30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri Değişmelidir (8)

 

8-HİZMETLERDEN YARARLANMADA TÜRBAN ŞARTI

Çağdaş bir cumhuriyette, devlet hizmetlerinden yararlanmanın temel şartı kılık kıyafet, ırk, cinsiyet vs. değildir ve olmamalıdır. Vatandaşlık görevlerinin yerine getirilmesi yeterlidir. Oysa Anayasa mahkemesinin aldığı son karara göre bizim cumhuriyet, bunu türbansızlık şartına bağlarken, yargının bağımsızlığından çok siyasiliği tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.

Yasamanın etkisizleştirildiği 1982 Anayasası ile ulusal egemenlik açısından yirmili yılların bile gerisine düştükten sonra, otuz yıldır türban tartışılmaktadır. Bu yüzden türban tartışmaları, herkesin işine gelmekte ve çağdaş devletten, çağdaş yönetimlerden çekinilmektedir. Çünkü türban başı ve saçı değil, beyinleri ve gerçekleri örtmektedir. Karşıtları da, taraftarları kadar türbandan beslenmektedir.

Türkiye yerinde saysın, gelişmesin, değişmesin ve Türkiye’nin geleceğine türban benzeri boş tartışmalar egemen olsun diye, 1961 Anayasasına tahammül edilememiş, hak ve özgürlükler kuşa çevrilmiş ve zamanının yöneticileri bütün güçleriyle bu anayasaya karşı mücadele vermiş ve 1982 Anayasası ile yönetimde ulusal irade devre dışı bırakılmıştır.

Oysa 1961 Anayasasının, ulus iradesine ortak koşan bölümleri değiştirilerek, 1921 ve 1924 Anayasalarında olduğu gibi, hâkimiyeti kayırsız şartsız millete teslim etmek ve bu alanlarda çağdaş gelişmeleri izlemesi gerekirken; Hak ve özgürlükler de ortadan kaldırılarak, yönetim ulus egemenliğinin dışına taşınmıştır. Yani yasamayı kısıtlayıp, hak ve özgürlükleri sıfırlarken, yönetim ve yürütmeyi başıboş bırakmıştır. Bu durumun değişmesi gerekir. Aksi halde devlet, her zaman, her konuda keyfi koşullar koyabilir; hak ve özgürlükler bu keyfi kuralların insafına bırakılır. Eğitim hizmeti alacaksan, küpesiz, tokasız, makyajsız, sakalsız, parkasız, türbansız veya kotsuz geleceksin denilebilir.

Anayasa mahkemesinin bu son kararı da göstermektedir ki, artık devlet tarafından halka verilen hizmetlerden yararlanmak için vatandaş olmak yeterli değildir. Devletin önceden saptadığı kılık kıyafette olmak, dayatılanı kabul edip, verilenden fazlasını istememek, devlete ve egemen görüşlere tapmak, milliyetçi olmak vs. gibi kavramlara da yandaş olmak gerekmektedir. Örneğin bir haktan yararlanmak için, türbansız, kot pantolonsuz veya çarıksız, çorapsız olmak gerekebilir.

Oysa türbanla bir haktan yararlanamazsın demekle, türbanlı bir bayan doktorun, erkek hastaya bakmam demesi ya da beyaz doktorun zenci hastaya bakmak istememesi arasında ne fark olabilir. Türbanla laikliğin ne alakası olabilir.

Hani derseniz ki: “Bu laikliğe karşı dinsel bir simgedir.” Peki, öyleyse yasak çare midir? Ve bu yasaklansa başka simgeler bulunamaz mı? Örneğin, sağ kulaklarına hilal seklinde yeşil renkli küpe takma modası çıksa, ya da yazın şortla ayaklarına çorap giyse ve bunu dinsel bir simge olarak yapsa, bunları da mı yasaklayıp, küpeleri çorapları çıkartacak mısınız? Bunlar boş şeylerdir. Zamanı boşa geçirmektir; ilerde utanacağımız gülünç şeylerdir.

Zamanında milyonlarca insanımızın anadilini yasaklamış ve anadilinle devlet hizmetlerinden yararlanamazsını dayatmıştık. Anadilinden başka bir dil bilmeyen vatandaşımıza, mahkemede ifade vermede ve hapishane görüşünde kendi dilini kullanmayı yasaklamıştık. Şimdi kendi anadillerinde 24 saat yayın yapacak TV’ler kurmaya hazırlanıyoruz.

Eğitim hizmetlerinden vatandaşın türbanlı olarak yararlanabilmesinin önüne konulan engellerden de, ilerde utanç duyabiliriz. On sekiz yaşını doldurmuş reşit bir insanın, kılık kıyafetine bakarak, diline, dinine, cinsiyetine ve siyasi düşüncesine bakarak, devlet hizmetinden faydalanamazsın demek keyfi bir dayatmadır. Eğer böyle davranırsanız, bu insanları vergi, askerlik, vs görevlerden de muaf tutmanız gerekmez mi? İnsanlar devletten hak ettikleri hakları, kılık kıyafetlerinden, dilleri ve ırklarından, düşüncelerinden dolayı mı hak ediyor, yoksa vatandaşlık görevlerine bağlı olarak mı hak ediyor tartışması başlar.  Devlet kendi hizmetine aldığı görevlilerin, yani hizmet vereceklerin, kılık kıyafetini, davranışını, duruşunu ve tüm kamusal alanı yasalara uygun olarak düzenleyebilir. Hizmet vermede verilen hizmetin gerektirdiği kılık kıyafeti dayatabilir. Ama devlet hizmetlerinden yararlanmanın, vatandaşlığın ötesinde bir koşulu olmaması gerekir.

Diyelim ki savaş anıdır; karneye bağlanan ekmeği devlet dağıtmaktadır. Kocası savaşta bir türbanlı kadına sıra gelince, “Senin türbanın var ekmek vermem” mi diyeceksiniz? Ya da devlet telefon hizmeti veriyor, türbanlıya ya da telefonda Kürtçe konuşana telefon vermem mi diyecek? Derse eğer; devlet o vatandaşından vergi istemeye devam edecek mi? Yoksa vergi alırken her zaman olduğu gibi hiçbir koşul aranmamaya devam edilecek midir?

Avustralya’da şort ve külot gibi kısa pantolonlarla, kulübe (club) girebilirsiniz ama çorapsız asla giremezsiniz. 1998 Ocak ayında (Yaz ortası) Sydney’de ayağımızda çorap olmadığı için Club kapısından geri çevrildiğimizi hatırlıyorum. Örneğin son günlerde ABD’nin bir kentinde de düşük bel pantolon modası tartışılmaktadır. Gerçi onların tartışması bizim gibi otuz sene sürmez ve tartışıldığı yerde kalır; ama bu tür tartışmaların boş olduğunu göstermesi bakımından aşağıya alıyorum.

ABD’de, Michigan Eyaleti’nin Flint Kenti’nde, düşük bel pantolonlardan "poponun görünmesi" halinde üç aya kadar hapis cezası verilecek. Flint Polis Şefi David Dicks, popo görmekten usanan vatandaşlardan çok sayıda şikáyet aldıklarını söyledi. Dicks, "Bu ahlaka uymayan tarz, ifade özgürlüğünü aşıyor" dedi ve "teşhir" suçu olduğunu kaydetti. Polis Şefi David Dicks, popo gösteren düşük bel pantolon giyenlerin tutuklanacağını, suçlu bulunana üç aya kadar hapis ve 500 dolara kadar da para cezası verileceğini söyledi. ABD Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) avukatı Greg Gibbs, giysilerin tümünün anayasa tarafından korunmadığının bilinmesini istedi. Bazıları ise, bu tür pantolonları giyenlere karşı çıkanların "ırkçı" olduğunu ileri sürüyor. Çünkü bu pantolonlar en çok "siyah gençler" tarafından tercih ediliyor. (Kent haber 29 Haziran 2008)

Şimdi hatırlıyorum, Mısır’da bir camiyi gezerken de şortlarımız kısa gelmişti. Paçaların dizleri örtmesi gerekiyormuş. Şortları aşağı asılıp dizlerimizi örtmeye çalışırken neredeyse kıçımız yarı yarıya açıldı. Ama önemli olan kıçın açılması değil dizin örtülmesiydi.

Bu tür boş şeylerin başı sonu yoktur ve bu yüzden, insanlar bunlara takılıp kalmasın diye devrimcilik (değişim, dönüşüm) ilkesi getirilmiştir. Bunlar tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan sorusudur. Bunlar özden uzaklaşıp havanda su döverek, çağın kaçırılması, çıkar sistemi ve karanlığın sürdürülmesi numaralarıdır. “Su hep kirli ve bulanık kalsın, biz balıkları avlayalım” çabalarıdır. Ülke ve insanları için hiçbir olumlu planın projenin, iş yapma ve iyi niyetin olmaması, geçmişi ıskaladığın gibi geleceği de ıskalamanın yollarını arama anlayışıdır. Ama ülke ve insanına çok yazıktır; çok ayıptır.

Yayın Tarihi : 26 Temmuz 2008 Cumartesi 00:24:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
El Salud IP: 88.242.107.xxx Tarih : 26.07.2008 16:08:22

Sayın Öner, Cumhuriyetle olan hesaplaşmasını hız kesmeksizin devam ediyor. Bu bölümde; “Zamanında milyonlarca insanımızın anadilini yasaklamış ve anadilinle devlet hizmetlerinden yararlanamazsını dayatmıştık. Anadilinden başka bir dil bilmeyen vatandaşımıza, mahkemede ifade vermede ve hapishane görüşünde kendi dilini kullanmayı yasaklamıştık. Şimdi kendi anadillerinde 24 saat yayın yapacak TV’ler kurmaya hazırlanıyoruz.” demektedir. Türkiye, Balkanlardan çin seddine kadar aynı kökten gelen ulusların aynı dili konuştuğu coğrafyanın bir parçası olan %100 Türk bir ulustur. Kendini Türk saymayan, ya da Türk gibi düşünemeyen birisinin bu topraklarda ne işi olabilir? Kendi diline sahiplenemeyen bir devletin ayakta kalması mümkünmüdür? Kendi dilinden başka diğer dillerde de devlet hizmeti verme çabası bir ülkeye ne tür bir zenginlik kazandırabilir? Bu sadece bölünmeye başlamanın ilk adımını atmak değilmidir? Sizin düşüncenize gore Almanya’da göçmenlere ve Alman vatandaşlarıyla evli yabancılara uygulanacak olan “Almanca ile kendini yeteri kadar ifade edebilme zorunluluğu ya da Almanca konuşmazsanız, Almanya'da bir şey yapamazsınız.” populist bir politika olarak mı düşünülmeli? Batılı ülkeler, çok kültürlülük sonrasında, toplumlarında yaşanan sosyal patlamaları, daha üretken olan göçmen ailelerin çoçuklarından oluşan işsizler ordusunun kendi vatandaşlarına karşı en az iki kat fazla olduğunu görerek, kendileri için alarm çanlarının çalmaya başladığını anlayıp yeni tedbirler alarak, ülkelerindeki göçmen çoçuklarının bir gelecekleri olmasını istiyorlar sa, ivedi olarak yaşadıkları ülkenin dilini iyi öğrenmelerini dayatırken, Zor olanı yapmayı sevmeyenlerin ilk kaçacakları yer diline sahiplenemeyen kendilerine gore daha gelişmiş diğer ülkeler olmayacak mıdır? Son olarak Ağrı dağında PKK tarafından kaçırılan 3 Alman dağcı olayında, Almanya’nın ülkesine gayri yasal yollardan gelip sürekli sorun çıkaran, düzenledikleri Kürt Folk Festivalleri'de taşkınlıklarını ve devamlı üzerlerinde bıçak bulundurmaları ile dikkati çeken Kürt’lere karşı uygulanan yaptırımlar etkili olmadı mı? 12 Eylül sonrasında Türkiye’nin başına gelen talihsizlikle iktidar olan ve 1. körfez savaşına “bir koyup üç alacağız” mantığıyla balıklama atlayan eski bir başbakanımızın, savaşın sonunda Güneydoğu sınırımıza yığılan 500.000 Kürt Mülteciyi kabul etmesi, ülkesine yaptığı en büyük ihanet değilmiydi? Hızla çoğalan Kürt ırkı gözönüne alındığında; o zaman Kabul ettiğimiz 500.000 Kürt’ün şu anda 5.000.000 kişiye ulaşması imkansız bir olasılık mı? Savaşı Türkiye mi çıkarttı? Niye o zaman Kürt göçmenleri de ABD’nin yolunu gösteremedik? Siz bugün iş ziyareti için bile Belçika ya da İsviçre’ye gitmek için 3 günlük vize alamayan iş adamlarımızın olduğunu bilmiyormusunuz? Yazınızda verdiğiniz Avustralya, ABD ve Mısır örnekleri ile dini bir simge gibi kullanılan turban arasında nasıl bağlantı kurabiliriz? Korumak için mecliste Türk Milletine karşı namus sözü veren milletvekillerinin, daha sonra oy hesaplarıyla, Anayasamızın laiklik ile ilgili maddelerini arkadan dolaşarak delme gayretleri sonrasında, Anayasa mahkemesinin iptal kararına karşı “Anayasa mahkemesinin aldığı son karara göre bizim cumhuriyet, bunu türbansızlık şartına bağlarken, yargının bağımsızlığından çok siyasiliği tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.” yorumunuz masum ve samimi bir açıklama olarak mı değerlendirilmelidir? “hâkimiyeti kayırsız şartsız millete teslim etmek!” yorumunuzla, yargının tüm denetim mekanızmalarını rafa kaldırmaya mı düşünüyorsunuz? Mevcut seçim sistemimize gore millet neyi seçebilmektedir? Buna mukabil parti genel başkanları millete neyi dikte ettirme gayretindedirler? Bir parti başkanının tüm milletvekili adaylarını belirleyebildiği yarı demokratik bir uygulama başka hangi demokratik ülkelerde görülmektedir. Hakkında yolsuzluk dosyaları bulunanların, tutuklu sanıkların, Millet meclisine girebildiği bir sisteme, yargının hala müdahele edememesi sizce doğal mı?