3-DÜNYA BİRLİĞİNİN OLUŞUM AŞAMALARI -1-
A-MEVCUT DEVLETLERİN DÜZELTİLMESİ
Birliğin oluşum aşamalarını, olası değişik senaryolarla açıklamak ya da bunun için değişik yol ve yöntemler belirlemek mümkündür. Ve zaten önceden oluşturulan geçici yönetim kurulu bunun altyapısını hazırlayacaktır. Fakat şu anda bu altyapı hazır olmadığına göre herkes kendi kafasından bir birleşme senaryosu yazarak, oluşturulacak altyapıya katkıda bulunabilir.
Bu konuda bir örnek oluşturması ve birliği basit biçimiyle de olsa beyinlerimizde canlandırması açısından benim olası senaryomun kabataslak özeti şöyledir.
a-Önce mevcut devletlere bir çeki düzen verilmelidir. Çünkü devlet-fert ilişkileri tarih boyunca adil bir sisteme oturtulamamış olduğundan, devlet keyfiyeti, gösterişi, vatandaşa dayatmayı, eziyeti temsil etmektedir. Özellikle az gelişmişlerde, gelişmekte olan ülkelerde devlet: tam bir eziyet ve keyfiyet mekanizmasıdır. Gelişmişlerdeyse insanlar kalıplara alınmakta, tüketim aracı haline getirilerek robotlaştırılmakta, bireysellik adına birbirinden koparılarak yalnızlaştırılmaktadır.
Devletlerin insanlar üzerindeki bu mutlak hakimiyet kurma arzusu ve insanların buna direnerek insani özelliklerini sürdürme çabası, tarih boyunca süregelmiş, fakat her defasında devlet ferdi esir almanın, insan hakları üstüne yatmanın, yan çizmenin, inkar etmenin bir yolunu bulup, kendisini dayatmayı, insanların kendisine tapınmasını sağlamayı başarmıştır.
Devlet ve fert mücadelelerinde, İngiltere’de kökleri 13. yüzyıl başlarında Magne Carta’ya dek uzanan ve 17. yüzyıl ortalarında parlamenter sisteme geçilerek, insanların kısmen de olsa yönetime katılma mücadelesinde bir aşama olarak, devlet hegemonyası sınırlandırılmaya çalışılmıştır.
On sekizinci yüz yılda ise, önce Amerika’nın bağımsızlık savaşı ve arkasından da Büyük Fransız İhtilali ile insan hakları kavramları gündeme getirilerek, devletlerin bu haklara saygı göstermesini sağlayacak köklü düzenlemelere gidilmiştir.
İhtilalin hazırlanmasında, Jan Jak Ruso: düşünceleriyle, Fransız halkını en çok etkileyen düşünürlerden birisidir. Ruso: “Sosyal Mukavele” ( Contrat Social ) adlı eserinde; “İnsanın hür olarak doğduğunu, fakat her yerde zincire vurulmuş bulunduğunu, hakları çiğnenen insanların, bu haklarını geri almaları için, ihtilalin meşru bir araç olduğunu, hükmetme hakkının yalnız millette bulunması gerektiğini” söylemiştir.
Dünya dikkatle gözlenip incelenirse, bugünkü durum da, Jan Jak Ruso’nun 1780’lerdeki saptamalarından çok farklı bir yerde değildir. İnsan hakları yine her yerde ayaklar altında, özgürlükler devletlerin zincirlerindedir. Hükmetme yetkisi, insanda değil devlettedir. Bu durum tersine çevrilmeli, insana hükmeden devletin yerine, devlete hükmeden insan getirilmelidir.
Bunun için de yine İngiliz Liberalizmiyle, Amerika’nın İstiklal Beyannamesi de incelenerek Büyük Fransız İhtilali ile yönetime sınırlamalar getirilmiş, yönetme erki üçe ayrılarak, bunların tek elde toplanmasını önleyecek yöntemler geliştirilmiştir.
Kuvvetler ayrılığı olarak tanımlanan bu sistemde her kuvveti ayrı bir kurum bağımsız olarak kullanacak ve bu kuvvetler tek elde toplanmayacaktır. Kuvvetler ayrılığı sisteminin en büyük savunucularından olan Montesquieu durumu özetle şöyle açıklamaktadır.
Montesquieu'ye göre: “yasama kuvveti sınırlı bir kuvvettir; çünkü kendi koyduğu kuralları uygulama yetkisi yoktur. Yürütme kuvveti de sınırlı bir kuvvettir; çünkü yasamanın koyduğu kuralları yürütmektedir. Yargı da sınırlı bir kuvvettir; çünkü hâkimler kanunların sözlerini telaffuz eden birer ağızdan başka bir şey değildirler. Bu üç kuvvet kendi görevlerinin dışına çıkarlarsa, yani yasama kendi koyduğu kuralları yürütürse, yürütme ise yürüttüğü kuralları kendi koyarsa, yargı ise “kanun koyucunun ağzı” olmakla yetinmeyip kendisi yorum yoluyla yeni kurallar koymaya kalkarsa, o sistemde hürriyet ortadan kalkar.” Demektedir.
Şimdi Montesquieu’ün bu düşüncelerine bakın, bir de dünyadaki demokrasilere bakın. Genellikle yönetenler, yani yürütme erkini kullananlar, devlet adına tüm erkleri kendi ellerine geçirmek istemekte ya da değişik kurnazlıklar ve ayak oyunlarıyla bir kuvvetler birliği manzarası sergilemektedirler.
Despot dikta yönetimlerindeyse zaten insanın esamisi okunmaz, insan zurnanın son deliği bile değildir. Buralarda yönetim ne farklı güçlere ayrılabilir, ne de yönetimin bir parçasını bile diktatörlerin elinden almak mümkün olabilir.
Bu yüzden dünyanın birliği söz konusu olmasa bile, yine de mevcut devletler sisteminin, demokrasilerde bile insandan yana düzenlemelere, büyük çapta ihtiyacı vardır. Yani Jan Jak Ruso’un da dediği gibi, hükmetme hakkının yalnızca insanlarda olduğu bir devletler düzeni ile insanlık insanlaştıkça, zaten dünyanın birliğini kurmak da kolaylaşacaktır.