18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İran’da din ve Şiilik

İran tarih boyunca pek çok din ve mezhebin ya doğrudan kaynağı, ya da en renkli ve en yoğun yaşandığı bir ülkedir. İran dışarıdan gönüllü din ithal etmese de, bunlar istila yoluyla İran’a gelmiş ve İran potasında eritilerek yeniden şekillenmiştir.

Fakat İran’da ortaya çıkıp, buradan dışarıya ihraç edilen din ve mezhepler ise (Zerdüştlük, Maniheizm, Alevilik, Şiilik, Bahailik vs) bugün dünyada çok geniş bir alana yayılmıştır. Hatta İran’da ortaya çıkan Bahailiğin beş milyon gibi az bir taraftarı olmasına rağmen, bunlar beş kıtaya yayılmış olup, beş kıtada tapınakları olan, dünyanın en yaygın dini durumuna gelmiştir.

Şiiliği de bu genellemeler içinde bir olgu olarak düşünüyor ve İran gezisine niyetlenmeden önce de Şiilik hakkında bir şeyler bildiğimi sanıyordum. Fakat geziyi kararlaştırdıktan sonra, İran ile ilgili bilgi toplama aşamasına gelince, Şiilik ile ilgili bilgilerimim ne kadar yetersiz ve yüzeysel olduğunu fark ettim.

Aslında Şiiliğin İran için vazgeçilmez bir kavram olduğunu, İran’daki yönetim biçimi, yaşam biçimi, tarihi, kültürü ve hatta İran’ın bir devlet olarak varlığını ve birliğini sürdürebilmesinin temel unsurunun Şiilik olduğunu biliyordum, ama bu bilgi: nedeni nasılı olmayan kaba bir bilgiydi.

Şiraz’da Şah Çerağ Cami

Oysa şimdi araştırdıkça ve esasen de olayı İran’da görüp yaşadıktan sonra, Şiiliğin İran için önem ve anlamını daha iyi kavradım diyebilirim. Onun için Şiilik hakkında öğrendiklerimi kısaca özet olarak vermek istiyorum.

Arapçada Şii ya da Şia sözcüğünün takip eden (Ali’yi takip edenler) ya da taraftar (Ali taraftarları) anlamında Hz. Muhammet’in ölümünü izleyen yıllarda kullanılmaya başladığı ileri sürülmektedir. Olayın nedeni ise, Peygamber’den sonra onun yürüttüğü dinsel ve yönetsel görevleri kimin sürdüreceği tartışmasıdır.

Yani bu görevi peygamberin soyundan (Ali ve Fatıma’dan) gelen Ehli Beyt mi sürdürecek, yoksa öteki Müslümanların güvenini kazanmış, yeterli din ve yönetim bilgisine sahip olan herhangi bir Müslüman da bu görevi yapabilir mi?

Kum’da Cem Keran Mesciti

Şiilere, yani Ali taraftarlarına göre peygamberin görevlerini peygamberin soyundan gelen imamlar sürdürmelidir. Yani bu görüşe göre İslam tebaa üzerinde Hz. Muhammet soyunun saltanat oluşturması gerekirken, seçimle başka sülaleden birisinin seçimi İslam’a aykırı bulunmaktadır.

Çünkü Ali taraftarlığının temelinde, Hz. Muhammed’in Veda Haccı dönüşünde Gadiru Hum denilen yerde verilen bir dinlenme molasında beraberindekilere: “Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur. Allah’ım ona dost olana dost ol, düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et” demiş olması gerekçe gösterilmektedir.

Peygamberin bu hadisini Şiiler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra yerine, Ali’yi halef (halife) olarak atadığı şeklinde yorumlamışlardır. Hz. Muhammed’in sağlığında yürüttüğü din ve devlet işlerinin, Peygamberin ölümünden sonra, onun soyundan (Ehli Beyt’ten) gelen imamlar tarafından yürütülmesinin doğal bir durum olduğunu ve Hz. Muhammed’in kendisinin de Gadir Hum konuşmasıyla bunu açıkça belirttiğini iddia etmektedirler.

Kum’da Hz. Masume Mesciti

Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın halifeliğini kabul eden kesimler ise, bu hadisin bir yetki devriyle ilgisi olmadığını, bunun dostlukla ilgili bir hadis olduğunu, böyle bir şey olsaydı Peygamberin bunu açıkça söyleyeceğini ve herkesin de onun sözüne uygun olarak davranacağını savunmuşlardır.

Buna kanıt olarak da, Ali’nin torunu Hasan el Müsenna’nın konuyla ilgili şu sözlerine yer veriyorlar. “Resulullah bununla halifeliği ve sultanlığı kastetmedi. Öyle demek isteseydi bunu açıkça söylerdi. Çünkü Resulullah Müslümanların en fasih ve en açık konuşanıdır.”

Ayrıca Basra’da Hz. Aliye yöneltilen “Halife olman için Resulullahın halifeliği sana bıraktığına dair bir ahdi ve salahiyeti mi var, yoksa kendi görüşüne göre mi hareket ediyorsun?” sorusuna Ali’nin yanıtı da, Gadir hum sünnetinin Şiiler tarafından yanlış anlaşıldığına kanıt olarak gösterilmektedir.

Tahran’da Abdülazim Mescidi

Çünkü Ali bu soruya verdiği yanıtta “Hayır, yoktur. Vallahi ben Resulullahı ilk tasdik ve iman eden kişiyim. Onun adına ilk yalan söyleyen kişi olmam. Eğer Resulullahın halifeliği bana bıraktığına dair bir ahdi olsaydı, Ebubekir’in de, Ömer’in de onun minberine çıkmasına izin vermezdim. Onlara karşı koyacak hiçbir gücüm olmasa, ellerimle mücadele ederdim” diyerek, kendisine halifelik verilmediğini açıkça belirtmektedir. Ve seçilen halifeleri de desteklemiştir.

Yani Ehli Sünnet inancındaki Müslümanlara göre, Ali’den önceki halifeler Ali’nin de destek ve onayı ile halife olmuşlar ve Ali bunlara biat edip yardımcı olmuştur. Hatta kendi halifeliği döneminde bile bunlar hakkında kötü sözler sarf edilmesine şiddetle karşı çıkmıştır.

Şöyle ki: “Duyduğuma göre bazılarınız beni Ebu Bekir ve Ömer’den üstün görüyormuş. Kim bundan sonra böyle bir şey söylerse o iftiracıdır. Peygamberden sonra insanların en üstünü Ebubekir sonra da Ömer’dir. Allah ikisinden de razı olsun” demiştir.

Hatta Ömer’e olan sevgisinden dolayı kızı Ümmü Gülsüm’ü Ömer’e nikâhlamış, öldüğü zaman da cenazesinde; “Ey Ömer, ben Allahın huzuruna senin istediğin bir amelle çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka ameline imrendiğim kimseyi bulamadım” demiş ve yerine halife seçilen Osman’a da hemen biat ederek, onun da en büyük yardımcısı olmuştur.

Sünnet ehli bunları söylerken, Ehli Beyt görüşüne sahip Müslümanlarsa, bunlara farklı açıklamalar getirmektedir. Ehli Sünnet görüşüne sahip Müslümanlara göre, Ali’nin kendinden önceki halifelerin halifeliğini tanımış olması ve onlara yardımcı olması da ayrı bir tartışma konusudur. Ehli Beytçiler bunu takiye olarak göstermekte olup, Şiilikte tehlike anında takiye yapılması olağan karşılanmaktadır. Yani Ali’nin bu davranışları baskı altında olup, içten ve samimi değildir denilmektedir.

Fakat Hz. Ali yaratılışı ve inançları gereği, takiye yapması olanaksız bir insan olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Ali’nin, Ebubekir’e biat etmek istemeyip de kendisine biat etmek isteyenlere: “Biz halifelik makamına Ebubekir’i yeterli görüyor ve layık buluyoruz” diye cevap verdiği söylenmektedir.

Şiraz’da Şah Çerağ Mescidinin süslemeleri

Doğrusu bu güne dek bu olaylar üstünde düşünüp kafa yoran birisi değilim. İran gezim nedeniyle yaptığım araştırmalar ve İran’da gördüğüm kadarıyla aslında kendi ehli sünnet anlayışımla, ehli beyt arasında bu denli büyük tartışmalara ve yüzyıllarca sürecek çatışmalara değer bir ayrılık da bulamadım.

Şia’da karşı olduğum noktalar bence ehlibeyt sevgi ve saygısı güzel bir şey olsa da, bir soyun, bir ırkın, veya belli bir inanç sisteminin Müslümanlar üzerinde saltanat oluşturmasını, bu peygamber sülalesi de olsa ve özellikle de günümüzde kabul etmek olanaksızdır diye düşünüyorum.

Yine Şia’daki Peygamber döneminde olduğu gibi, devleti de dini lider’in yönetmesi gerektiği inancı da artık günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir. Çünkü dünya ve devletlerarası ilişkiler Peygamber dönemine göre o denli çok değişim ve gelişim geçirmiştir ki, değil devlet yönetimi, devlet ve yönetimle ilgili kavramların her biri ayrı bir bilim dalı olmuş olup, devlet yönetimi ayrı bir ihtisas alanı haline gelmiştir.

Yezd’de Emir Çakmak Mescidi

Fakat elbette ki, Ali sevgisi ve Ehlibeyte duyulan saygının, İslam adına bir sakıncası yoktur. Fakat bunu temel bir ayrılık nedeni sayarak İslam’ı bölmeye kalkışmak, bu uğurda yüzyıllarca Müslüman kanı akıtmak bence kabul edilebilir bir durum olamaz.

Ve yine Şiilikteki bu durumu temel bir dinsel farklılık olarak görüp de, Şiileri İslam’dan dışlayan zihniyet de elbette ki doğru bir zihniyet olamaz. Aslında tüm Müslümanlar Ali’yi ve Ehli Beyti sever ve Kerbela olayının acısını içinde hissederek Yezid’i lanetler. Bu yüzden bu sevgiyi kendi tekeline alarak, Sünnileri Emevi kabul etmek doğru bir yaklaşım olamaz, olmamalıdır.

Özellikle bir dinin temelini oluşturan Allah, Peygamber ve kitap inancı ortak ise, geri kalanı teferruat sayılması gerekirken, teferruatı temel kavramların üstüne çıkararak, İslam alemini bölmek ve çatıştırmak, İslam’a ve insana ihanet olur diye düşünüyorum.

Çünkü ben bu gezim sırasında, pek çok Şii inancına sahip insanla görüştüm, camilerinde namaz kıldım ve uygulamada da, ehlibeyt ile ehlisünnet arasında kayda değer bir farklılık göremedim. Bu yüzden de yüzyıllardır Müslümanları ayırıp çatıştırmanın arkasında asla din olmadığını düşünüyorum.

Bence bu durumun yaratılmasında birinci derecede etkili olan nokta iktidar hırsı olmalı. Bu iktidar hırsının başlangıcı da, Muaviye olup, Yezit’te doruk yapmış ve dini parçalamış olmalı. Sonrasına iktidar hırsına devletlerarası rekabet, inanç topluluklarını hazır askeri güç olarak kullanma arzusu gibi eğilimlerle ayrılıklar keskinleştirilmiş diyorum. Yoksa bu işin dinle imanla bir ilgisi olduğuna inanmıyorum.

Fakat burada bir şey daha öğrenmiş oluyorum ki, İslam’da ayrılık, benim tarih kitaplarında öğrencilerime öğrettiğim gibi Sıffin savaşından sonra başlamamış. Ayrılık Hz. Muhammet öldüğü gün başlamış, hatta belki de sağlığında bile varmış. Sıffin savaşına dek üstü örtülü gelen ayrılık, bu savaştan sonra tamamen açığa çıkıp, Kerbela katliamı ile kesinleşmiş, kemikleşmiş diyebiliriz.

Ayrıca bu yapay ayrılıklara: tarihin, kültürün ve coğrafyanın da ekleyeceği bir şeyler olacaktır mutlaka. Örneğin Anadolu’da İslam Şamanileşirken, Şia’nın İran’da Zerdüştleşmediğini söylemek bence olanaksızdır.

Yayın Tarihi : 14 Nisan 2012 Cumartesi 08:29:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
sevgi bulut IP: 90.209.195.xxx Tarih : 15.04.2012 15:56:20

selam sayin nazmi oner bey  bildiyiniz yanildiginiza yetmiyor onu basta belirteyim cunki hazreti ali hazreti muhamedin amcasi oglu damadi sirdasi soyunun devami vesayire   ama hazteri muhamet  ebu bekire omere yezidede bu unvani vermemis neden onlar olmus birde sii yada alevi onlar katliyam yapmadilar tarihte hep yezidin torunlari yapti orneyin tuncelide , kahraman marasta sivasta ve en onemliside kerbelada   tabi buna bagli olarakta allah butun muslumanlari cezalandirdi herzaman bir tarafiniz eksik oylede kalacak cunki allahta biliyor muslumana tirnak verilmemesi gerektiyini


özdemirden IP: 95.15.121.xxx Tarih : 15.04.2012 17:49:19

Yürek nerdeyse, gerçek vatan severlik ordadır. (Berkley)


fatih ozsoy IP: 176.33.42.xxx Tarih : 22.05.2013 13:04:54

Yani kısaca Şiilik hz Ebu Bekir, hz Ömer, ve hz Osman'ı tasdik etmediklerinden yanlışa kaçmıştır. Oysa Hz Ali asrında onlara muhalafet etmemiş, birlik olmuş hakikate hizmet etmişlerdir. hz Ali den sonra hilafeti sıradan Müslümanlar yönetmiştir.Dört halife inkar edilemez. Son Asrın Ricalullah hazretından haberleri olmayan sır ilme ve hakikate ittibağ edemez. yazınız bize ışık tuttu. teşekkürler nazmibey.


FATİH OZSOY IP: 176.33.42.xxx Tarih : 22.05.2013 12:53:53

Nazmi bey bizzat İran'dan yaptığınız araştırma önemli. Mülahazanız ,özetiniz hakikata ışık tutuyor. İran yanlış inanışı ne yazık ki sahiplenmiş. ahır zamanı yaşadığımız bu zamanda hakikata inanacak bir Müslüman mutlaka Bu asrın hadimleri olan Ricalullah Hazeratından haberleri olmalı. o zaman Hz mehdi ve İsa a.s ittibağ edebilir.