19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Hizmet mi Eziyet mi?

Yerel yönetimleri öncelikle kazma olarak tanımlamakla birlikte, kazmanın da birinci derece de rant olduğunu belirtmiştim. Peki, kazma hizmet mi eziyet mi derseniz, kazdırana ve kazana hizmet olsa da vatandaşa eziyet olduğu kesindir.

Örneğin bir önceki yerel seçimlerin hemen sonrasında Antalya’da otobüs durakları değişmişti. Yerlerine yenileri yapıldı, belki bunlar daha estetik ve daha güzeldi. Bibordları, oturma yerleri vardı. Belki mesafeleri daha iyi düzenlenmişti. Fakat daha iyisi olabilir diye, şimdi bunlar da yok edilebilir miydi? Yerel yönetimler tüm sorunlarını çözdü de, tek sorunu otobüs duraklarında ideali yakalamak mıydı? Koskoca bulvarların pek çok yerinde toprak bir kaldırım bile yokken ve vatandaş araçların yoluna inmek zorunda kalırken ve de duraklar işlevini yerine getirip dururken, öncelik durakları güzelleştirmeye mi verilmeliydi?

Evet, yenileri belki daha güzel oldu ama eskileri de hiç de fena değildi. Binlerce durak kesilip, sökülüp belediye kamyonlarına yüklenip gitti. Binlerce ton demir ve saç hurda oldu. Nereye gitti. Kime verildi. Nerede değerlendirildi? Bundan kim ekmek yedi ya da köşe döndü, yenileri kimleri zengin etti, halka hiçbir açıklama gelmedi.

Zaten halk hesap vermede zurnanın son deliği bile değildi. Ama tut ki, halkı ciddiye alıp hesap versen, hesabı kim incelerdi, halk yönetene ne kadar güvenir ne kadar ilgilenirdi, sandığa gelmemenin cezası olmasa, acaba halkın, sandığa bile ne kadarı gelirdi?

Elbette ki gelmezdi. Çünkü altmış senedir siyasetçilerin yalanlarını ezberlemişti. Biliyordu ki siyasetçinin hizmeti bile kendine hizmet, kendisini koltukta tutmaya hizmetti. O yüzden siyasetçinin hizmeti bile vatandaşa eziyetti.

Burada yine eziyete, Antalya’dan başka bir örnek vermek istiyorum. Bu da, eziyetin de ötesinde işkenceye dönen kanalizasyon kazısıydı. Ve yine bir önceki yerel seçimlerin sanırım bir yıl sonrasıydı. Üzerinden birkaç yıl geçtiği için belki de şimdi unutulup gitti. Aslında unutulmaz bir eziyetti ve dünyanın hiçbir yerinde hiç kimsenin bunu unutabilmesi mümkün değildi. Fakat Türkiye son üç yılda genelde öylesine büyük depremler geçirdi ki; özelde kanalizasyon işkencesinin sözü bile edilemezdi.

Kimlik tartışmalarından, Kuzey Irak savaşından, cumhurbaşkanlığı seçimi depreminden, laiklik türban savaşlarından, yargı depremlerinden, muhtıradan, Malezya, BOP ve ılımlı İslam sendromlarından ve bir genel seçimden geçti. O yüzden kanalizasyon kazıları şimdi unutulup gitti.

Oysa yenilir yutulur, unutulur bir şey değildi. Belediye kanalizasyon için 100 binden fazla insanın oturduğu bir semtte yüzlerce kilometre çukur açtı. Çukurlar aylarca açık kaldı. Ve tam bir yıl sonra da asfaltlandı. Tam bir yıl 100.000’den fazla insan, tozda, yağmurda, çamurda dolaştı, onbinlerce araba bu bozuk yollarda yıprandı. Belediye bununla hizmet ettim diye öğündü, vatandaş “Keşke sokaklarımızdan lağım aksaydı da bu işkenceyi çekmeseydik” dedi.

İşin teknik yönünü bilmem, ama inşallah bir gün gelip de, lağımlar bu kanalizasyona bağlanırsa, umarım bunlar çalışır ve çektiğimiz bu çileye değer. Umarım birilerine rant sağlamak için hesapsız kitapsız bir ihalenin kurbanı olmamışızdır.

Nasıl olur demeyin! Siz bu ülkede yaşamıyor musunuz? Bu şekilde döşenip de çalışmayan kanalizasyon sistemleri yok mu? İşte Gazipaşa havaalanı… Yapılalı on beş seneyi geçti. Bu güne dek uçaklara değil, hayvancılığa hizmet etti. Peki, yanlış projenin sahibine ne oldu. Onu düşünen bile yok. Bu ihaleyi kim verdi, ihalede neler döndü, kim ne götürdü? Hepsi geldi geçti, ama ülke turizmi bundan ne kadar zarar gördü; diye sormaya kalksanız, çıkamazsınız içinden bunların.

Örneğin depremlerde neden en çok devlet binaları zarar gördü? Zarar gören binaların projesini yapan kontrol eden teknik adamlara ve iskân veren belediyelere bir şey soruldu mu? Neden ruhsat veren, kontrol eden değil de, müteahhit suçlandı vs.

Şimdi uzatırsak yazı bitmez, biz gelelim yine kanalizasyon kazımıza. Zaten kanıksanmışlığın da verdiği vurdumduymazlıkla, aradan geçen üç yılda her şey unutulup gitti ama o günlerde şöyle dediğimi hatırlıyorum.

“Bundan böyle planı projesi olan, bir şeyler yapmak isteyen veya bir şeyler vaat eden belediye başkan adaylarına asla oy vermeyeceğim. Kim ki ben hiçbir şey yapmadan yiyip içip yatacağım derse, ona oy vereceğim. Çünkü belediyenin hizmeti, eziyetin de ötesinde bir işkence” diye düşünüyordum.

Ayrıca bir de acaba belediyeler ve genelde devlet neden böyle yapar diye düşünüyordum; acaba eziyetin büyüklüğü oranında hizmetin hatırda kalacağı mı hesaplanıyordu, bilemiyordum.

Fakat bildiğim bir şey vardı; çağdaş demokratik ülkelerde böyle bir kazı yapılmıyordu. 2002 de Bonn’da işlek bir caddede böyle bir kazı gördüm. Kazılan alanın uzunluğu 20 metreden fazla değildi. Kazılan çukurun yanlarına, maden ocağında bir tünel açılıyormuş gibi kalıplar çakılmış, üstü kapatılmış, sayısız önlem alınmış ve kazılan çukurun on metresine boru döşenince hemen kapatılıp asfaltlandıktan sonra on metre daha kazılıyordu. Amsterdam’da kaldığım süre içinde, tanık olduğum yol ve kanal çalışmalarında da, değil yüzlerce kilometre çukur, elli metreyi bulan bir kazıya rastlamadım. Ve bunu ben, o devletlerin vatandaşlarına saygısı, bizdeki durumu da saygısızlığı olarak algıladım.
 

Yayın Tarihi : 6 Mart 2009 Cuma 13:38:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?