27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

CHP’de iç savaş ya da Kılıçtaroğlu karşıtlığı

Önceki yazılarımda da değindiğim gibi Kılıçtaroğlu, 1923-1933 aralığına sıkışıp kalmış olan Baykal Döneminin ulusalcı, devletçi, laik, cumhuriyetçi, Kemalist CHP’sini, milenyuma taşımak için yeni bir kadro oluşturmaya çalışmıştı. Amaç partiyi halktan yana, demokratik, devrimci (çağdaş) ve Atatürkçü bir çizgiye taşıyarak, laikliği demokrasi içinde yumuşatarak, dine ve dindara saygılı hale getirmek ve partiyi iktidar alternatifi yapmaktı.

Bu yüzden 2012 Genel Seçimleri arifesinde, 1923-1933 aralığına sıkışmayı kabul etmediği için patiden atılan eski CHP’liler, İçi boş cumhuriyet ve devletçi ekonomi yerine, demokrasi ve liberal ekonomiyi savunan 2. Cumhuriyetçiler, katı laiklik anlayışı nedeniyle partiye soğuk duran alevi ve diğer dini kesimler, ulusalcı siyaset nedeniyle kendilerini dışlanmış hisseden Kürtler ve diğer azınlıklar CHP’ye davet edildi.

Çünkü bu kesimler olmadan, devletçi, cumhuriyetçi ve ulusalcı Kemalist politikalarla Türkiye genelinden alınabilecek oy oranının %20’nin üstüne çıkamayacağı Baykal döneminde defalarca test edilmişti. Yani CHP Türkiye’nin bir kitle partisi olmak ve iktidar olmak istiyorsa mutlaka Türkiye geneline açılmak ve geneli kucaklamak zorundaydı. Nitekim CHP’nin bu yola girmesiyle, zaman darlığı ve parti içi yıpratma faaliyetlerine rağmen, %20’lik Baykal barajı aşıldı. Aslında parti içi mücadele, partiler arası mücadeleye dönüştürülebilseydi, % 35’ler de mümkündü.

Amaç eskilerle yenileri çağdaş ve Atatürkçü bir noktada buluşturmaktı. Aslında bu durum çok zor gibi görünse de, Atatürkçü düşünceye sahip insanlar için çok kolaydı. Ama ne var ki ülkemizde dinci partiler, ne denli gerçek dinin, milliyetçi partiler ne denli gerçek milliyetçiliğin, Cumhuriyetçi partiler ne denli cumhuriyetçiliğin çok uzağında bulunuyorsa, Atatürkçüler de Atatürkçü düşüncenin o denli uzağındaydı. Atatürk ve Atatürkçülüğün en olmayacak yerinde duruyorlardı. Neresidir bu en olmayacak noktalar derseniz, başta dayatmacı Kemalist anlayış. Ve sırasıyla, demokrasisiz cumhuriyet, tarikatlaşmış katı laiklik ve devlete tapma.

İşte bu yüzden, CHP’de eski zihniyetle yeni zihniyet anlaşma sağlamak bir tarafa, birbirine karşıt ayrı iki parti gibi, birbirine karşı mücadele verdiğinden, Türkiye’nin geleceğinin belirleneceği bir dönemde, rakipsiz zaferlerin sarhoşu AKP’nin, her alandaki keyfi dayatmalarıyla, mağrur bir iktidar sorunu söz konusu iken, muhalefetsizlik sorunu bunu gölgede bırakmaktadır.

Parti içi çekişmeyi, dışarıdan partili yazarlar da çekiştirmekte ve özellikle, ulusalcı yazarlar, Türk sözcüğü üzerinden, hassas noktaları kaşıyarak, yenileri dışlamaya çalışmakta ve yeni CHP’yi içlerine sindirememektedir. Örneğin CHP’li bir yazar Kılıçdaroğlu’ndan söz ederken aynen şöyle diyor.

“Genel Başkan'ımız K.K'nun verdiği talimatlar doğrultusunda durmadan çalışacağız. Genel Başkan'ımız K.K'nun bitmez tükenmez enerjisi bize de bulaştı…

Ev ev, sokak sokak çalışacak, dokunmadık omuz, öpülmedik yanak, sıkılmadık el bırakmayacağız. Halka dokunacağız halka...

Dokunduğumuz her omuz, öptüğümüz her yanak, sıktığımız her el, seçimlerde oyların partimize gürül gürül akmasını sağlayacak”.

Yani bir başka deyişle yeni CHP’yi içine sindiremeyen bu Baykalcı yazarımız, seçimlerin halka inanarak, halka yaklaşılarak kazanılmasını alaya alarak, aklınca CHP’yi sanki bu ayaktakımından korumaya çalışmaktadır. Ve anlaşılan hala CHP’nin ancak Baykal’ın asil ve soylu fikirleriyle iktidar olmasını beklemektedir.

Çünkü Kılıçtaroğlu’ndan KK diye bahseden aynı yazar, CHP'nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal'dan söz ederken şunları söylüyor.

“37 yıllık siyasi hayatı boyunca halka hitabında dil sürçmesi dahil bir kelime kem söz etmeyen, halk goygoyculuğuna uzaktan yakından bulaşmayan, entellektüel seviyesi yüksek nadir siyasetçilerimizden Deniz Baykal'ın TBMM' nde CHP grubuna yaptığı konuşmayı ilgi ve dikkatle izledim.
Lafa baktım, laf, söyleyene baktım adam.
Yazdım o zaman.
Deniz Baykal'dan satırbaşları;”

Diye devam eden yazıda, entelektüel seviyesi yüksek, satır başlarında yine devlet, cumhuriyet, anayasa ve milliyetçilikle ilgili laflar. Fakat bu satırbaşlarından birisi de şöyledir:

“Etnik kimlik siyaseti solculuk değildir. Solculuk halktan, emekten, ezilenden, mağdurdan yana olmaktır” deniliyor.

Elbette ki bu çok doğru bir yorum ve durumdur. Fakat etnik kimlik nasıl gündeme geliyor ve kim onu siyasetine temel yapıyor? Bunun kaynağı ulusalcılık değil mi? Yani kendi kimliğinizi üste çıkarıp, ötekileri dışlamak veya denk görmemek etnik kimlik siyaseti değildi mi? Ulusalcılıkla mı halktan ezilen ve emekten yana olunuyor? Sizin halktan kastınız nedir?

Ayrıca Kemal Kılıçtaroğlu’nu, TESEV üyeliği nedeniyle, George Soros’un kayığına binmekle de suçlayan yazarımız, CHP’nin geleneksel servet düşmanlığından da faydalanmak istemektedir. Çünkü devletten maaş alarak geçinen kesimler servetin halkta değil, devlette olmasını ister, özelleştirmeye ve kişisel servete karşıdır. Bu tavırlarını da açıkça liboş sözcüğüyle ortaya koyarlar. Liberal ekonomi onlara yabancıdır.

Bir başka yazarımız da CHP’nin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi, devrimci ve Kemalist olmaktan çıkarılarak, Sosyal demokrat, liberal ve Atatürkçü bir parti haline getirilmek istendiğinden yakınmaktadır.

Bazıları CHP Genel Başkan yardımcısı Sena Kaleli’nin “Cemaatleri yok saymak sivil toplum anlayışına uygun değildir” söylemini doğru bulurken, bu sözler bazılarına küfür gibi gelmektedir. Yani bir taraf için gayet normal demokratik bir hak olarak kabul edilebilecek bu sözlerden öbür taraf, süratle tekke ve zaviyelere ve şerri eğitime ve mecelle’ye kadar gidebilmektedir.

Yeni CHP’nin ilahiyatçı milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun Fetullah Hoca’yı saygıyla selamlaması ve topluma bir bütün olarak bakılmasını istemesi, Parti meclisi üyesi Binnaz Toprak’ın Heybeliada Ruhban okulu ve Ekümenlik konularına sıcak bakması, eskileri buz gibi soğutmaktadır.

Yine cemaat okullarını beğenen ve “CHP’den ulusalcı kafa gitmelidir” diyen Erdoğan Toprak’a karşılık Muharrem İnce de, Burası ulusalcı bir partidir, beğenmeyen çekip gitsin demektedir. Bu çekişmelerin ulusalcı tarafında yer alan aydınlık gazetesi, karşı tarafı (yenileri) şöyle suçlamaktadır.

“Atatürkçülük sığ ideoloji, laiklik tehlikede değil” diyen, AKP’ye övgüler yağdıran, arkadaşları Ulus’ta biber gazı yerken Abdullah Gül’ün Çankaya’sında gül suyu içen Menderes hayranı Faik Yunay ve kankaları…

Konu Atatürk ve Cumhuriyet olduğunda partideki gerçek CHP’li vekillere taarruz etmekten kaçınmayan Binnaz Toprak ve saz arkadaşları…

Ve de, CHP’nin ideolojisini hazmedemeyen, ne yazık ki CHP’ye yerleştirilen liboşlar………… PKK’lıların avukatı Sezgin Tanrıkulu ve arkadaşları….”

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ama durum açıkça ortaya çıktığına göre yazıyı uzatmanın gereği yok. Çünkü açıkça görülmektedir ki, CHP’de en azından iki parti vardır. Yeniler ve eskiler ki: bunların arasındaki farklılık da, CHP’nin AKP’den farkından daha fazla farklı görünmektedir. O zaman bu sorun nasıl çözülecek ve CHP nasıl tek bir parti bütünlüğüne kavuşacak? Bunu da sonraki yazımda ele alacağım.

nazmioner@mynet.com 

Yayın Tarihi : 23 Mart 2013 Cumartesi 19:21:29
Güncelleme :26 Mart 2013 Salı 18:32:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?