20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri Değişmelidir (1)


NOT:
Her ne kadar olayın türban tarafı beni ilgilendirmese de, Anayasa Mahkemesi’nin, cumhuriyetin değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerini öne sürerek, türbanla ilgili iptal kararı üzerine, “Türkiye’den Milliyetçilik Manzaraları” adlı yazı dizime ara vermek ve değişmezlik üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Ve bu çağ dışı anayasanın, çeyrek asırdır Türk toplumunu, değişmezlik temelinde, çağın dışında tuttuğunu düşünüyorum.

Bu sütunlarda daha önceden yayınlanan yazılarımdan da anlaşılacağı gibi, ben ne türban taraftarı ne de türban karşıtı olmadığım için; işin türban tarafı beni ilgilendirmiyor. Çünkü benim düşüncelerime göre, eşarpla dastarla türbanla; donla şortla şalvarla; saçla sakalla bıyıkla laiklik olmaz. Laiklik akıl ve bilim işidir.

Bütçesinin en büyük gider kalemlerinden birini, Sünni Müslüman din adamlarının maaşına ayıran ve bunların yetişmesi için okullar açıp okutan, ama diğer din ve inanç mensuplarından da vergi aldığı halde, bunlar için hiçbir dinsel harcama yapmayan bir devlet laik olamaz. Papazların ve Hıristiyan vatandaşlarının öldürülmesinde ağırdan alan, din dersini zorunlu kılan laik cumhuriyetimizin laikliğine, bırakın türbanı, “TC’nin resmi dini İslam’dır” diye yazsanız bile halel gelmez. Bu yüzden TC’nin türban anlamında olmasa da, bu anlamda gerçekten laikliğe, laik bir devlet haline getirilmeye çok acil ihtiyacı vardır, diye düşünüyorum.

1-DEĞİŞMEZLİKTEN KASIT NEDİR?

Son yıllarda Anayasamızın kendisi bir anayasa olmaktan çıkıp, bir kutsal kitap haline getirildiği gibi, değiştirilmez hükümlerle de takviye edilerek, amacının ötesinde tabulaştırılmış ve toplumu; ortaçağı çağrıştıran bir durağanlığa sürüklemiştir. Ve şu anda cumhuriyet, başlangıçtaki değişim hedeflerinin tam da karşıtı, değişmez bir bataklığa saplanıp kalmıştır.

Oysa Türk milleti, modern bir toplumun hiç katlanamayacağı, bu çağ dışı göstermelik kavramlar ve kurnazlıklar anayasasına çeyrek asırdır tahammül etmektedir. Ama anayasanın zincirlediği noktada kalmış olan beyinler, ileri adım atamadıkça, düşünce olarak da geri kaldığından, dün şiddetle karşı çıktığı anayasayı bu gün aynı şiddetle sahiplenmektedir. Anayasa çağın dışında kaldıkça ve insanları da çağın dışında tutmaya devam ettikçe, bir bu kadar sene sonra, gerçek bir kutsal kitap haline de gelebilir ve artık kimse ondan vazgeçemez. Yani bu anayasa, antika bir eşya gibi, durdukça değerlenmektedir.

Bu yüzden bırakın cumhuriyeti ve onun değişmez niteliklerini, anayasanın tamamı her şeyiyle, A’dan Z’ye derhal değiştirilmeli ve millet bu anayasadan kurtarılmalıdır. Değişmez denilen ve vazgeçilmeyecek önemdeki değerler ise, zaten bu anayasaya yakışmaz, bu anayasa içinde anlamsızlaşır. İçi boşalır, değerini kaybeder.

Ayrıca anayasada sözü geçen değiştirilemez hükmü, aslında bu niteliklerden ve bunların taşıdığı erdemlerden vazgeçilemez anlamındadır. Ama bazı değerlerin vazgeçilmezliği, değiştirilmezliğine dönüştürülerek, toplum elli altmış yıl gerilerde bir noktada zincirli tutulmaktadır. Yani “TC. laik, demokratik sosyal bir hukuk devletidir” demekten kasıt, cumhuriyetin: bu temel niteliklerden yoksun tutulamayacağını, bunların olmadığı bir cumhuriyetin cumhuriyet olamayacağını ifade eder. Ama bunun için de, önce cumhuriyetin cumhuriyet olması gerekmektedir. Cumhuriyetin içinin çağdaş değerlerle dolu olması gerekir ki, bu anayasa ile bunlar olanaksızdır. Anayasanın yürütme egemenliğine dayalı devlet yapısı, cumhuriyetin ulusal egemenlik anlayışına dayalı devlet anlayışıyla tamamen ters düşmektedir.

Onun için değişmezlik derken, bu temel niteliklere, çağa uygun yeni tanımların yapılamayacağı, akıl ve bilim doğrultusunda yeni anlamlar yüklenemeyeceği ve geliştirilip değiştirilemeyeceği anlamı da çıkmaz. Böyle bir anlam çıkıyorsa eğer, o şeriat olur. Yani bu niteliklerin niteliği ve niceliği nedir, ne kadar olmalıdır? Durağan mıdır, zamanla alakalı mıdır ve nerede durmalıdır? Bu sorular sürekli sorulmalı ve akla uygun yanıtlarla gelişip değişmelidir.

Değişim: cumhuriyetin kaynağına inilerek, kaynaktaki amacına ve hedeflerine bakarak değerlendirilip, çağa, gelişmelere ve toplumun ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemeler, biçiminde olmalıdır. Her durum ve aşamada ulusal egemenlikten uzaklaşmamak, aksine halkla bütünleşmek için gerekli yol ve yöntemler ön planda tutulmalıdır. Yani değişim, haktan, halktan ve demokrasiden yana olmalıdır. Ayrıca etik ve evrensel değerlere, insanın doğasına, doğaya ve doğala aykırı olmalıdır.

Yani bu noktada elde iki alternatif vardır. Ya bunlar seksen sene önceki ilk biçimleriyle korunacak (ki: bugün bu anayasa, bu değişmez niteliklerin ilk biçimlerinin de gerisindedir) dokunulması, değiştirilmesi, ileri ya da geri götürülmesi yasaklanacak, yani tabulaştırılacak yahut da zamana, mekana ve ihtiyaçlara göre değişecek, gelişecek yeni yorumlarla yeni hedeflere doğru yol alınacak, çağ ıskalanmayacak; çağın dışında kalınmayacaktır.

Değişmez maddeler ve statik durağan yapılanmalar, ortaçağ demektir. Yeniçağları ıskalamaktır. Bu yüzden değişmez maddelerden durağan bir yapılanma çıkarıp bunu savunmak, ya da bunların yorumunu yarım asır gerilerde bir yerde aramak, topu taca atmaktır. Çünkü bu maddelerin değişmezliğinden kasıt: daha açık bir anlatımla, “Cumhuriyetten vazgeçemezsiniz ve cumhuriyetinizin içinde mutlaka laiklik, demokratlık, sosyal devlet ve hukuk devleti gibi değerler de bulunacaktır” demektir. Değişmez olan bu ana iskelet olup, içini çağdaş değerlerle sürekli değiştirip geliştirerek doldurmak, dolu tutmak gerekir. 12 Eylül mantığı ve anayasasında olduğu gibi, içini boşaltmak değil.

Yani demokrasi anlayışını hiç değiştirmeden, 1923’ün tek partili koşullarında sürdürmek, hukuk devletini, olağanüstü koşulların mahkeme anlayışında yürütmek, sosyal devleti; halkı, devletin kulu kölesi haline getirme aracı olarak kullanmak amacıyla değişmezliğe sarılmak, akıl ve bilim işi, cumhuriyet işi değildir. Ayrıca cumhuriyet bu anayasadaki gibi halka güvenmeyen, halka dayanmayan, yasamanın etkisizleştirildiği bir yönetim de değildir.

Aksine gerçek anlamda bir cumhuriyete ulaşabilmek için, cumhuriyetin değişmez nitelikleri değişmeli ve çağa uygun olarak gelişmelidir. Hatta ferdi koruyacak, devletlerin kişisel alanlara tecavüzünü, keyfiliğini önleyecek, vazgeçilmez yeni nitelikler eklenmelidir. Örneğin doğanın ve barışın korunmasıyla, evrensellikle ilgili yeni vazgeçilmez temel kavramlar da ilave edilebilir.

Bu gün cumhuriyetimizin, tamamen içi boş bir cumhuriyet haline gelmesinde, bu temel niteliklerin, bu değişmezlik felsefesiyle; hiç değişmeden, gelişmeden, tabulaştırılıp yaşamdan uzaklaştırılarak, bir süs ve bir aksesuar anlayışıyla sürdürülmesinin payı çok büyüktür. İslamiyet öncesinde Kabe’deki putlar gibi, cumhuriyetin içindeki o nitelikler de orada yaşamın dışına itilmiş, cansız duruyor ve herkesin onlara tapması isteniyor. Ama onlar ölü ve onların kimseye bir hayrı yok. Çünkü yaşamdan uzaklaştırılıp, seksen sene önceye hapsedilerek, özenle tarihi bir eser gibi, tabusal yasaklarla korunuyorlarsa eğer, onlardan bir fayda beklenemez.

Bu yüzden bunların hepsi de yeni durumlara ve yeni yorumlara göre yeniden yeni tanımlamalara ihtiyaç duymaktadır. Değişip geliştirilerek, sürekli güncellenmeye ihtiyaçları vardır. Şu anda cumhuriyetin hiçbir niteliği, olması gereken yerde değildir. Cumhuriyetin kendisi dahil, her bir niteliğinin çağdan ve yaşamdan ne denli uzak olduklarını yazmaya kalksak, ciltlerce kitap olur. Şimdi bunlardan uzun uzadıya söz etmeyeceğim. Ama biliniz ki, dünyada her ülkenin bulunduğu nokta, anayasasının bulunduğu noktadır. Bulunduğumuz noktadan hoşnutsanız, anayasamıza tapabilirsiniz.

Çünkü bu değişmezler, Toplumun değişimine ve gelişimine de müsaade etmezler. Değişmez nitelikler de, anayasa içinde ayrı bir anayasa gibidir. Yani yasalarda, bu değişmez niteliklere de uygunluk arandığından, bunların tanım düzeyleri gerilerde bir yerlerde kaldıkça, ileriye dönük bir yasa yapma olanağı da kalmamakta ve toplum hep seksen sene gerilerde bir yerlerde tutulmaya çalışmaktadır.

Oysa çağdaş bir anayasa olmadan bir toplumun çağdaş bir toplum haline gelmesi olanaksızdır. O yüzden TC, 85 sene sonra hala çağın dışında türban tartışmalarına sıkışıp kalmıştır. Anayasalarını AB kriterlerine göre düzenleyen Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler ise bizim çok gerilerimizden gelip, bir anda oldukça ilerimize geçmişlerdir.

Bizim Anayasamız ise 1930’lu yılların kılık kıyafet yasalarında, Kemalist dayatmalarda kaldığından, kırk yıl dünyayı komünizmden ibaret görmüşüz; herkes birbirini komünist olmakla suçlamış. Son otuz yıldır da türbanı tartışıyoruz. Zaten böyle bir anayasa ile farklı bir yerlere gelmek, daha aklı başında bir şeyler konuşmak, daha ciddi hedeflere ulaşmak da mümkün değildir.

Yayın Tarihi : 2 Temmuz 2008 Çarşamba 10:27:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?