31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

En Büyük Tehdit Milliyetçilik (3)


3-MİLLİYETÇİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI

Dünyaya gelmiş bulunan ve gelecek olan her şey için en doğal hak, yaşama hakkıdır. Herkes hayatını korumak ve güvenlik içinde devam ettirmek için mücadele etmek zorundadır. İşte doğal milliyetçilik de bunun bir parçası, bir gereğidir. Varlığın varlığını kabulü, benimsemesi, onu sevmesi, saygı duymasıdır. Bir bakıma nefsi müdafaadır. Yani milliyetçilik her insan için olağan ve doğal bir kavram, bir korunma içgüdüsüdür. Fransız İhtilalinden önce de, var olan doğal ve insani biçimi böyledir.

Büyük Fransız ihtilali ise, bu günkü bilinen anlamıyla milliyetçilik fikirlerinin miladı olarak kabul edilmektedir. İhtilalde, İngiltere ve Amerikanın, önceden yayınlamış olduğu insan hakları beyannamelerinden de faydalanılarak hazırlanıp yayınlanan ve anayasaya eklenen, Fransız insan ve vatandaş hakları bildirgesi, o günlerin dünyasına göre oldukça yeni bazı kavramlarla birlikte, milliyetçilik kavramını da getirmiştir. On yedi maddelik bildirgeyle getirilen yeni kavramların başlıcaları, özetle şunlardır.

1-İnsanlar özgürdürler ve hukuksal olarak eşit doğarlar ve öyle yaşarlar.

2- Her siyasi örgütün amacı, doğal ve değişmez olan insan haklarını korumaktır. Bu haklar: eşitlik, özgürlük, milliyet, güvenlik ve zorbalığa karşı çıkma hakkıdır. Özgürlük başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilme hakkıdır. (Kişinin temel hak ve özgürlüklerine esas oluşturan maddeler.)

3-Hâkimiyetin esası millettir. Hiçbir kurum veya kişi, millete dayanmayan bir yetkiyi kullanamaz. (Bu madde ulusal egemenlik ve demokrasiye dayalı yeni bir rejim ortaya koymuştur.)

4-Yasalar genel isteklerin ifadesidir. Bu yüzden tüm vatandaşlar, bizzat veya vekilleri aracılığıyla, yasaların yapılmasına katılmak hakkına sahiptir. (Seçme ve seçilme, yönetime katılma hakkı.)

5-Yasalar karşısında herkes eşit olduğundan, bütün vatandaşlar, fazilet ve yeteneklerinden başka hiçbir ayrım gözetmeden, makam ve memuriyetlerle kamu hizmetlerine eşit koşullarda kabul edilir.

6-Basın yayın özgürlüğü ile kamu düzenini bozmamak kaydıyla din ve vicdan özgürlüğü de beyanname ile getirilmektedir.

Görüldüğü gibi ihtilalin getirdiği fikirlerden, milliyet fikri, millet ve milliyetçiliği de getirmekle kalmamış, bunların özgürlüğünü ve bu amaçla baş kaldırma hakkını da savunmaktadır.

Büyük Fransız İhtilalinden sonra milliyetçilik, insandan uzaklaşarak, toplumsal bir karakter kazanırken, insanlıktan da uzaklaşmıştır. Her ne kadar başlarda millet temeline dayalı, hakların ve özgürlüklerin savunulduğu, haklı ve insani, vicdanları etkileyen mazlum bir tarafı varsa da, kısa sürede, öteki milletlere üstünlük sağlamaya, içine kapanıp dış düşmanlıklar yaratmaya, dışa kapıların kapanmasından dolayı tek tipliğe ve tek kültürlülüğe, çıkarlar doğrultusunda kışkırtmalara, aşağılamalara ve sidik yarışına dönüştürülmüştür.

Milliyetçilik adına, kısa sürede köklü düşmanlıklar yaratma aracına dönüşmüş ve sanki insan öldürmeye, haklı ve doğal bir anlam kazandırmıştır. Bu anlayışla “Yaşamak için öldürülmeliyim” bahanesine sığınan; ya da salt ben duygusuyla yol alan, etnik ayrımı dayatan bir milliyetçilik anlayışı faşizmdir. Dünyanın ve insanlığın vahşi ve pis yüzüdür. En çarpıcı örneği de, Almanların Yahudilere, Yahudilerin de bu gün Filistinlilere uyguladıkları soy kırımlar olup, soykırıma maruz kalmış bir millet, bundan hiç ders almayıp, kendisi de soykırım uygulayabilmektedir.

Fransız İhtilali ile getirilen milliyetçilikse, daha toplumsal, milletler ve devletler bazında bir savunmayı kapsamaktadır. Milletlerin kendi milli devletlerini kurup özgür yaşamasını içerir. Ama zaman içinde bu korunma, savunma duygusu saldırıya, milletlerin ve devletlerin üstünlüğüne, sömürüsüne ve yönetimi ele geçirmeye, keyfiyete ve insanlığa zulüme dönüşmüştür.

Aslında toplumsal anlamda da bir insanın vatanını milletini sevmesi, bunu geliştirmek ileri götürmek istemesi ve başka milletlerin haklarına saygılı kalmak, ırk ayrımına ve yabancı düşmanlığına saplanmamak kaydıyla ulusal haklarını ve çıkarlarını koruması kadar doğal bir durum olamaz. Bu milliyetçilik değildir. Yazının başında da belirttiğimiz gibi, insanın kendini koruması, savunması ve yaşama hakkını kullanmasıdır. Bu duygu her insanda korunma içgüdüsüyle birlikte bulunur. İrade dışı bir reflekstir. Ya da milliyetçiliğin doğal ve zararsız olanı budur. Bu insani duygularından dolayı hiç kimse eleştirilemez.

Fakat eğer, bu doğal korunma, savunma güdüsü çarpıtılıp değiştirilerek; çıkarlar için bilinçli kışkırtmalara dönüştürülüyorsa, mağduriyetler dile getirilerek, milleti gaza getirmeye, meydanlarda bağırıp çağırma ve naralara tehditlere doğru gidiyorsa, artık bu doğal bir milliyetçilik değildir. Aslında böylesi durumlarda milleti gaza getirmek değil, sakinleştirmek, akıl ve bilimsel yollardan çözüm aramak, milli çıkarlara ve milletin çıkarlarına da daha uygundur.

Atatürk Milliyetçiliği, işte bu kişisel hak ve özgürlüklerin, ulusal boyutta ele alınmış biçimidir. Yani başkalarının haklarına tecavüzü, kendisine bir üstünlük çıkararak başka millet ve insanları aşağılamayı, ötekileştirerek düşmanlıklar yaratmayı, kışkırtmalarla milleti maceralara taşımayı, kabul etmez.

Savaşta esir aldığı Yunan Genel Kurmay Başkanı Trikopis ve diğer generallere olağan üstü nazik davranması, savaş anında bile olsa Düşman ülkenin bayrağının çiğnenmesine izin vermemesi ve Anzaklar için söylediği vecizevi sözleri bunun en güzel örnekleri ve Atatürk milliyetçiliğinin özetidir.

Yani Atatürk’ün milliyetçiliği, çıkar temelinde kışkırtıcılık olmayıp, tabii olarak her insanın taşımakta olduğu doğal, insani, güvenlik ve korunma duygularına dayanır. Akılcı ve bilimseldir. İnsan ve insanlık sevgisi temelinde yükselen bir sevgi ve barış ağacı gibidir. Milliyetçiliği yalnızca kurtuluş savaşında belirgin olarak gündeme getirmiştir. Bu da zaten, boğup yok edilmek istenen bir bünyenin, varlığını sürdürmek için direnmesi, yaşama sarılmasından, bir başka deyişle nefsi müdafaadan başka bir şey değildir. Bu tür bir milliyetçiliğin hiç kimseye bir zararı olmadığı gibi, dünya ve insanlığa çok büyük katkılar sağlayacağı da kesindir.

Bu gün yaşanan ve dayatılan milliyetçilik ise, bu doğal duygunun doğal mecrasından saptırılarak, devletlerin, yöneticilerin ya da bazı güç odaklarının milliyetçiliği, amaçlarına ulaşma aracı haline getirmesidir. Bunun için doğal duygulara başka anlamlar yükleyerek ve bunların kışkırtılması yoluyla, insanlar arasında düşmanlık yaratılması halidir. Yani faşizan duygu ve beklentiler içermektedir. Dünyanın başarısız keyfi despot yönetimleri başarısızlıklarını gizlemek için, başarısız muhalefetler iktidar olmak için hep milliyetçiliği kullanmakta, çıkarlarına ters düşenler hain ve düşman ilan edilmekte, milliyetçilik adına millet bölünmektedir.

Sonrası savaş, sonrası silah ticaretidir. Burada kimi silahın teknolojisinden, kimi üretim, kimi ticaretinden, kimileri de alım satımından komisyon alır. Zaten normal zamanlarında bile doğru dürüst işlemeyen yasalar harp zamanlarında iyice askıya alınır. Her şey kapanın elinde kalır.

Günümüzde milliyetçilik çıkar olduğundan, herkes hep kendi çıkarını gözetir. Fakat öylesine bir düzenleme yapılır ki, birisinin çıkarı mutlaka bir başkasının hakkına tecavüzdür. Çünkü çatışma çıkarıp silah satmak için böyle olması gerekir.

Buna bakarak çıkarını gözeten gözü dönmüş bir devlete, bir millete, bir kimseye haksızlık yaptığını söyleyerek zıtlaşmak (insanlık dersi vermek) ne denli faydasız ise, bundan dolayı ona kin, garez ve öfke beslemek, düşmanlıklar yaratarak insanları milliyetçi rüyaların bulutlarına taşımak da aynı derecede hatalı olur.

Her iki durum da, yaşanan dünyanın gerçeği ve normal bir durum sayılarak akılcı önlemler ve söylemler geliştirmek gerekir. Ve böylesi; mutlaka akıl dışı duygusal söylemlerden daha yararlı olur.

Kişisel çıkar olsun, parti çıkarı, mafya çete çıkarları olsun, ya da isterse etnik veya yabancı düşmanlığına dayalı olsun; doğal olanın dışında kalan milliyetçiliğin her çeşidi, insanlığa yönelmiş bir tehdittir. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç, bir cinayettir. Bir düşünce sığlığı ve bir beyin kiridir. Dünya ve insanlık için en büyük tehdittir. İnsanları bölüp parçalayıp çatıştırmak yerine, onları sevgi ve kardeşlik temelinde birleştirmek gerekir. Çünkü insan her yerde aynı insandır.

Gezdim, gördüm Dünya’yı, yok insanın insandan farkı
Solunum, dolaşım, boşaltım, sinir sistemi
Duyguları düşünceleri, beklentileri
Tüm insanlarda istekler ve ihtiyaçlar hep aynı
Ama Türk ile Ermeni’nin düşmanlığı
İslam’ın Musevi’den nefreti, Batı’nın İslam’a bakışı
Gölgede bırakır koskoca ayının, minik bir arıdan farkını.

Devletler; milletlere, renklere, dinlere böler insanları
Eker beyinlere düşmanlık tohumlarını
Din, töre, milliyetçilik ve hamaset, gübresi gıdası
İnsanların kardeşliği için, devletler ortadan kalkmalı
İnsanlık bu yapay bağlardan kurtulmalı
Dünya insanları ulu bir ağacın gölgesinde
Kardeşçe ve sevgiyle buluşmalı, kucaklaşmalı.

Ne denli uzak bir ihtimal ve ütopik bir dilek gibi görünse de, bir gün insanlar vahşi hayvanlar gibi boğuşmaktan ve birbirlerini boğazlamaktan bıkıp, insan olmaya razı olacak ve tüm dünya insanları sevgiyle kardeşçe kucaklaşıp, insanlığı gerçek değerine taşıyacaktır diye düşünüyor, kuruyor, diliyor ve umut ediyorum.

Yayın Tarihi : 21 Mayıs 2008 Çarşamba 00:08:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet hazin IP: 78.176.68.xxx Tarih : 21.05.2008 11:45:21

evet milliyetçilik iki kısımdır. biri müsbet diğeri menfi. müsbet milliyetçilik elbette olması lazım çünkü bir savaşta ben ölsemde milletim sağolsun der. bu hissiyattırki olması gereken milliyetçilik budur. diğeri menfi milliyetçilik ki o tehlikeli ve kendi milletinden başkasına düşman gibi baktıran pis bir ırkçılık damarıdır. ve dünyayı kendinden küstüren bir hissiyattır. sayın nazmi önderin değinmek istediği bu ikinci kısım tehlikedir zannederim.