17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Kitaba en büyük darbe üniversite

Benim kendimce yaptığım saptamalara göre, okuma, anlama ve anlatma gibi insani yeteneklerin köreltilmesinde, insan yaratıcılığının öldürülmesinde, belki de 12 Eylülden dahi fazlasıyla bir darbeyi üniversite seçme sınavları vurmuştur diye düşünüyorum. Burada insanın düşünmesini sınırlayan, kısıtlayan ezberci eğitim sistemi, tek ölçme aracı haline de gelince, artık hiç bir şeyi okumaya, araştırmaya veya yazmaya, yazılı anlatıma gerek kalmamıştır.

Erzurum Karayazı’da ilk öğrencilerim 1964

Bilgileri vermek için bir çuval incir yedirmektense hap gibi yutturma devri başlamıştır. Bunu en kısa ve en küçük haplara sıkıştırarak veren özel öğretmenler ve özel dershaneler bunun saltanatını sürmüştür. Sınav kazanmak üzerine dünyaya getirilip, ana sınıfından itibaren, sınav kazanmak üzere planlanan çocuğun, kitap bir tarafa, oynaması ve çocukluğunu yaşaması, hatta çocuk gibi davranması bile engellenmiştir. Çocuk olmadan büyüyen büyüklerin hali ise bu gün ortadadır. Günümüz Türkiye’sidir. Ve ben bunların ne olduğunu anlayamıyorum, desem yeridir.

Ayrıca bana göre bugün ülkemizde cahillerin çoğunluğu üniversite mezunları arasından çıkmaktadır. Aslında bunlar sıradan halkı cahil, kendini aydın sanır. Ama cahilin iflah olmazları, onların arasından çıkar. Üstelik ülkeyi yönetenlerin yüzde doksanı üniversite mezunu olduğu halde sorumluluğu sıradan halkın üstüne atar. Yani demek istiyorum ki, çocukluğunu yaşamamış, sınav kazanmaktan başka hiçbir şeye ilgi duymamış, okuma, yazma ve dünyayı tanıma olanakları kendisine kapatılmış bir insanı üniversite mezunu yapsanız ne işe yarar. Bunların yüzde kaçı, ahlaki, etik ve evrensel değerleri, kültürü sanatı, edebiyatı özümseyebilmiş, çağdaş bir insan olabilir?

Birçok yazımda dile getirmişimdir. Herkesin gurur duyduğu, Türk çocuklarının fizik olimpiyatlarında, matematik olimpiyatlarında birinci olmasından ben hep utanç duymuşumdur. Diyorum ki, niye yılda on bin buluş yapan Japon’un, Tayvanlının, Avustralyalının çocuğu birinci olmuyor da, son ikiyüz senede 200 buluşu olmayan Türkiye’nin çocukları birinci oluyor. Bunlar bu kadar iyi ise neden bunun sonu gelmiyor. Bunun bilgiyi zamansız ve ölçüsüz vermek anlamına geldiğini, onun hayata hazırlanması için gerekli başka alanlardan mahrum bırakıldığını fark etmiyor mu kimse?

Sen çocuğu, bir çöp kadar bile değeri olmayan bilgilerle, bulduğunu içine doldurduğun bir çöp sepeti gibi kullanırsan, sonuçta ipe sapa gelmez karmakarışık bilgilerin içinde kaybolmuş, zamanı yaşamadan atladığı için de boşlukta kalmış, yönsüz ve yönlendirilmeye muhtaç, yaşama ve kendine yabancı, karıncadan korkan, aşka çıkar penceresinden bakan, ayrışmaya, yarışmaya bayılan bir insan çıkacaktır karşınıza.

Diyeceğim, üniversite kazanma baskı ve sorumluluğunun altında çocuklar ezilip gitmektedir. Yine Üniversite seçme sınavlarının Türk eğitim sisteminde yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de, laboratuarların kapatılmasıdır. Eskiden ilk ve orta öğretim kurumlarında dersler laboratuarlarda, laboratuarı olmayan okullarda, sınıfta deneylerle işlenirken, üniversite sınavlarında deney yaptırılmayacağına göre laboratuarlar bir anda ve bütün okullarda kapatıldı. Bilgiler hepten havada kaldı, artık her şey ezberdi.

Sınav sisteminde klasik sisteme geçilmeden, öğrencilerin bırakın bir şeyler yazmasını, bir sayfa mektup yazmalarını bile bekleyemezsiniz. Ben ilkokuldayken bir atasözü için, iki üç sayfalık açıklama yazabiliyordum. Seksen sonrası lisedeki öğrencilerimin bir paragrafı geçen bir kompozisyonu ile karşılaştığımda ise sevinmek zorunda kalıyordum. Çünkü klasik sistem de sayfalarca yanıt yazarsınız. Hatta bu bazen öyle abartılırdı ki, öğretmen okulu bitirme sınavlarında biyoloji sınavında sekiz soru neredeyse on sayfayı geçmişti. Aradan yarım asra yakın bir süre geçse de hiç unutmuyorum, rediksiyon bölünme diye bir soruyu anlatmak için 24 tane şekil çizmek gerekiyordu. Sınıf geçmeyi garantiledim diye, niye lazımsa bu rediksiyon bölünme sorusunu yapmadan çıkmıştım. Yani ayrıntıya inemezseniz, yalnızca çıkarılmış sonuçları ezberlerseniz, hayatta da başkalarının çıkarılmış doğruları üzerine şartlanırsınız, şartlandırılırsınız.

En başta da söylediğim gibi, Türkiye’de herkes her şeyi bilir. Televizyondan haberleri izler bilir. Dizilerden, filmlerden bilir. Bazen gazete başlıklarına da bakıyorsa artık bilmediği bir şey kalmamıştır. Öyleyse niye kitap okusun. Üstelik tahsil hayatı boyunca okumasını yazmasını sağlayacak en ufak bir alışkanlığı yoktur. Laboratuar ve kütüphane yüzü görmeden tahsil hayatı gelip geçmiştir.

Bu arada kütüphaneler konusuna gelince, Hollanda’da ve Avustralya’da kaldığım sürelerde, bir saat dolaşınca, önüme çıkan bir kütüphaneye girer 15-20 dakika dinlenir, ihtiyaçlarımı giderir, bazen buradaki Türkçe gazeteleri okur, yeniden dolaşmaya çıkardım. Türkiye’de ise her ilde göstermelik bir kütüphane, bir müze vesaireye alışık olduğumdan bu durumu önceleri yadırgamıştım. Ama bunun ne kadar güzel ve önemli bir şey olduğunu düşünerek, ben de yakımlardan sonra elimde kalan kitaplarımla köyümde bir kitaplık kurmaya kalkıştım. Köy Muhtarının gösterdiği eski bir odayı yeniden elden geçirtip, masalar, sandalyeler, dolaplar alarak kütüphaneyi kurdum. Buna sahip çıkılması, göz kulak olunması için ilçe kaymakamlığına gittiğim zaman, en azından usulen “Sağol, iyi bir şey yapmışsın” denilmesini beklerken, kütüphaneler yönetmeliğine göre köylerdeki kütüphanelerle ilgilenemeyeceğini falan söyledi.

Ama aslında ben kütüphane kurduğumu anlatırken, eminim ki o içinden “İyi halt ettin. Başka işin yok muydu?” diye geçiriyordu. Yani kütüphanelerin olması da çözüm değil maalesef. Çünkü ne ona sahip çıkacak bir yönetim var. Ne de oraya kadar gidip ayrıntılı bilgi toplamaya katlanacak öğrenci var. Yalnızca bilginin hap şeklinde yutturulduğu test kitapları için falan gidebilirler belki.

Türkiye’nin aslında şu anda, terör dahil bundan daha önemli bir sorunu yoktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti bana göre, insansız bir devlettir. Bu devletin içini insanla doldurmak için de, öncelikle insanın insani özelliklerini birinci plana alan bir sistem gerekir. Ama o zaman da yönetenin işi zorlaşacağından, yönetimler devleti gerçek insanlar yerine, şartlandırdıkları robotlarla götürmeyi tercih ederler.

Yayın Tarihi : 10 Ekim 2012 Çarşamba 11:37:37


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?