19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Kemalizm

Kemalizm’i tanımlamak konusunda farklı tanımlar ortaya çıksa da, geçmişte yapılanlara bakarak Kemalizm’in ne olduğunu anlamak olanaklıdır. Fakat Atatürkçülük için aynı şeyleri söylemek kolay değil. Daha doğrusu üzerinde anlaşma sağlanmış bir Atatürkçülük anlayışı ve tanımı yok. Çünkü Atatürkçülüğün uygulaması yok. Bu yüzden Atatürkçülük tanımlarında farklılıklar daha fazla.

Şu anda yapılan tanımlar genellikle Kurtuluş Savaşı dahil, Atatürk döneminde yapılan her şeyi kapsamına almakta ve Kemalizm ile Atatürkçülük eş anlamlı iki sözcük olarak kullanılmaktadır.

Oysa ben Kemalizm ile Atatürkçülüğün aynı şey olmadığını, olmaması gerektiğini, bu alandaki sorunların da, bu ikisini bir tutan anlayıştan kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü her iki kavramla ilgili herkesin üzerinde birleştiği bir tanım olmadığı gibi, ikisinin eş değer kabul edilmesi, farklı Atatürkçülük anlayış ve uygulamalarına neden olmaktadır.

Hatta bazı kesimlerin kendilerini Atatürkçü kabul edip, büyük kitleleri bunun dışında tutmasına neden olmaktadır. Dışarıda kalanlar gerçekten Atatürk karşıtımıdır, yoksa Atatürk savunucularının savunusunda mı bir yanlışlık vardır? Bunun da ayrıca araştırılması lazımdır. Çünkü her şeyimizi borçlu olduğumuz ve tüm dünyanın kabul ettiği bir lideri Türk insanının sevmemesi ve karşı olması mümkün değildir.

Kemalizm ile Atatürkçülüğün birlikte düşünülmesi, insanların işine geldiği zaman Kemalist dayatmacı, işine gelmediği zaman demokrat, milli irade taraftarı Atatürkçü olmalarına yol açıyor olmalı ki, sorunun da buradan kaynaklandığını düşünüyorum. Böyle olunca da kimse kimsenin Atatürkçülüğünü beğenmiyor.

Burada bazı Atatürkçülük ve Kemalizm tanımlarına bakarsak, anlaşma sağlanamayan en önemli ayrım noktaları şunlardır. Kemalizm ve Atatürkçülük bir ideoloji mi, bir düşünce sistemi mi, bir yaşam biçimi mi? Dayatma mı, milli irade mi?

Atatürk Türkiye'sinde üniversitede görev yapan Prof. H. C. Ernst E. Hircsh, “ 'Kemalizm' esasen belirli bir rejimden ziyade politik bir hareketin adıydı. En azından başlangıçta bir ideoloji söz konusu değildi. Hareket yönünü tayin eden önceden planlanmış fikir ve teori mevcut değildi" diyor. Bu da en azından başlangıçta hazır bir siyasi rejim veya ideoloji olmadığını belirtirken, sonradan bir ideolojiye dönüşüp dönüşmediğini belirtmiyor.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1933’te kaleme aldığı bir makalesinde ise, Kurtuluş Savasından sonra hiç duraksamadan yeni bir Devrim Savaşının başladığını ve işte bu devrim ideolojisinin adına da Kemalizm denildiğini söylüyor. Ve Kemalizm’in: komünizm, faşizm, sosyalizm gibi doktrinlerden farklılıklarını sıralıyor. Yani Yakup Kadri’ye göre Kemalizm bir ideolojidir ama diğerlerinden farklıdır. Farkı da şöyle açıklamaktadır.

“Oysa Mustafa Kemal, bir destan kahramanı olduğu kadar ve belki daha ziyade bir fikir adamıydı. Öyle bir fikir adamı ki, diğer bütün benzerleri arasında düşünce ile aksiyonu tek o birleştirmesini bilmiştir. Bu da ayrıca Kemalizm’in özelliklerinden birini teşkil eder. Yani Kemalizm hem bir ideoloji, hem de o ideolojinin uygulanma metodu niteliğini taşır. Bu suretledir ki, Kemalizm bir ütopi, bir nazariye olarak kalmaktan kurtulup bazı Fransız sosyologlarının 'idee-forme' dedikleri, yaratıcı, yapıcı, kurucu ve insan camialarının strüktürünü (yapısını) değiştirici dinamik bir fikir sistemi haline girmiştir."

Bu düşüncelerine ilaveten, Kemalizm’in yeni bir dünya görüşü, yeni bir dünya düzeni kurma metodu olduğu halde, bu fikri yönünün bir tarafa bırakılarak, onun destani yönünün öne çıkarılmasından yakınmaktadır.

Görüldüğü gibi Kemalizm’le ilgili tanımların bazıları bunu bir ideoloji, bazıları da politik bir hareket veya düşünce sistemi olarak, tanımlamaktadır. Bence eğer Kemalizm’i Atatürkçülükle eş anlamlı olarak kullanmayacak ve kıyaslamayacaksanız, tanımın fazla bir önemi yoktur diye düşünüyorum.

Çünkü benim anlayışıma göre Kemalizm, Atatürkçülüğe ulaşmanın aracıdır. Yani amaç Kemalizm değil, Atatürkçülüktür. Kemalizm Atatürkçülüğün bir aracı olarak, onun kapsamı içindedir. Fakat Kemalizm Atatürkçülüğü kapsamaz. Başta dayatmacılığı olmak üzere pek çok yönüyle, Atatürkçülük de değildir. Hatta Atatürkçülüğün tesisi de olsa, yine de Atatürkçülüğe tamamen terstir.

Eğer siz Kemalizm’le ikisini aynı kefede düşünürseniz, birisi de çıkıp Atatürkçülük dayatmacılıktır derse, itiraz edemezsiniz. Oysa Atatürkçülük milli iradedir, akıldır, bilimdir, çağdır. Ona hiç kimse hiçbir dayatma yapamaz. Ama Kemalizm bunları kurmak ve ilk uygulamasını dayatmaktır. Kurucu bölümü dayatma olup, kuruluş aşamasındaki uygulaması ise Atatürkçülüğün dar ve basit bir uygulamasıdır.

Örneğin Kemalizm, cumhuriyeti kurmuş ve uygulamıştır. Nasıl kurmuştur? Halk oylamasıyla mı kurmuştur? Yoksa dayatmış mıdır? 1923’te halkın belki de % 90’dan fazlasının adını bile duymadığı cumhuriyeti, elbette ki halkoyuna sunamazdınız. Kaldı ki halkoyuna sunup, % 90 kabul oyuyla bile kursanız cumhuriyeti, bu dahi, Kenan Evren’in Anayasa oylamasıyla kendi Cumhurbaşkanlığını dayatmasından daha demokrat olmazdı.

Çünkü halk cumhuriyeti kabul etse bile, cumhuriyeti bildiğinden değil, M. Kemal’e güvendiği için, onun getirdiği bir şeyin kötü olmayacağı varsayımıyla kabul edecekti. Zaten Kemalist dayatmaları da, bırakın halkın anlayıp kabul etmesini, parlamentoda bile M. Kemal bunları uzun uzun anlatıp, vekilleri ikna etmek zorunda kalmıştır.

Olayı biraz daha açmak gerekirse, Kemalizm dayatmasını getirip parlamentoya sunmuş, parlamentoda anlatılmış, açıklamış ve onların onayını aldıktan sonra, olanaklar ölçüsünde halka da anlatılmış, ama halkın oyuna başvurulmadan uygulamaya konulmuştur. Parlamentonun kabul etmesi, halkın da kabul ettiği anlamında düşünülmüştür.

Gerçi parlamentonun kabul etmesi doğal koşullarda halkın kabul etmesi anlamına gelse de, parlamentonun oluşumu da, en azından yarı yarıya Kemalist bir dayatma olduğundan, tam olarak halka dayandığı da söylenemez.

Yani bu biçimiyle İkinci Cumhuriyetçilerin itirazları tamamen doğrudur. Evet, Birinci Cumhuriyet bir avuç asker-sivil bürokrat tarafından kurulmuştur. Kuruluş koşullarında demokrasi varsa bile çok azdır. Yukarıdan aşağıya bir hareket olarak halka zorla kabul ettirilmiştir. Ve tabii ki, bu tespitlerin sonucundan da şu çıkıyor. Eğer Atatürkçülük bu ise, bu iyi bir şey değildir.

Ama elbette ki, Atatürkçülük bu değildir. Bu Kemalizm’dir. Öyleyse kötü olan Kemalizm midir? Hayır, asla. Çünkü ikisi ayrı şeylerdir. Birisi araç, öteki amaçtır.

Şimdi burada bence gözden kaçırılan en önemli hususlardan birisi, sivil-asker bürokratların niteliğidir. Bu insanlar bugünün kişisel çıkarlar etrafında genel başkanın iradesini temsil eden, birisi aka ak dedi diye, kendisini kara demek zorunda hisseden insanlar değildi. Bunlar Kurtuluş Savaşı denilen mucizeyi başaran ve onun içinden gelen, halkın % 100’e yakının güvenini kazanmış insanlardır.

Evet, tek partidir, ama bugünkü ihale savaşı veren partilerimiz arasındaki cıvık ve kaba muhalefetten çok daha ciddi ve sorumlu bir muhalefet vardır, o tek partinin içinde. Tepeden inmeliğe gelince, cumhuriyet diye bir yapıyı hiç görmemiş ve böyle bir evde hiç yaşamamış bir halktan, ADD’nin 2007’de yaptığı cumhuriyet mitinglerini mi bekliyordunuz?

Evet, bunlar Kemalist dayatmalardır. İkinci Cumhuriyetçiler bunları çok güzel tespit etmişler, ama nereden bakarak? 1923’e 2000’lerden baktığınız zaman bunlar ne kadar açık ve net birer doğru ise, 1923’lerin koşullarında o kadar yanlış olur. Hatta 1923’lerin dünyasını ölçü kabul ederek baksanız bile doğru sonuçlara ulaşamazsınız.

Evet, Kemalizm dayatmadır. Çağdaş Avrupa ülkelerinin yönetimi olan cumhuriyeti dayatmaktır. Çağdaş eğitim ve yönetim için laikliği dayatmaktır. Çağdaş ölçüleri, eğitimi kültürü, hukuku, giyimi, ekonomi, değişim dönüşüm vesaireyi dayatmaktır.

Neden böyledir derseniz Kemalizm, aklı, bilimi ve çağı dayatmaktır. 1923 Türkiye’si ise, akıl bilim ve çağın çok uzaklarında bir yerlerdedir. Yani Kemalizm toplumun yabancı olduğu, ileri bir yapılanmayı dayatmaktır. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu 2013’ten bakarak anlayamazsınız. Bunu anlayabilmek için, 1923 dünyası ile 1923 Türkiye’si arasındaki farkı çok iyi anlamak gerekir.

Şimdi benim burada bu farkı bu yazıyla anlatmam, hatta bağımsız bir makalede bile anlatmam olanaksızdır. Bu bir kitap olur. Ama birkaç ipucu vermek gerekirse, Avrupa’da halkın okuma yazma oranları %90’ların üzerindeyken Türkiye’de % 9’ları bulmuyordu. Avrupa kentli, Türkiye Köylüydü. Avrupa sanayileşmiş, Türkiye’de el sanatları bile can çekişiyordu. Avrupa çok zengin, Türkiye çok fakirdi. Avrupa’da bilim teknoloji toplumun her kesiminde kabul görürken, Türkiye’de dinden başka bilim tanınmıyor, elektriğin İstanbul’a gelmesinin günah olup olmayacağı tartışılıyordu vs.

Kurtuluş Savaşını kazandık bağımsız bir devletiz. Ama devlet demek, içinde yaşayacağın bir ev demektir. Bizim böyle bir evimiz yok. Biz çadırda, barakadayız. Devlet demek kurallar ve kurumlar demek. Bizde bunlar yok veya olanı çok ilkel, biz henüz devlet değiliz. Belli bir toprak üzerinde bağımsızız ve bu topraklar üzerinde kendimize bir ev yapıp, Anadolu halkları olarak onun içinde hep birlikte akıla bilime ve çağa uygun olarak yaşayabileceğimiz bir ev planlıyoruz. Peki, nasıl bir ev yapacağız, ya da başka bir deyişle nasıl bir devlet kuracağız? Kemalist bir anlayışla, Atatürkçü bir devlet kuracağız. Derseniz ki, bu evi kim yapacak? Kemalizm yapacak.

Yani Kemalizm bu bakış açısıyla, TC’nin inşa edilmesi devridir. Evin planlanması, evde yaşam koşullarının saptanmasında, demokrasi ve Atatürkçülük hedeflense de, bu evi yapacak olan müteahhit Kemalizm’dir. Ve inşaat aşamasında evde demokrasi ve Atatürkçülük aramak düşünülemez. Çünkü Atatürkçülük inşaat halindeki binada yaşamanın değil, bina bittikten sonraki yaşamanın koşullarıdır.

İkinci cumhuriyetçilerin ileri sürdüğü gibi binayı yapanlar tepededir, ama binaya çatıdan başlandığı görüşü doğru değildir. Binanın çağdaş temeller üzerinde yükselmesi dayatılmıştır. Ve her şey böyledir. Yani her şeyin bir temeli, bir ön bilgilendirilmesi vardır ki bu dayatma olmak zorundadır.

Örneğin temel matematik kavramlarını ve sayıları öğrenmeden problem çözemezsiniz. Bu yüzden temel matematik kavramlarının öğretildiği birinci sınıf öğretmenini, sayıları dayatıyor, ama hiç problem çözdürmüyor diye suçlayamazsınız.

Bugün Suudi Arabistan’da size tam yetkiyle cumhuriyet kurma görevi verseler, orada doğrudan doğruya hiçbir hazırlık ve alt yapı oluşturmadan Fransa Cumhuriyetini uygulayabilir misiniz?

Yani Kemalizm yeni ve çağdaş bir binanın inşaat aşamasıdır. Bir bilimi veya bilgiyi kullanabilmek için zorunlu temel bilgilerin öğrenilme aşamasıdır. Hazırlık ve altyapı aşamasıdır. Yani özetlemek gerekirse Kemalizm, Atatürkçülüğün inşa aşaması ve kullanma kılavuzudur denilebilir. Kemalizm cumhuriyetin inşaat yönetmeliğidir, anayasası değil. Bu yüzden Kemalizm’i Atatürkçülük olarak kabul etmek, inşaat yönetmeliğiyle devlet yönetmeye kalkmak olur.

nazmioner@mynet.com

Yayın Tarihi : 30 Mart 2013 Cumartesi 09:49:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S. A IP: 95.15.240.xxx Tarih : 2.04.2013 20:16:18

Gençlerimize yakın tarihimizin gerçekleri eğer - tarih dersi denen ve gençlerimizi ezberciliğe sürükleyip onları yıldıran bir konu olarak işlenmeyip - kendilerine gereğince anlatılabilinseydi, "Atatürkçülüğün", "Kemalizmin", "Ulusalcılığın" kavramlarını bizler tartışma konusu yaparken, onlardan kimbilir nekadar çok fikirler almış olurduk. Gençlerimizin aydınlanması için, onlara sunacağımız o kadar çok referans var ki, bunların bizlerin belirtmesi gereğine inanıyorum. Sayın Teoman Törün'e, beni mazur görmelerini istirham ederek şu hususu da belirtmeden geçemeyeceğim; Şevket Süreyya Aydemir, - bir tarihçi ve tarih yazarı olarak - benim benimseyemediğim kişi olmuştur; zira, yapıtlarında çokça tarihî yanılgılara düşmüştür.  
 


Teoman Törün IP: 85.103.65.xxx Tarih : 1.04.2013 17:26:06

Mükemmel bir çözümleme. Atatürkçülük kalıplaşmış bir fikir sistemi-ideoloji olamaz. Metinde adına referans yapılan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile bir görüşmesinde Atatürk bunu açıkca da ifade etmiş. Yakup Kadri 1933'de, Halk Fırkasını kasdederek: "Paşam bu partininbir doktini yok!" dediği zaman Ata'dan şu yanıtı almış: "Elbette yok, çocuğum. Doktrine gidersek hareketi dondururuz."  (Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam Cilt.III. Sf.474). Bu pasaj İtalyan tarihçi Fabio Grassi'nin yeni yazılıp Türkçeye çevrilen "Atatürk" kitabında aynen alıntılanmıştır. Atatürkün tek inandığı düstur: "En hakikî mürşit müspet ilimdir. En doğru tarikat muasır medeniyet tarikatıdır." Onun dışında her hangi bir ideolojiyi iltizam etmek dogmatik bir tavır olurdu. Dirayetli bir kurmay subay olarak yerine, zamanına göre pozitivizmi, müspet bilimi izlemek, pragmatik çözümler bulmak gerekli idi. Belki tekraren ifade ediyorum: bir kaç yıl öne kaybettiğimiz tarihçi Cemal Kutay bir söyleşisinde: "Atatürkün anısına en fazla zarar verenler adında "Kemalist, Atatürkçü gibi sıfatlar olan dernekler, düşünce kuruluşları olmuştur." demişti. Gazi, zorluklar içinde bir inşa hareketine geçtiğinde elbette ikitdarı sağlam bir biçimde elinde tutma gereksinmine ihtiyacı vardı. Bu o tarihde, bir iki istisna dışında Dünyanın her yanında görülen otokrasi idi. Fabio Grassi'nin katıldığım bir kitaplık söyleşisinde bunu anlatma zorluğu ile karşılaşınca (o zamana kadar iftihar ettiğim) Kadıköylülüğümle utanır gibi oldum. Zira "Atamıza diktatör dedirtmeyiz; diktatör kötü şey" itirazları vardı. Ben ben otokrasinin yerine göre yararlı sonuç getirebileceğini; bu bakımdan, General Franko'nun bile İspanyanın bir yandan kapitalist bir yandan faşist ülkelerle çevrili olduğu bir dönemde sosyalizmin sökmeyeceğini hesap ederek cumhuriyetçileri ezmek zorunda kaldığını ileri sürünce Grassi bana şiddetle itiraz etti: "Aman, Atattürk'ü zalim Franko ile kesinlikle kıyaslamayın. Avrupanın en batısındaki Franko, komşu Portekizin Salazar'ı gibi ölümüne kadar (Salazar 1968'de beyin kanaması ile iktidardan ayrıldı) diktatörlük koltuğunda kaldı (1975). Ekstrem görüşleri nasıl telif edeceğimizi bilemiyoruz, hocam. Oysa,farkında olmayanlar çok, artık yeni bir Dünyadayız.    


Teoman Törün IP: 88.240.39.xxx Tarih : 3.04.2013 14:10:34

Ben Şevket Süreyyanın eserinin değerlendirmesini yapmadım. Maddî bir olay olarak naklettiği anıya referans yaptım. Bu yalansa Rahmetli Karaosmanoğlunun, benim Fakülteden tanıdığım, Dünyaca ünlü iktisatçı, DTP kurucularından, Bakanlık yapmış Attila Karaosmanoğlu da dahil olmak üzere yaşayan pek çok yakınları vardı. Kimseden bir yalanlama almadım. Bunun dışında bir müellifi beğenip beğenmemek Sn. Dr. S.nin de ifade ettiğii gibi sübjektif konulardır..