani temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı rejimdir. ………
Halkçılık ilkesinin demokrasiyle ilgisi yok demek herhalde cehaletten başka bir şey değildir.”
Acaba Sayın Sükan niçin mevcut ilkelerin ruhuna sinmiş olan demokrasi kırıntılarını aramak için bunca çaba gösteriyor ve ikinci cumhuriyetçileri suçluyor. Bu kadar uğraş verileceğine demokrasiyi direk temel ilke olarak koymak çok daha kolay değil mi? Demokrasiden niye korkuyorlar. Demokrasi içine girince Atatürkçülük parçalanıp dağılacak mı? Demokrasi Atatürkçülüğe bu denli yabancı bir kavram mı? Atatürkçülüğü tuz buz mu edecek? Hem Atatürkçülüğün her tarafına sinmiş en temel özellik demokrasidir diyeceksiniz ve hem de ondan kaçıp çekineceksiniz, bu çelişki değil mi?
Aslında bir çelişki yok tabii ki. Çünkü her zaman için, CHP ve ADD’liler demokrasiye soğuk bakmışlardır. Nedeni de birinci derecede Atatürkçülüğe Kemalist, yani dayatmacı yaklaşmalarındadır ki; demokrasi dayatma kabul etmez. Yani siz ordu ile yargı ile iktidar devirmek isterseniz buna demokrasi izin vermez. Demokrasilerde iktidarlar halkoyuyla değişir. İktidarı devirmek istiyorsanız, ordunun değil, halkın yanına gitmeniz gerekirdi.
En son 2007 Genel Seçimlerinde, sergiledikleri tavır, ordu ve yargı darbeleriyle milli iradenin önünü kesmeye yönelik, çakma bir cumhuriyet dayatmasıydı. Bu dayatmacı sistem belleklerinden silinip de, belleklerine halka güvenip halka dayanan demokratik bir cumhuriyet anlayışı yerleşmeden, gerçek anlamda Atatürkçülükten söz etmek olanaksızdır.
nazmioner@mynet.com