31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri Değişmelidir (9)


9-TÜRBANLI CUMHURİYET

Ben ne türban taraftarı ne de karşıtıyım. Taraftarından da, karşıtında da okkalı eleştiriler alıyorum. Ben böyle boş şeylerin ciddiye alınarak gündemin karartılmasına, yaşanan anın kaçırılmasına, gerçek ve ciddi alanlardan uzaklaşılmasına karşıyım. Çünkü bu anlayışların hüküm sürdüğü toplumlarda bu tür içeriksiz boş şeyler döner dolaşır ve her zaman tekrar önünüze gelir.

Her gelişinde, biraz daha büyüyen bir duvar gibi, bir sur gibi kuşatır toplumu ve kimse duvarın arkasındaki gerçek dünyayı göremez hale gelir. İnsanlar her şeyi, her olguyu ve her değeri, dar bir kalıp ve bir defaya mahsus belirlenmiş bir şekil olarak, bir dogma olarak algılamaya başlar. Bu merak ve alışkanlığımız, aldığımız eğitimden kaynaklanan, olayları şartlanmalarla algılama alışkanlığımızın ve kültürümüzün milli birlik ve beraberlik diye dayatılan ne idiği belirsiz tek tipliğinin de bir sonucudur.

Bu anlayışın hiçbir yerinde bir denge, bir tutarlılık ve metodolojik bir mantık ve önü açıklık bulamazsınız. Hep duvarlar, sınırlar ve şartlanmalarla insanlar belli kalıplar içinde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu durum, devletlerin insanlara istediğini dayatabilmek için özellikle seçtiği bir yöntemdir. Ama insani değildir. İnsanlara güvenmemektir. İnsanı aşağılamaktır. Güvenmediği insanlara bana güvenmek mecburiyetindesin demektir.

Çünkü her şey bir kurnazlıklar sisteminin ürünüdür. Akıl ve bilimden uzak şark kültürünün eseridir. Anayasamız da bu kurnazlık anlayışına uygun hale getirilmiştir. İçinde her şey var gibi görünür, ama hiçbir şey yoktur.

Kılık kıyafetle ilgili yasa veya yönetmelikler aslında halklara hakarettir. Devletlerin benim vatandaşlarım nerede nasıl giyineceğini bilemez, giyimini kuşamını ben belirlemeliyim demesi, kötü niyetten başka bir şey değildir. Kadın pantolon giyemez. Kot pantolonla orduevi, öğretmenevi veya lokallere girilemez, turist Hıristiyan kadın camiyi tarihi bir eser niyetine bile gezecek olsa, başını örtmesi gerekir gibi, özden uzak, şekilci yaklaşımlardır.

Aslında Türk Tarihi boyunca böyle bir dayatma yaşanmamıştır. Osmanlı’da setre- pantolon, kolalı gömlek ve fes de devlet memurları içindir ve halka zorunlu değildir. Atatürk’ün kılık kıyafet inkılâbı da bir modernleşme projesi olup saptanan kıyafet devlet görevlileri için geçerlidir. Halkı da kapsayan tek yasak şapkadan başka bir başlığın giyilmemesidir. Yani şapka giymek bile zorunlu değildir. Başı açık da dolaşılabilir, ama fes, kalpak, papak vs giymek yasaktır. Kanun aşağıdaki gibidir.

“25 kasım 1925'te TBMM’de “Şapka Kanunu” kabul edildi. Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun'un maddeleri şunlardır: Kanun no: 671(25. 11. 1925) Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel idare ve bütün kurumlara mensup memur ve müstahdemler, Türk ulusunun giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet engeller. Madde 2. Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar kurulu tarafından icra edilir. “

Ayrıca çıkar veya saygınlık elde etmek amacıyla, ilgili mekânların dışında dini kıyafetlerle dolaşmak da yasaklanmıştır. Burada Atatürk’ün yapmak istediği düzenlemenin temel dayanakları şunlardır. Üzerimizdeki bu başlıklar veya kıyafetler bizim milli kıyafetlerimiz midir? Hayır değildir. Dini midir? Hayır, ilgisi yoktur. Özellikle ll. Mahmut fes mecburiyetini getirdiği zaman da kâfir başlığıdır diye itiraz edilmiştir. Öyleyse ne dini nede milli kıyafetimizle bir ilgisi olmayan bu çağdışı görüntüden kurtulmanın yolu nedir derseniz; bu ‘Turandan’ yeni bir milli kıyafet yaratmak için zamanı boşa harcamak değildir. Bunun yolu çağdaş dünyanın kabul edip giydiği kıyafettir. Modernleşmeyi hedefleyen TC’ye en uygunu, modern kıyafetin benimsenmesidir.

Bu görüş ve düşüncelerim nedeniyle türban karşıtlarından ağır eleştiriler alırken, türbanı her şeyin önüne koyarak, ülkenin gündemini karartmaları, ülkeyi kaosa ve gözü dönmüş bir düşmanlığa sürüklemelerini doğru bulmamam nedeniyle, türban taraftarlarının da ağır eleştirilerine hedef oluyorum.

On sekiz yaşını doldurmuş, türbanlı bir vatandaşın, devletin üniversitelerde vermekte olduğu eğitimden faydalanma hakkını teminat altına alan anayasa değişikliğinin, kabul edilmesi üzerine de, bu sütunlarda 1 Mart 2008 günkü yazıma “Yorgan gitti, kavga bitti mi; AKP türban silahını kaybetmek ister mi? Diye başlamışım yazmaya.

“Türbanı serbest bırakan yasa kabul edilmekle, acaba kavga bitti mi? AKP başarı mı kazandı, yoksa çok önemli bir silahını mı kaybetti. Yoksa olayın arkası başka bir biçimde tekrar önümüze gelecek mi? Siyasi kültürü çatışmalar üzerine kurulmuş bir ülkede, bu kısır çekişmeler biter mi? Gün gelip, bir gün de akıl ve bilgi bunların önüne geçebilir mi?

Bunu bilemem ama bu gün gelinen noktada, halk çok sivri iki uçta toplansın ve iki taraf: “hodri meydan” desin, birbirine karşı zıtlaşsın, kemikleşsin; halk birbirini yerken parsa toplansın, insanlar gerçek sorunlardan uzaklaşsın istenmiştir.” 1 Mart 2008

Bundan sonraki yazım da ise: “GAZANIZ MÜBAREK OLSUN TÜRBANCILAR” diye başlayıp, şöyle devam etmişim.

“Yasa parlamentodan geçti, türban şimdilik serbest bırakıldı. Türban taraftarları büyük bir zafer kazandı. Davalarında da, bireysel hak ve özgürlükler açısından haklı olduklarını düşünüyorum. Ve hatta laikliğin bundan büyük bir yara alacağına inananlardan falan da değilim. Fakat yine de, bu zaferin toplumsal çıkarlarımız ve hatta türban taraftarlarının kendi kişisel çıkarları açısından bir kazanç değil bir kayıp olduğunu düşünüyorum.

Örneğin soruyorum türban taraftarlarına: kazandığınız zaferden memnun, mutlu ve huzurlu musunuz? Halkın yarıdan çoğunu karşınıza aldınız. Laikliği tekeline aldığını söylediğiniz kesimlerden daha beter, dini türbanınızın altına ve tekelinize aldınız. Ayrıca bu zaferi kime karşı kazandınız. Yenilen taraf Afrika’nın putperest kabileleri ya da Amerikanın Hıristiyan halkı mı, yoksa kendi halkınız mı? Peki, bu dışlamadan sonra, hala Türkiye’de halkın yüzde 99’u Müslüman’dır diyebilecek misiniz? Yoksa, onları dışladığınıza göre, artık azınlıkta kaldığınızı kabul edecek misiniz?

Hakkınıza ve haklılığınıza saygı duyanlardanım. Fakat böylesine çatışa çatışa, dışlaya dışlaya, tüm sıradan Müslümanları ve dindarları dinden bezdirip kaçırtarak, (İslam’ı türbana indirgeyerek) İslam’ın salt size kalacağını mı düşünüyorsunuz. İslam’ın tümü sizin olsa, daha mı mutlu olacaksınız ve tek başınıza Müslümanlığı ne yapacaksınız. Oysa bilmiyor musunuz ki, İslam tüm insanlığa açılmış en büyük kucaktır. Ve bilmiyor musunuz ki, hiçbir şey tek başına güzel değildir. Ne din, ne ülke ne de servet. Her şey, hep beraber güzeldir.

Bunca kavga, gürültü ve düşmanca tavırdan sonra, o sıralarda huzurlu oturabilecek ve huzur içinde eğitim yapabilecek misiniz? Karşı taraf huzurlu olacak mı? Huzursuzluklarınız birbirinize yansımayacak mı? Bunca huzursuzluktan nasıl huzur çıkacak? Kazanılan zafer türban… Ama kaybedilen, halkın öteki yarısı… Kaybedilen dostluk kardeşlik ve barış… Kaybedilen huzur. Peki din bu mu? İslam bunun için mi var? İslam’ın tüm şartlarını, dostluğu, kardeşliği, barışı ve insanların iç huzurunu tesis ettik de, bir tek türban mıydı eksiği?“ 3 Mart

Türbancılara (karşıt ve taraftarlarına) böyle seslenirken, biliyorsunuz bu kez de, Anayasa Mahkemesi bu yasayı, cumhuriyetin değişmez niteliklerine aykırı bularak iptal etti.

Şimdi düşünüyorum, yargının başka hiçbir işi yok da türban mıdır tek derdi. Oysa ülkenin en önemli sorunu yargının çalışmaması ve yargıya güvenin tükenme noktasında olmasıdır. Ve Anayasa Mahkemesi kararları, rejimin kendini savunması mıdır? 367 böyle mi. Türban böyle mi, 12 Eylül yargılamaları, 12 Mart yargılamaları, 27 Mayıs yargılamaları ve daha başkaları böylemidir. Eğer öyle ise, niçin hepsi de milletin vicdanında kanayan bir yaradır?

Yargının ve devletin başka işi mi yoktur, boş zamanı mı çoktur. Vatandaşın kılık kıyafeti, inançları, cinsiyeti, yatak odası ve belden aşağı sorunlarına takmıştır. Bu düşünce cenabet bir düşüncedir.

Cumhuriyetiniz değişmezlerin kıskacında tabulaşmış değerlerden ibaretse eğer, ona türbanı yakıştıramamak, gerçekleri kavrayamamaktır. Aslında böylesi içi boş cumhuriyetlerin tepesinde açan bir çiçektir türban ve içi boş cumhuriyetlere de çok yakışmaktadır.

DÜŞÜNCE CENABET

Namusu bacak arasına indirgeyip
Sorumluluğunu kadına yükleyip
Namuslu olamazdık
Ve ileri gidemezdik elbet!
Bu yüzden yerimizde sayıyoruz hep
Bu yüzden bitmiyor kavgalarımız ilelebet.
Çünkü beyinler kirli
Düşünce cenabet.

Yayın Tarihi : 30 Temmuz 2008 Çarşamba 23:11:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ali baş IP: 88.226.28.xxx Tarih : 31.07.2008 00:35:47

işte türkiyemin güzel özeti kimse de yazıya bır yorum yazmamamıs çokkk biligili insalarsınız yaa herseyi çok bılıyorsunuz yaa abidik gubidik şeylere yorum yazacagınıza boyle yazılara yorum bırakın okuyan gençlik derler gençlik gündemi böyle takip edıyorsa bu gençlıkle daha cookk işimiz var kahvede okey oynayıp barda hoplayıp zıplamakla devler sorunları cozulmuyor bırgun ulke sınırlarına dayanan dusman sıze sınır dısını gosterınce o zaman barlardakı hoplaya hoplaya kahvedekılerde okey takımlarıyla defolup gıderler bu memleket için kan dken atalarımızın mezarlarını eze eze yok ede ede tarihimizi ve benliğimizi gömerler temennım bu değil ancak gıdısat oyle gorunuyor ne yazıkkı bunları cok uzulerek soyluyorum ama bu topraklarda biz 1000yıldır yasıyoruz uyanın gençler EY TÜRK MİLLETİ TİTRE VE KENDİNE DÖN