19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri Değişmelidir (5)


5-BU ANAYASADA İNSAN YOKTUR.

Çünkü insan demek yaşam demektir. Yaşam değişim demektir. İnsan demek hak ve özgürlükler demektir. Oysa bu anayasa, verilmiş gibi yapılan hak ve özgürlüklerin verilmesinden çok, gerektiğinde geri alma yollarını hazırlamak amacıyla yapılmış bir anayasadır. En doğal hak olan yaşama özgürlüğünü bile, tesadüflere, devletin ve güçlülerin keyfiyetine bırakmaktadır.

Bizim anayasalarımızda, ulusal egemenlik kavramında görülen gerileme ve kavramın içini boşaltma çalışmaları, kişisel hak ve özgürlükler alanında da buna paralel olarak yürütülmüş ve 1982 Anayasası ile hak ve özgürlüklerin köküne kibrit suyu dökülmüştür. Çünkü ulusal irade ile onun sahibi olan halk ve fert aslında aynı şeydir. Ulusal egemenliği kısarsanız, kişi haklarını da kısarsınız. Tercihiniz devlet ise, elbette ki fert güçsüzleştirilecektir.

Yani bu anayasa bir şark kurnazlıkları abidesidir. Her şeyi veriyormuş gibi yapıp hiçbir şey vermeme oyunudur. Bu konudaki görüşlerimi, “1923’ten 2008’e Cumhuriyet Değerlendirmeleri” adlı dosyamda şöyle dile getirmişim.

Anayasamızın ikinci kısmında, “Temel hak ve ödevler” başlığı altıda, önce bunların kullanılışına ait genel kurallar belirtilmiş. Şöyle ki;


Genel Hükümler

I. Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği

Madde 12.- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.” Diye başlayan temel hak ve özgürlüklerde, verilen bir cümlelik her özgürlüğün hemen altıda, beş-on cümlelik, sınırlama, kısıtlama veya özgürlüğün kullanımını durdurma cümleleri yer aldığından, özgürlükler veriliyor mu, geri mi alınıyor belli değildir.

Nedir bu hak ve özgürlükler derseniz onlarda anayasamızda tek tek sayılmış olup, başlıcalar şunlardır.

“I. Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı

Madde 17.- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

Görüldüğü gibi buraya kadar, sanırım kimsenin bir diyeceği olamaz ve modern bir anayasada olması gereken her şey var. Ama maddenin devamındaki özel haller, kısıtlamalar, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, kötüye kullanılmaması ve kullanılmasının durdurulması başlıkları altında ki, uzun açıklamalarda, hak ve özgürlükler konusunda samimi olunmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Öyleyse niçin önce yazılıp, veriliyormuş gibi yapılıp, sonra sudan sebeplerle geri alınan, ya da yönetenin keyfine bırakılan bu hak ve özgürlüler, çağdaş demokrasilerdeki gibi kesin teminat altına alınmaz derseniz; yine samimiyet eksikliği kendini göstermektedir diye düşünüyorum.

Yani anayasayı yaptıranların temel kaygısı, hak ve özgürlükleri vermek veya teminat altına aldırmak şöyle dursun, mümkün olsa bunları anayasaya hiç sokmayacaklardır. Düşünün ki onlar, milyonlarca insanı sorgulayıp, fişleyip işkenceden geçireceklerdi. Onun için temel hak ve özgürlükler onlar için ayak bağı, baş belası kavramlardı. Ama Amerika’ya karşı, Avrupa’ya karşı, dünyaya karşı ayıp olmasın, dışardan fazla tepki gelmesin diye de, koymak gerekiyordu. Yoksa Türk Milletini susturmak, sindirmek kolaydı.

Onlara göre Türk Milleti bu haklara layık da değildi. Bu yüzden halka hiç hak tanınmayan bu anayasa, olağanüstü koşulların yaşandığı bir dönemde yapılan, halkoylamasıyla halka kabul ettirilmiştir. Şeffaf zarflara konulan turuncu hayır oylarının, sandıklarda görevli kişilerce izlenip, kırmızı oy sahiplerinin cezalandırılacağı yönünde çıkarılan dedikodularla gözdağı verilerek ya da fişlenip gerçekten cezalandırılarak, anayasanın kabul ettirildiği hala yaygın bir kanı ve çoğumuzun yaşadığı bir olaydır.

İşte niyet bu olunca, anayasaya konulan temel hak ve özgürlükler de, hak ve özgürlük vermekten ziyade, onu kullandırmamak esasına göre hazırlandığından, kısıtlama, sınırlandırma ve durdurma ile ilgili keyfi hükümlerle doludur.

Ve işte o hak ve özgürlüklerin geri alındığı maddelerden biri:

“II. Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması

Madde 13.- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.

Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir.” (1923’ten 2008’e Cumhuriyet değerlendirmeleri’nden.)

İşte anayasamızın insana bakışı, insanı tanımı ve insana tanıdığı alan budur. Bazı hak ve özgürlükler veriliyormuş gibi havalara girilse de, her şey bunları geri almanın, sınırlamanın, durdurmanın sebebi sayılmaktadır. Sınırlamanın bir sınırı yoktur.

Bu anayasaya göre insanın anlam, önem ve değeri, devlet için gerekli bir malzeme olmasından ibarettir. Her şey devlet içindir. Koruma devletin korunması, gelişme devletin gelişmesi ve güvenlik devletin güvenliğidir. Kişi korunmasından, gelişmesinden ve güvenliğinden kendisi sorumludur. Böylesi sudan sebeplerle devleti meşgul etmemesi gerekir. Çünkü devletin çok işi vardır. Henüz türban tartışmalarının otuzuncu yılında olup, bir sürü boş tartışma sıradadır. Hortumu, talanı, komploculuk alanı vs, her zaman revaçtadır.

Yani bu anayasa devleti yücelten, kutsallaştırıp tabulaştıran, milli iradeyi milletin elinden alıp devletin keyfiyetine bırakan bir anayasadır. İnsana, halka ve hakka dayanmayan bir devlet yapılanmasını halka dayatan, vatandaşı etkisiz, yetkisiz kul haline getiren, insanları devlete karşı potansiyel suçlular gibi görüp, hak ve özgürlüklerini ipotek altına alan, insan haysiyetini ayaklar altına alan bir anayasadır.

Bu yüzden devlet, modern bir devletin gerçek ilgi alanına giren, vatandaşın hakları, güvenliği, sağlığı, geçimi refahı gibi konulara hiç yanaşmazken; dini, inancı, düşüncesi, giyimi, cinsiyeti ve belden aşağı sorunlarına balıklamasına dalmış ve hep üstüne vazife olmayan işlerle iştigal ederek zamanı boşa geçirmiştir. Bu yüzden bu anayasanın bırakın değişmezliğini ve değişmez maddelerini, tümünü sivil bir ortamda ve halkın seçtiği gerçek bir yasama organında değiştirip, çağdaş ve insandan yana kurallarla zenginleştirebilirsek, o anayasa da bizi çağa taşıyacaktır.

Her ne kadar 2001 değişiklikleriyle, hak ve özgürlüklerin alanı biraz daha genişletilmişse de, uygulamada fazla bir şey değişmemiştir. Nasıl olur derseniz işte bu değişikliklerden sonrasına ait birkaç örnek. En aklı başında ve sivilliği savunması gereken sivil toplum örgütlerinin, darbe davetçiliği, ulusal irade, demokrasi ve AB karşıtlığı bir yana 27 Nisan muhtırasından, Ergenekon’a, pek çok olayda kişisel haklar baskılanmaya çalışılmıştır.

Örneğin askeri bürokrasinin dışındaki devlet bürokrasisinin, devlet güç ve yetkisini kullanarak, son günlerde yaptığı olaylardan bazıları:

Protez operasyonu:

Bazı medikal şirketleriyle hastanelerde görevli doktorların karıştığı ve boyutları 125 milyon YTL'ye ulaşan sağlık skandalında gözaltına alınan zanlıların terör örgütlerine yardımdan sabıkalı olduğu ortaya çıktı. 24 ayrı medikal şirketinin dosyalarını tek tek inceleyen Sağlık Bakanlığı ve SGK müfettişleri, vurgunun boyutlarını hesaplıyor. Savcı Polatkan, şüphelilerin suçtan elde ettikleri servetlere el konulması için de çalışma başlattı. (21 Haziran 2008 Hürriyet)

Tapu çetesi:

İstanbul'un Anadolu yakasında özellikle gayrimislüm vatandaşlar başta olmak üzere yaşlı, kimsesiz ya da sahipsiz kişileri saptayıp, tehditle gayrimenkul tapularının devrini aldıkları, direnenleri ise öldürdükleri ileri sürülen, aralarında Beykoz Tapu Kadastro Müdürü Gülten Doğan Temur ile iki doktoron da yer aldığı 30 kişi gözaltına alındı. Çetenin üyeleri, toplumda saygı gören, ağzı laf yapan, üniversite mezunu kişiler. (Cahil halk değil yani.) İlgi ve icraat alanları, yalnız ve zengin yaşlılar. Hedeflerindeki yaşlı kişiyle, önce bir emlak alıcısı ya da kilise cemaatine mensup biri gibi diyalog kuruyorlar. Yalnızlığını paylaşan bir evlat masumluğunda yaklaşıyorlar ona. Daha sonra da sabırla bekliyorlar. Malını mülkünü kendilerine devredecek kadar güvenini kazandıktan sonra o yaşlı ve kimsesiz kişi ağa düşmüş oluyor.

Sonunda en gaddar yöntemlerle öldürülüyor: Bazen haftalarca aç bırakılarak, bazen de kafası duvarlara vurularak, ya da can çekişirken hastane kapısına bırakılarak. Gasp edilen servete legal kılıf bulmak için de diğer çete mensubu devreye giriyor: Tapu müdürü. Bir hafta önce İstanbul’da ele geçirilen bu "Tapu Çetesi"nin, şimdilik dört yaşlıyı öldürdüğü biliniyor. Emniyet, gelecek kayıp ihbarlarıyla sayının artabileceğini söylüyor. Farklı şehirlerdeki emniyet mensupları, bugüne kadar işlenen bu tip suçların bireysel olduğunu, yalnız ve yaşlı zenginler için kurulan organize suç şebekesi örneğiyle ilk kez karşılaştıklarını söylüyor. (Haziran 2008 Kent Haber)

DEVLETİ 500 TRİLYON SOYMUŞLAR

Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri üzerinden 500 milyon YTL'ye ulaşan yolsuzluk tespit edildi. Olmayan öğrenciyi varmış gibi göstererek veya aynı öğrenciyi farklı farklı illerde kurslara kayıt yaptırarak devletten milyonlar götürülmüş.
(Zaman 09.07.2008)

İnsan haklarında yine sınıfta kaldık

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu'nca (FİDH) yayımlanan yıllık insan hakları raporunda Türkiye'nin çok yetersiz kaldığı belirtilirken Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'i hedef alan cinayetin 2007'ye damgasını vurduğu belirtildi. Raporda Türkiye'nin geçen yıl yoğun ifade özgürlüğünü ihlallerine sahne olduğu da kaydedildi. 70 ülkeyi kapsayan raporda Türkiye'de işkencenin azalmakla birlikte sürdüğü, PKK ile yapılan mücadelenin birçok sivil bölgeyi etkilediği ve düşünce özgürlüğünün önüne barajlar çıkardığı iddia edildi. Rapor ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün seçilmesi sırasında yaşanan siyasi ve kurumsal krizi de ele alırken, ordunun sivil ve siyasi hayata etkisi ve hatta müdahalesi olduğu iddia edildi. (Anka 28.06.2008)

Bir başka olayda polis ‘dur’ ihtarına uymayan alkollü sürücüyü vurup öldürüyor ama aylardır polisler yargıcın karşısına çıkarılamıyor. Manisalı çocukların davasında da bu durum yıllarca uzayıp gitmişti. Birçoğunun da, ya üstü örtülmüş, ya da zaman aşımına uğramıştır. Ayrıca bu olayların devlet tarafı tam bir keyfiyet içerse bile, devletle ilgili davalarda yargıçlar yine de devlet tarafını kayırıyor. Tüm hakların ve yetkilerin verildiği güçlü devleti de kimse zapt edemiyor. Hak ve yetkiler açısından yerlerde sürünen vatandaşın ise, elinden bir şey gelmiyor.

Görüldüğü gibi yukarıdaki olayların hiç birisi cahil vatandaştan kaynaklanmıyor. Hepsinin içinde tapılası güçlü devletimiz var. Bir başka özellik de, devletten bağımsız hiçbir çete ve mafyanın bulunmaması ilginç değil mi? Yani yukarıdaki yolsuzlukların bir tarafı devlet değil mi? Halkın devleti denetleme olanağı var mı? Devletle bağlantısı olmayan çete veya mafya yaşama alanı bulabiliyor mu? Ve sistem, bu yapılanmayı sürdürmek adına, cumhuriyeti ve Atatürk’ü savunmak adına savunuluyor. Gerçek cumhuriyet ve demokratik sistemlerden uzak duruluyor. Cumhuriyet ve Atatürk bu pislik üreten sistemin neresindedir ve buna yakışır mı denilmiyor.

Bürokrasinin mafya ve çeteler oluşturarak devleti, dolaysıyla milleti soyup soğana çevirmesinin dışında, 2001 değişiklikleriyle verildiği söylenen hak ve özgürlükler de tam bir devlet keyfiyeti içermektedir. Son günlerin moda tartışmaları arasında yer alan telekulak olayı da göstermektedir ki, tüm telefon konuşmaları dinlenmekte ve kaydedilmekteymiş. Bu durumda şimdi siz, hala anayasaya göre özel hayatın gizliliğinden bahsedebilir misiniz? Vatandaşın dinlenmesi, izlenmesi, fişlenmesi, kameralarla gözlenmesi; keyfi olarak evinin eşyalarının aranması, tutuklanması, Nazım’ın şiiri okudu diye hala insanların hapse atılması, bazı eleştirilerden milliyetçi alınganlıklarla hainlik çıkarılması vs, vs. Anayasa nerde?

Görüldüğü gibi anayasa değişiklikleriyle verilen bazı haklar da, ya uygulamaya sokulamamış, ya da TCK’nın bazı maddelerine gelip takılmıştır. Ülkenin en aklı başında insanlarının sarf ettiği sıradan sözler için bile vatan hainliği damgasıyla yargılamalar yapılabilmektedir. Yani 1982 Anayasasıyla veriliyormuş gibi yapılıp da verilmediği açıkça anlaşıldığı için, 2001 değişiklikleriyle anayasa üstünde verilmesi sağlanan hak ve özgürlüklerin yine gerçek yaşama yansımadığı görülmektedir. Bu yüzden hak ve özgürlüklerin olmadığı yerde insandan söz etmek de olanaksızdır. Kısacası bu Anayasada insan yoktur.

Yayın Tarihi : 16 Temmuz 2008 Çarşamba 00:25:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
İzzet Kütükoğlu IP: 81.213.66.xxx Tarih : 19.07.2008 08:35:28

Sayın A.Nafiz Ünal. Devlet olmadan vatan millet olmaz sözünüz, devletin korunması lazım sözünüz üzerine şunları söylemek isterim: Devlet, VATANDAN, ÜLKEDEN, MİLLETTEN öncelikli değildir!!! Millet olmadan, ne vatan olur, ne ülke olur, nede devlet olur! Devletin olabilmesi için bunların öncelikle olması gerekir! Eğer bunlar varsa ki bunlar devletten "önce" gelir devlet her halukarda zaten olur. Devletsiz kalırız diye korkmak anlamsızdır. kaldıki TC devleti bu milletin ilk defa sahip olduğu bir devlet de değildir. Yani devletsiz kamlmak gibi bir korku yersizdir. Böyle bir ifadenin kulanılmış olmasından, devletin ne olduğunu bilmediğinizi seziyorum. eğer devletin ne olduğunu bilseydiniz eminim sizin böyle bir kaygınız olmazdı. Devletsiz kalma korkusu, devlet tarafından yayılmış yapay bir korkudur! Aynı zamanda devletin ne olduğunun bilinmemesinide "bizzat" devlet istiyor. Çünkü devlet kendini herşeyin üzerinde göstererek ben olmazsam siz olmazsınız, hiç bir şeyde olmaz korkusunu yayıyor... Ve bu korku bize pahalıya maal oluyor! Devletsiz kalmayız. Türk milleti hiç bir zaman devletsiz kalmaz! Devleti korumak... Ne demek devleti korumak? ülkeyi korumak diyorsan anlarım... Ama devleti korumayı anlamam. Devlet: ülkeyi, milleti milli menfaatleri, sahipsizi korumak için vardır. devleti korumak ta ne demektir?! Eğer bir millet ülkenin korunamadığı düşüncesine sahip ise, ülkeye sahip çıkma zarureti görülüyor ise, anlamalıdır ki, orada devlet zaafiyeti devlet sorunu vardır. böyle bir ülkede insanların benim devletim nasıl bir devlet diye sorması gerekir... Fakat bizim ülkemizde bu sorulmaz. Çünkü devlet böyle bir soru sorulsun istemez! sorulmaması içinde, devlet olmadan milletolmaz gibi safsataları insanların kafasına sokarlar! Ondan sonrada devlet içerisinde her türlü rezalet kepazelik ürediği halde hiç kimse benim devletim nasıl bir devlet diye sormaz! Oysa asıl sorulması gereken soru budur! Eğer bu soruyu sormaz yada soramazsak, önce ülkenin ve milletin devlet ihtiyacı karşılanamaz olur. Halkbuki devletsiz olmaz. Devlet ülke ve millet için gerekli ve lüzumludur. Çünkü ülkenin korunması için devlet gereklidir. Ama bu demek değildir ki, devlet ülkeden önemlidir. bu demek değildir ki, devlet millettten önemli ve önceliklidir. Herşeyin yerini bilmek, herşeyi yerine koymak lazım! Saygılarımla.


a.nafiz ünal IP: 88.246.66.xxx Tarih : 16.07.2008 01:01:56

düşüncelerinize saygı duymakla birlikte şunları eklemekte yarar görüyorum.devlet olmazsa vatan ve millet olmaz.öncelikle devletin korunması lazım.Saydığınız kısıtlamalara ben de katılıyorum.ancak.Bu kadar detaylı kısıtlama getirildiği halde halen daha ANAYASA ve yasaların arkasından dolanarakdevletimizi çökertmeyi ve milletimizi dış güçlerin kölesi yapmayıilke edinmiş kişileri durduramıyoruz.Milletimizi köle yapma konusunda bir örnek vereceğim.Ama hemen itiraz etme.yasanın uygulamaya geçmesini bekle sonra konuş.yeni çıkarılan SOSOYAL GÜVENLİK Yasası.tüm özelleştirmelerde genellikle dış güçler alım yaptı ve onlara köle gibi çalıacak işçi lazım.bu nedenle yeni yasa çıkarıldı.Kimse bana masal anlatmasın.Yöneticilerimiz isterse SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI bir günde artı'ya geçer.ama işlerine gelmiyor.zira içlerinde SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARINDAN nemalananlar olduğu kanaatindeyim.saygılarımla


nafiz ünal IP: 85.104.37.xxx Tarih : 31.07.2008 22:39:56

sayın kütükoğlu. öncelikle sevgi ve saygılarımı sunuyorum.Haklı olduğunuz yönler var.Kabulüm.AMA.Devlet gücünü kendi çıkarları için kullanan 3/5 soysuz yüzünden kimsenin devletimize,ülkemize ve onun asli unsurları olan Milletimize ve de devlet kurumlarımıza laf söylemeye veya hakaret etmeye hakkı olamaz.Dikkatinizi çekerim.Syn.G.Krm.BŞK.da belirtti.çok uzun yıllardır devletimizin en önemli gücü olan TSK sürekli saldırı altındadır.hergün en aşağılık saldırılara maruz kalmaktadır.Niye?Birilerinin melunca emellerine engel olduğu için.orduda yanlış yapan yokmu?var.Olmaması mümkün değil.İnsan olan her yerde yanlış vardır.Normal eleştriler kabuledilebilir.Ama düşmanca saldırılar asla.Ülkemizde tescilli asker düşmanları var.yaklaşık 15 yıl önce izmitte bir şahıs şöyle bir ifade kullanmıştı"Keşke ordumuz kıbrısta yenilseydi de şimdi bu kadar herşeye karışmasaydı"Bu hain bir zihniyettir.Ve bu zihniyete sonouna kadar karşıyım.Atatürk ve cumhuriyete karşı olanların konusu din de değildir.siyasi hesaptır ve TÜRK Milleti her şeyin bilincine varacaktır İNŞALLAH