30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri Değişmelidir (7)


7-KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK

1982 Anayasası, askeri bürokrasiyi yürütmenin içinde yürütme, Askeri yargıyı, yargının içinde yargı haline getiren, olağanüstü yetkilere sahip bir cumhurbaşkanlığı yaratan ve yasamadan kopuk bir yürütmeyi ülkeye egemen kılan bir yapılanma oluşturmuştur.

İşte Atatürk’ün cumhuriyet ve anayasa anlayışına tamamen ters olan bu anlayışla, Atatürk inkılâp ve ilkeleri de tabulaştırılıp, gündemden çıkarılıp müzelik olduktan sonra, çıkara endeksli yeni yorumları Kemalizm adına sürekli dayatılmaktadır.

Oysa Atatürk ve eserlerinin anlamı, 1923–33 arası uygulamaların kopyası, ya da sonradan kalıplaştırılmış biçimi olmayıp, bunların akıl bilim ve zamana uygun olarak değişimi ve gelişimidir. Çünkü Atatürk değişim demektir. Atatürkçülük üstüne ciltler dolusu kitaplar yazmak olanaklı olsa da, özet olarak Atatürk üç sözcükten ibarettir. Akıl, bilim ve çağdaşlık. Bu yüzden Atatürk ilkelerini değişmez kurallar gibi kullanmak çok yanlıştır. İnkılâp ve ilkeler değişmezleri değiştirmek amacıyla konulmuş kurallar olarak, değişerek ve gelişerek kendini yenileyerek gidecek ve değişmezleri, tabulaşan değerleri güncellemeye devam edecektir.

Devrimcilik ilkesinin kapsamı, amacı ve anlamı budur. Doğmalaşıp tabulaşmayı önlemek, ilkelerin ve ideolojinin önünü açmak. İlkelerin okla ifade edilmesinin nedeni de bundandır. Yani her ilke bir ok olup, her ok sürekli ileri fırlatılacak demektir. Yani düştüğü yere varılınca, o noktadan tekrar ileri fırlatılacak demektir. Akla bilime ve çağa uygun olarak sürekli ileri demektir.

Yani cumhuriyet zaman içinde Kemalist bir dayatma olmaktan, Atatürkçü, laik ve demokrat çağdaş bir yapılanmaya doğru yol alacak, cumhuriyetin çağı yakaladığı noktadan sonra dayatmalar sona erecek ve her şeye halk kendisi karar verecektir.

Bu günkü kavgaların asıl ve temel nedeni, devletin ve bürokrat kesimlerin, ülkeyi hep Kemalist dayatmalar düzeyinde tutarak, cumhuriyet üzerindeki vesayet haklarından vazgeçmek istememeleridir. Ama halk artık Atatürkçü çizgiyi yakalamış, çağı kavramış, cumhuriyetin sahibi benim diyor. Fakat yürütmede yer alan sivil ve askeri bürokrasiyle uzantıları, ele geçirdikleri yetkilerden vazgeçmek istemiyor. Halkın cahil ve hala vesayetleri altında tutulması gerektiğini ileri sürüyor.

Cumhuriyeti gerçek sahibi olan halka kaptırmak istemeyen devlet örgütü, bunu önlemek için, bırakın okları ileri fırlatmayı, çaktırmadan geri fırlatmayı bile denemektedir. Geri fırlatarak hem halkın istenen olgunluğa gelmediğini savunacaklar ve hem de geriye gidişlerin, boş tartışmaların sorumluluğunu halkın cehaletine bağlayacaklardır. Dikkat ederseniz türban tartışmaları iki tarafın seçkin elitleri ve siyasileri arasında geçmekte olup, cahil halk denilen büyük kitle işinde gücündedir. Yani bizim oklar, Atatürk zamanında fırlatıldığı yerde kalmış ve yeniden fırlatılmalarını da olanaksız hale getirmek için, değişmezlik tabularının içine hapsedilmiştir.

Bu yüzden 1961 Anayasası ortadan kaldırılarak, millet: sağlıklı, sivil ve çağdaş bir anayasadan mahrum bırakılarak, bu günkü çağ dışı askeri anayasamıza, bu vasiler dört elle sarılmaktadır. Oysa Kemalizm, bir modernleşme temeli, bir başlangıç, Atatürkçülük ise, modernleşmeyi otomatiğe (halka) bağlamak hedefidir. Kemalizm araç, Atatürkçülük amaçtır. Kemalizm, dayatılmış tek partili parlamenter sistem, Atatürkçülük, çok partili parlamenter sistemle halkın kendi kendisini (şimdiki gibi göstermelik değil) gerçekten yönetmesidir. Demokrasinin, laikliğin çağdaş tanımlar ve yapılanmalarla halkın önünü açması, insanları özgürleştirmesidir. Şimdiki anayasaya hapsedildiği gibi tanımsız ya da tanımı ve anlamı keyfiyete bağlı şeyler değildir.

Örneğin halkçılık, yönetimde egemen güçlerin, parti diktatörlüklerinin, mafyanın, tarikatın yerini halkın almasıdır. Bugünkü yönetimde ise halktan başka herkes vardır.

Devletçilik ise, Sümerbank yapılanması veya devletin her alana yatırımcı olarak girmesi ve devletin sanayicilik yapması değildir artık. Bu aşamalar geçilerek, devletin sanayi ve ticarette, teşvik ve planlamalarla, yol gösterici, organize edici bir görev üstlenmesidir. Ticareti, sanayiyi değil, öncelikle vatandaşı düşünmesidir.

Oysa bizim pek çok aydınımız ve siyasetçimiz, devletçilik okunun 1930’larda atıldığı noktadan uzaklaşmasını Kemalizm ve Atatürkçülüğe aykırı bularak hala özelleşmeye karşı çıkmaktadır. Yani her alanda oklar daima ileri fırlatılarak bu gün Kemalizm noktasından, onun hedefi olan Atatürkçü noktaya gelinmesi gerekirdi. Bunun için de, 1930’ların kuruluş anlayışı içinde anayasaya hapsedilen değişmez nitelikler, çağa ve zamana göre gelişip değişerek sürekli kendini yenilemesi gerekirdi.

1982 Anayasası ile Kemalizm’in dayatılması, aslında Atatürkçülüğün önünün kapatılması anlamına gelmektedir. Bu yüzden halkın yönetimde etkinliği zayıflatılarak, yürütme egemenliğine dayalı bir sistem oluşturulmuş, Kemalist safha, Atatürkçülüğün nihai hedefi gibi gösterilmiştir. Atatürkçülüğün Türk Halkına bol geleceği düşünülmektedir. “Bu işleri bu cahil halk ile götürmek olanaksızdır” demek istenmektedir.

Yani bu güvensizlik nedendir? Neden devlet, varlığı ve devamlılığı konusunda kimseye güvenmemektedir? Oysa herkesin devlete tapmasını dayatmasına ve herkes de devlete tapar gibi görünmesine rağmen, her şeyin göstermelik olduğunu iki taraf da bilmektedir. Bütün Türk devletleri dikkatli incelendiğinde, Türk halkına hep potansiyel bir suçlu, bir hain gözüyle bakmıştır. Bir yandan millete gaz verip överken, öte yandan sürekli ve daha çok bazı hainlerden bahseder bu tür devletler. Ve bu bazı hainler sözcüğünün kapsamı, her zaman için, kendileri ve yandaşlarının dışında kalan tüm halkı kapsamaktadır.

Devlete göre herkes potansiyel suçludur. Çünkü devlet kabul edilebilir ölçüler içinde olmadığından, halkın da normal davranmayacağını düşünür. Çünkü devlet adalet değil, devlet haksızlık ve çıkardır. Yani yenilir yutulur, hazmedilebilir bir lokma değildir; içtenlikle benimsenebilmesi için, devletin de vatandaşa güvenip onu içten benimsemesi gerekir. Ama ne yazık ki, vatandaş bu tür devletlerin hiç umurunda olmamıştır. Çünkü devlet ciddiyet değil keyfiyettir. Çünkü devlet sevgi değil, zulüm ve nefrettir. Başkaldıranın başını ezmektir.

Yayın Tarihi : 22 Temmuz 2008 Salı 12:53:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
İzzet Kütükoğlu IP: 78.166.75.xxx Tarih : 23.07.2008 19:07:14

Sayın Nazmi Öner, "82 anayasası yasamadan kopuk bir yürütme oluşturmuştur." demektesiniz. Yürütmeden kastınız anladığım kadarı ile hükümettir... Yasama da, meclistir. Size göre ve bu mesajı okuyanlara göre, burada bir yanlışlık yok mudur? bana göre yanlıştır! yanlışlık şuradadır. Hükümetten yürütme olarak bahsetmek yanlıştır. Hükümet yürütme organı değildir! Mntıksal olarak düşünecek olur isek, yasama yasa çıkran, Yürütme icra edendir. Hükümet yasaları düzenlediği halde, yasalar yasalaşırken oy veren hükümet nasıl olur da yasama değilde yürütme erki kapsamı içerisinde olur? gerçekte hükümet yasama erki muhtevasındadır. yürütme erki kapsamı dışındadır. Ne yazık ki, anayasalarımızı düzenleyenlerde, hükümeti yürütme erki olarak görürler. işte burada, at izi, it izine karşıyor! bu anlayışla anayasa yapıldığı için, kimin yasama kimin yürütme olduğu belli olmuyor. asıl önemli olanda böyle bir düzende kimin neyi nasıl yürüttüğü de belli olmuyor! Bu konu öyle basit önemsiz bir konu değildir. ülke siyasetçisinin kuvvetler ayrılığına riayet etmediği söylenir durulur! Sistemi kurgulayanlar, anayasa yapanlar kuvvetler arasında ki ayrımı sağlayamadıkları için bu ülkede kuvvetler ayrılı olmuyor. Siz kuvvetler arasındaki kopukluktan bahsederken ben sizi çok iyi anlıyorum. fakat sizin bahsettiğiniz kopukluk kuvetler arası bir kopukluk değil, yasama organının yönetme organı arasındadaki kopukluk demek daha doğrudur. Gerçekte hükümet yürütmenin parçası değil, yasamanın bir parçası olan yönetme organıdır. Peki bunları kim düşünür bu ülkede? düşünmesi gereken hiç kimse düşünmez... ben düşünürüm anlamı olmaz, çünkü hiç kimse anayasa yaparken bana danışmıyor! yada ben bunları söyleyince kimse kaale almıyor. Akademik diplomam yok çünkü! peki akademik diploma sahipleri bunu neden düşünmüyor? Çünkü düşünemiyor! Çünkü ona akademi hayatı boyunca Anayasada yazılı olanların doğru olduğu varsayımı üzerinden dersler verilmiş ve o bunu doğru bellemiştir! onun için Akademi okuyanlar doğru olanı, akademi okumayanlar kadar kolay fark edemiyorlar! Bunda aslında fazla düşünülmesi gereken bir şey yoktur. yasa yapanlar yasalara oy verenler yasama kuvveti, yasaları uygulayıp tabik edenler yürütme kuvvetidir. Hükümet yasaları uygulayan tatbik edenmidir? hayır. Hükümet yasa yapandır. yasaları uygulatandır, yasalara göre yönetendir! derseniz ki hükümet yürtme organı, bu yanlıştır! çünkü hem yasa koyucu hem tatbik edici olunursa, Bu eşyanın tabiatına aykırıdır! bu durumda hükümetler yasaları keyfince yorumlayıp keyfince uygularlar! Böyel oluncada onları denetleyecek bir kuvvet bulamazsınız. Ülkemizde olanda budur! Hükümetler yürütme organı pozisyonundadır ki bu yanlıştır. Doğal olarak böyle olunca hükümet meclisten uzaklaşıyor. icracı uygulamacı durumuna geçiyor. Buda olumsuz bir sonuç doğuruyor. siyaset olmaması gereken her alana kayıyor, siyaset bürokrasi içerisine icranın içerisine dalınca, Bu seferde bürokratik işler siyasetin kapısına dayanıyor. İcraat hükümetin işi değildir. bürokrat işleri yürütür. siyaset yasallığını denetler kontrol eder. eğer işi siyasetçi kimliği ile hükümet icra ederse, o icraatın içinde partizanlık, popülizim, ekonomik ve siyasi rant kovalama gibi bildik hastalıklar ürer. bu hastalıklar devleti iş yapamaz hale getirir kalitesini, devletin kimyasını bozar! Bunda sayısız mahsurlar bulunmaktadır! Eğer kuvvetleri yerlerinde durduracak, onları olmaları gereken yerde tutabilecek bir sisteme sahip olabilse idik, Almanyanın Fransanın daha ilerisinde olabilirdi. ben buna inanıyorum. Hayal gibi ama hayal değil bu! Neden bu ülkenin siyaseti kavgalıdır? Hükümet yürütme organıdır diyen bir anayasamız var. Kimin yasama kimin yürütme organı olduğu belli değil! Hükümet devletin kurumlarına padişah gibi hüküm yürütüyor. ben yürütme olarak en üst amirim diyor bakan! Siyasi kimliği olan bir partinin üst yönetiminden oluşan hükümet bürokrasinin en üst amiri olamaz. olursa ne olur? Türkiye'de ne oluyorsa onlar olur! Siaysi kavganın sonu gelmez! iktidar kavgaları saltanat kavgasına dönüşür! Hükümetlerin ne yapıp etiklerini kimse bilemez! Hırsızlığın yolsuzluğun köşe dönmelerin sonu gelmez! Sadece kuvvetler ayrılığını sağlayacak sistematik bir anayasa bu ülkeyi farklı bir ülke haline getirebilir. Ben yılardır böyle bir sisteme sahip olabilmanin mücadelesini veriyorum. tek başıma! ilgi ve alaka gösterenler için adresim; farkliturkiye@hotmail.com