26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Kentleşme Sorunları (3)

3-VAROŞLAR, GECEKONDULAR
DEVLET ARAZİLLERİNDE YASAKLAR

Hamaset cambazı kurnazlar devlet, millet, ülke, ordu, bayrak vs. kutsallar arasında ortak bir bağ kurarak hepsine tapılmasını isterler. Oysa burada sayılan ve sayılmayan her şey devletindir. Fakat devlet ise, bunların hiç birisinin değil, devlet yönetenin ve onunla işbirliği içindeki egemen güçlerindir. Onların kullandığı mafyanın, çetenin, yandaşın devletidir. Onun için devletin her şeyi bunlara serbest, vatandaşa yasaktır.

Yasakların en başta geleni de, devlete ait taşınmazların kullanımıyla ilgili yasaklardır. Örneğin orman arazisidir, 2B’dir, hazine arazisidir. Yüzyıllarca boş durmuştur, yine yüzyıllarca boş durabilir, ama vatandaşın kullanması, etrafını çevirip sahiplenmesi, ağaç dikip imar etmesi, üzerine başka bir taşınmaz kondurması yasaktır.

Çünkü arazi devletindir. Vatandaş kimindir derseniz o ayrı bir şeydir. Yani bu memleket benim memleketim, bu devlet benim devletim, ben bu devlete hizmet etmekle görevliyim diyebilirsiniz.

Ama bu yargıya dayanarak, “Öyleyse bu devletin bu memleketteki arazileri de benim arazim sayılır,” diyemezsiniz. Siz dahil her şey devletin sayılır, ama devletin olan hiçbir şeyin sizin sayılmasına olanak yoktur.

Çünkü oralar Türk milleti adına devletindir. Siz ise Türk milleti değil, onun bir ferdisiniz. Yüz metrekarelik bir yer için bile 70 milyonu toplayıp gelmeniz, hepsinin helalliğini almanız gerekir gibi bir anlayış hakimdir bu işlerde.

Aksi halde ağır cezalık bir suçtur. Yıkılmasını, yerinden söküp atılmasını gerektirir. Jandarma ile polis ile karşı karşıya gelmektir. Korkusu gözdağı yüksek, oldukça zorlu bir yol olarak görünür. Ama mafyasını bulur, kitabına uydurursanız hiçbir zorluğu yoktur, otoban yoldur.

“Atma Recep o kadar da kolay değil” diyorsanız, İstanbul’a Ankara ya, İzmir e bakınız; diğer büyük kentlere bakınız. Kentin ne kadarı özel arazi, ne kadarı hazine ve ormandır? Hazine ve orman arazileri nasıl şehir yerleşim alanı olmuştur. Arazi mafyasından, ilk gecekondudan bugüne dek geçen süreçte o yer, nasıl gökdelenlerin ve ticaretin merkezi olmuştur. Dönüp bir bakarsanız görürsünüz.

Ayrıca hayret edilecek başka bir şey de tüm bu olanlar son 30-40 sene içinde ve tüm milletin gözlerinin önünde gerçekleşmiştir. Ve yine hayret edilecek başka bir şey de, sanki bu durum çok iyi ve çok başarılı olmuş gibi, hiçbir önlem alınmadan hala aynı biçimde sürüp gitmektedir.

Taşınmazlardaki yasakların bir başka boyutu da özel araziler üzerindeki yasaklardır. Örneğin bir yer tarihi, doğal veya turistik sit alanı ilan edilir ve burayı korumak adına yasaklar getirilir. Bunlar korku ve gözdağı içeren tehditlerdir.

Fakat dayatmacı, despot sistemlerde yasaklar delinmek içindir. Ya çaresizlikten ya da kitabına uydurularak delinir. Korunacak alan ise: korunmayanlardan daha çirkin ve düzensiz bir gelişme gösterir. Yani çoğu zaman, hiç korunmasa sonuç bundan daha iyidir.

Çünkü korumadan kasıt çoğu zaman yerin, yörenin oradaki halktan, yani sahibinden korunarak, rantın yönetenin yakınlarına saklanmasıdır. Yani olay: yerin, yörenin korunmasından çok, güçlü birilerinin korunması gibidir. Sonuçta ya hiç yasaklanmasa, ya adam gibi korunsa, ya da korunamayacaksa uygun bir plan dahilinde gelişseydi denilir.

Bazen de devlet adına bazı işgüzarlar yıkım işine girer. En gariban en zararsızından birkaçını yıkar. Kimine göre kahraman, kimine göre, yuva yıkan adam olur. Anlaşılan yıkılan yer, başka bir rant türüne dönüşecektir.

Bir yere sittir diye, hazine veya orman arazisidir diye yapılaşma yasağı koyarsanız, arazi mafyası burayı parselleyip kırsaldan gelen çaresiz insanlara satar. İnsanlar zaten doğup büyüdüğü köyünü, anılarını, hayallerini, anasını, babasını, çocuklarını, koyup gelmiş köyünde. İnsan tarafı hep oralarda kalmıştır. Burada bedeni, ben duyguları, hırsı ve bu duruma düşürülmüş olmanın kin ve intikamı ile her şeye inanmaya ve her şeyi yapmaya hazırdır.

Mafya, hemşeri ayaklarıyla yaklaşır. Memleketten gelirken yanında getirdiği ineğin, öküzün parasını öğrenir. Ne kadar koparabileceğini istihbarat eder. Bir müteahhidin yanına (inşaata) ameleliğe gönderir. Oradan kazancına da el koyarak 500 metrekare yer verir.

Yer ormanın ya da hazinenindir, fark etmez; sonuçta devletindir. Fakat orada mafya da kentin ortasında başka bir devlettir. Vatandaşın diyebileceği hiçbir şey yoktur. Mafyaya ancak teşekkür edebilir.

Çünkü kendisi çevirse derhal devlet müdahale eder, elinden alır ve cezalandırır. Oysa mafya kendisinden önce gelen herkese arazi satmış, herkes barakasını kondurmuş, devlet de yolunu asfaltlayıp, telefonu, elektriği, suyu getirmiştir.

Hatta devletin 10 yıl önce tapu verdiği gecekonduların yerine şimdi gökdelenler dikilmektedir. İşte araziler üzerindeki taşınmaz yasağı da böyle bir şeydir.

Neden ormanın tek bir belirtisi bile olmayan, kimi sulu tarıma uygun alanlar, narenciye bahçeleri, nar bahçeleri ormandır da, asırlık çam ağaçlarıyla kaplı ve bir kez üzende tarım yapılmamış dağlık alanlar orman değil de tarladır ve tapusu vardır? Bu ne biçim bir devlet, bu ne biçim bir orman anlayışı ve bunları yaratan yargı nasıl bir yargıdır.

Buna bırakın bir ölümlünün akıl erdirebilmesini, şeytanın bile akıl erdirmesi mümkün değildir. Tabi olaya akıl açısından bakılırsa böyledir, ama Türkiye’de akıl zurnanın son deliği bile değildir. Her şey kurnaz bir ben duygusu ve her şey keyfidir.
 

Yayın Tarihi : 29 Ekim 2010 Cuma 00:57:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?