29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Eski Tiflis’te gezinti

Kaleden normal iniş yolunu kullanarak Aliyev parkının yanındaki meydana indim. Köprüden karşıya geçerek yeni Tiflis’te dolaşmayı seçebilirdim. Fakat geldiğim bulvardan doğruca devam ederek Eski Tiflis’e girdim. Kura ile kalenin arasında uzanan eski Tiflis’te yollar ve yapılar buranın tarihi kimliğini ortaya koyar gibiydi.

Fakat burada eski binaların arasında çiçek pazarı gibi, küçücük fakat heykellerle süslenmiş ve çok iyi düzenlenmiş bir parka geldim. Oldukça kalabalıktı ve çiçekler de harikaydı.

Çiçekçilerin bulunduğu park.

Bu arada açlık da iyice belirginleşmeye başlamıştı. Fakat uzun boylu öğle yemeği ile zaman kaybetmek yerine, dönerciden ekmek arası bir şeyler alayım diye yanaşınca, iki Azeri’nin, “Soğan istemem, biraz acılı olsun” diye konuşmalarını duyunca, dönercide çalışan kızın az çok Türkçe bildiğini anladım.

“Ben de döner istiyorum” dedikten sonra kıza: “Türkçeyi nereden öğrendin” diye sorduğumda, “Patron Türk” dediler. Komünizmden çıkalı 20 seneyi geçse de, Gürcülerde girişimcilik fazla gelişmemiş olmalı ki, en basit iş yerlerinin bile önemli bir bölümünü Türkler işletiyor.

Türk dönerci ve orada tanıştığım Azeriler.

Ve Tabii ki müşterileriler genelde Gürcü olduğu için, tezgâhlarında genç ve güzel Gürcü kızları çalıştırıyorlar. Böylece hem patron dil sorununu aşmış oluyor ve hem de gelen Gürcü müşteri, kendi dil ve ırkından birisinden hizmet almış oluyor. Patron geri planda kalıyor.

Fakat arada bazı müşterilerin benim gibi Türk olması ve patronun Türk olması yüzünden bu tezgâhtar veya garson kızlar Türkçeyi de öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Eski Tiflis sokaklarında.

Kent merkezi veya eski Tiflis denilen bölgede gezmeye devam ediyorum. Dönercideki Azeri Gençler “Dikkatli ol, eski Tiflis’te bugün protesto var” demişlerdi.

“Nasıl olur bugün bayram değil mi?” dedim.
“Protesto dün başladı ve Başkan Mihail Saakaşvili’yi protesto ediyorlar” dediler.

Eski Komünistler ve mafya Saakaşvili’den memnun değillermiş.

Tavusubleba meydanı.

Eski kentten aşağıya iniyorum. Bir evin giriş kapısı önünde yaşlı bir adam, bir kasa domatesle bir kasa salatalığın başında müşteri bekliyor. Salatalığı göstererek ne kadar olduğunu sormaya çalıştım, fakat anlaşamadık.

O yarım kilodan daha ağır kocaman bir salatalığı uzattı. Ben de çıkarıp bir Lari uzattım. 80 kuruşunu geri verdi.

Kapıda domates ve salatalık satan adam.

Gürcistan’da mağaza ve dükkânlar çok küçük. Vitrinlerde en çok içki ve sigara görünüyor. Doğru dürüst vitrin vs. yok. Kapının önündeki birkaç kasa sebze ve meyveden dükkân olduğunu anlıyorsunuz.

Çoğunluğu sokağa açılan bir kapıdan ibaret. Bazılarında bir de küçük bir pencere var. Dükkan diye kapıdan zemin ya da bodrum gibi birkaç basamakla inilen 5-10 metrekarelik bir yere giriliyor.

Bazıları da dükkana falan gerek görmeden bir sokak kenarında, bir iki kilo çekirdeği fincanla, birkaç kilo meyve veya sebzeyi taneyle satarak bir şeyler kazanmaya çalışıyor.

Yol üzerindeki lüks birahane.

Oradan işlek bir ana caddeye indim. Kura epey aşağılarda olmalı ki, buradan görünmüyordu. Bu cadde üzerindeki mağazalar da öbürleri gibi değildi. Daha büyük ve çok lükstü. Fakat buralarda da pek müşteri yok. Cadde üzerinde kaldırıma masa sandalye atılmış lüks bir birahane çıktı önüme. Oturup bir bira söyledim. Benim dışımda iki veya üç kişi vardı.

Yaşlı adamdan aldığım salatalıkla biramı yudumlarken bir yandan da fiyat kıyaslaması yapıyordum. Türk malı Efes bira 5 Lari iken Gürcü birası yarı fiyatınaydı ve bence Efes kadar da güzeldi.

 
Önünde hediyelik eşyalar satılan büyük bina.
 

Türkiye’de işyerleri ve mağazalarda insanlar hep kuyruktur ya hani, ya da dolar dolar taşar, burada ise işyerleri bomboş müşteri bekliyorlar.

Fakat belli yerlerde el işleri ve ikinci el eşya satan sokak satıcıları da var. Yukarıdaki fotoğraftaki binanın önünde ressamdan, hediyelik eşyadan el işi örgülere, hayvan boynuzundan nesnelere dek çok çeşitli eşyalar satılıyordu.

Pazarcı kadının bebeği.

Pazarcı kadınlardan birisi sergisinin biraz ilerisinde yere bir battaniye yazmış ve bebeğini oturtmuş üstüne, müşteri beklerken bebek de kendi aleminde oynuyor ve yanındaki yapay bebekten ayırt edilmiyordu sanki.

Çocuğun yapay bebekle yan yana, hareketsiz sakin duruşu önce yapay bebek gibi algılamama neden olduysa da, dikkatli bakınca canlı olduğunu fark edip resmini çektim.

Çocukların suda serinlediği bir meydan.

Yorgunluğu bira ile uyuşturduktan sonra geziye devam dedim. Fakat bir yandan da “Alkolle bastırılan yorgunluk yarın çıkar ortaya, gel vazgeç, bugünlük bu kadar yeter” diyordum.

Ama öte yandan da “Yarın tekrar bu tarafa gelemezsin, sabret ve caddenin sonuna dek devam et. Yarın daha az yürür dinlenirsin” diyordum. Yarından yemeye çalışıyordum.

Bir yandan da “Yarından yemeye alışık nasıl olsa insanlık” diye de kendi kendimi eleştiriyordum.

Eski Tiflis tarihi ve estetik binalarla doluydu.

Eski Tiflis tarihi estetik binaların yanı sıra, çok büyük kaba, hantal binalarla kaplıydı. Bu büyük binaların önünden giren çok büyük girişlerle binaların arkasındaki bahçeye geçiliyor ki, burada pek çok küçük küçük daireler var.

Öndeki devasa büyüklük ve görkem ne ise, arkadaki küçüklük ve sefalette aynı belirginlikteydi aslında. Ama Sovyetler, dünyanın gözünü boyar gibi, arkadaki cüceyi, önüne bir dev kayarak saklamaya çalışmış olmalı ki, 1990’larda dev çekilince ortada pek bir cüce kalakaldı.

Aslında her sistem kendi çelişkisini kendi içinde taşır derler ya hani. Sanıyorum Sovyetleşmiş Komünizmin çelişkisi de büyüklük tutkusuydu.

Altından yol geçen büyük binalardan birisi.

Bu büyüklük sevdasının Rusya’yı bitirdiğini düşünüyorum. En büyük alüminyum fabrikası, en büyük şeker, en büyük çimento, en büyük çelik, en büyük petro-kimya derken 1980’lerden sonra teknolojideki hızlı gelişmelere bu büyüklükteki fabrikaların uyarlanması çok zor olduğundan, büyüklük bir anda avantaj olmaktan çıkıp dezavantaj oldu diye düşünüyorum.

Ama zaten insanlar altından yollar geçen bu devaşa binalara devaşa girişlerden girseler de, aslında bu evlerin çok küçük bir bölümünde yaşıyorlardı. Pek çok şey göze ve gösterişe hitap ediyordu. Bu yüzden kurbağa öküz hikâyesinde olduğu gibi sistem bir yerde patlak verdi.

Yayın Tarihi : 30 Aralık 2011 Cuma 11:12:25
Güncelleme :30 Aralık 2011 Cuma 11:34:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.240.43.xxx Tarih : 30.12.2011 13:38:12

Bravo Hocam, dış gezi derken, bol güneş, göz alıcı kentçilik, cıvıltılı sosyal yaşama bakmıyor; bizimle yakın yaşamak durumunda olması bakımından anlam ifade eden ülkeleri, beldeleri seçiyorsunuz. Böyle bilinçli bir tercihde eğitimci olmanın payı var, elbette.. Sovyetlerin kündeye gelişi de; tamamen sizin teşhis ettiğiniz gibi Batılılarla gereksiz bir yarışa girmelerden oldu. Kendi kendilerini mağlup ettiler. Göz kamaştırıcı yatırımlar, korkunç bir silahlanma yarışı halklarının sefaletine mâl oldu. Kendimizi beğenmeyiz ama; eski sovyetlerde şimdi her kademeden Türk müteşebbislerinin at oynatmaları gerçekden kıvanç verici.