Bir ölçme ve değerlendirme aracı olarak, klasik sınav sistemi, her ne kadar derinliğine bir konunun ölçülmesini sağlasa da, dar alanlarda etkili olup, bir konunun, bir kitabın, tamamını ölçemediği için 1960’lı yıllarda çok eleştiriliyordu.
Test sınavları ise, yüzeysel olsa da, çok geniş alanları ölçebildiği için hararetle savunuluyordu. Fakat derinliğine yapılan ölçümlerde beyin faaliyeti zirveye çıkarken, bilgi yeniden yaratılıp üretilirken, yüzeysel ölçümlerde yaratılmış hazır bilgilerden seçme yapılıyordu. Burada beyin çalışmasından ziyade hafızada depolanan malzemelerden seçme yapmak, sorudan seçilen seçenekle, hafızadan seçilen bilgiyi, yani iki ezber kavramı eşleştirmek gibi bir işlem yapılmaktadır.
Aslında dar alanlarda derinliğine ölçüm yapan klasik sınav sistemi ile geniş alanlarda yüzeysel ölçüm için test sınav sistemi birlikte kullanılsa, beyinler bu kadar köreltilemezdi. Fakat doğan her çocuğun birinci amacı yegâne ve tek hedef olan üniversite sınavını kazanmaktı. Üniversite sınavı ise test tekniğinde bir sınavdı.
Çocuğun tek hedefi üniversiteye ulaşabilmesi için, onun sınav sistemine alışsın diye, klasik sınavdan tamamen vazgeçilerek, eğitimin her aşamasında, her safhasında test tekniğine geçildi. Bu yüzden ilkokul birinci sınıfta çocuk okuma yazmayı öğrendiği andan itibaren testler başlıyordu. Böylece beyinler köreltildi. Sonuçta da test tekniği işlevini başarıyla yerine getirdi.
Gerçi eğitimin beyinleri köreltmesinde, dersler konular, işleniş veya işleyiş, derse hazırlıkta öğretenle öğrenenin karşılıklı durumları gibi pek çok faktör vardır. Fakat sonuçta amaç tek bir noktaya, yani sınav kazanmaya odaklandığı için, sınav sisteminin üzerinde özellikle duruyorum.
Ve klasik sınav sistemi ile testin farkını ortaya koymak bakımından 1964 Haziran ayında yapılan öğretmen okulu bitirme sınavlarımızdan bir örnek vermek istiyorum.
Öğretmen okulunu bitirme sınavlarında resim, müzik ve beden eğitimi gibi, en zor sınavların bir benzeri de sözlü kompozisyon sınavı idi. Kompozisyon sınavının zorluğu, çok geniş bir genel kültüre sahip olmayı gerektirmesinin yanında, çok iyi bir hafızayla, mukayeseli, objektif ve sorgulayıcı bir düşünce tarzını da gerektirmesiydi.
Ayrıca, anlama ve anladığını kafanda düzgün biçimde düzenleyip, sıralı ve kulağa hoş gelecek biçimde açıklama yeteneğini gerektiriyordu. Daha doğrusu altı yıllık eğitim sürecinde bunlar bu tarlaya ekilmiş, şimdi komisyon üyeleri bunları hasat etmek istiyordu.
Kompozisyon soruları sınavın başında herkese veriliyordu. Bunlar sayısı 200’ü aşan, mesleki durum ve sorunlar, atasözü, vecize, özlü söz veya felsefi düşünce içeren cümlelerdi. Siz bunlardan üç tanesini açıklayacaktınız. Ama açıklayacağınız bu üç soruyu, içinde 200’den fazla soru bulunan bir torbadan çekeceğiniz için, hepsinin de çıkma olasılığı vardı.
Bu yüzden hepsini de öğrenmek zorundaydınız. Hala hatırlarım benim torbadan çektiğim soru numaraları 9- 32 ve 220 idi.
9- Menfaat sandalyeye benzer, başında taşırsan seni alçaltır, ayağının altına alırsan yükseltir.
32- Hürriyetin hakiki aşıkları esirler değil hürlerdir. Zira hürriyeti sevmek için tanımak gerekir.
220- Hasmın sitemin anlamamak, hasma sitemdir.
Sınav komisyonunun karşısında bu sözlerin gerçek ve mecazi anlamlarını belli süreler içinde açıklamanıza göre kompozisyon diploma notunuz belirleniyordu.
Zor bir çalışma gibi görülse de, araştırıp inceleyip, birbirimize anlatarak karşının tepkisini ölçüyor, düşüncelerimizi güçlendirip geliştiriyorduk. Ve bu durum Haziran ayı boyunca, birbirimizle sürekli görüş alışverişinde bulunmamızı sağlıyor ve bizi yaşama hazırlama konusunda çok önemli bir işlevi yerine getiriyordu. Bu durumu sonradan çok daha iyi anladık.
Gönen’de geçirdiğim altı yıllık öğretmen okulu sürecinde, birinci sınıf hariç, sonraki beş yıl boyunca Türkçe ve edebiyat öğretmenimiz olan Özbek İncebayraktar 2009 yılında Antalya’ya yerleşince, zaman zaman bir araya geliyorduk.
1958 yılının sonbaharında 1-B sınıfında birlikte okuduğumuz arkadaşlardan, Hasip Özdemir, Adnan Erdal, Hasan Sezer ve Niyazi Turan ile bir iki yıldır senede bir kez de olsa birimizin evinde toplanıyorduk. Öğretmenimizi de bu toplantılara davet ettik ve bu soruların bir nüshasını kendisine verdik.
İlk tepkisi “Ben bu kadar atasözü, özdeyişi, vecizeyi nereden bulmuşum, nasıl toplamışım? Demek ki çok çalışıyormuşum” şeklinde oldu.
Biz de “Evet Hocam, çalışıyordunuz, ama olayın bir de bizden tarafına bakın. Bu sözlerin açıklanmalarını yazıya döksek binlerce sayfayı bulur. Demek ki biz de çok çalışmışız” dedik.
Sonunda iki tarafın da büyük bir özveriyle çalışmış olduğuna karar vermiştik ki; biraz durup düşününce, özveri sözcüğü sinmedi içimize. Bu özveriden daha farklı ve daha ileri bir şey olmalıydı.
Çünkü özveri birisi için fedakârlık yapmak gibi bir şeydi. Oysa bizimkisi fedakârlık değil, açlıktı. Bilgiye ve başarıya açlık, susuzluk! Biz kendimizi en iyi biçimde bir donanımla donatmanın açlığı ve hatta hırsı içinde hissederken, öğretmenlerimiz de bizi en iyi, en faydalı ve başarılı bir öğretmen olarak yetiştirme yarışında ve onlarda kendi başarılarının peşindeydi. Daha doğrusu Gönen kırsalında zaten yapacak başka bir işimiz de yoktu.
Gelecek yazıda kompozisyon sorularını vereceğim.
Ben de "Kompozisyon sınavının" (dar alanda da olsa) daha sağlam sonucu verdiğinin idrakine vardığım bir kuşakdanım. Ve buyurduğunuz gibi en köklü tesbitin yapılabilmesi için hem klasik sınavın hem de geniş alanlarda daha kapsamlı, fakat yüzeysel sınavın birlikde uygulandığı kombine sistemin ideal olacağı kuşkusuzdur. Ne var ki şimdiki sınavlara katılan muazzam öğrenci yoğunluğu karşısında sonuç değerlendirmenin mekaanik, daha doğrsusu sibernetik araçlara bırakılması klasik sisteme olanak bırakmıyor.
Sayın Nazmi Öner; Köşe yazınızda ortaya koyduğunuz konu, benim de - çağdaşınız olarak - 1960'lı yılları hatırlamama vesile oldu. Yazınızda belirttiğiniz hususlara bir açıklama ve eklenti yapmak kesinlikle olanaksızdır. Ben ise sadece bir anımı belirtmekle yetineceğim. Ortaokuldaki öğrenimim sırasında türkçe öğretmenimiz, 45 dakikalık ders süreci içinde kompozisyon konusu olarak "dağın zirvesine bazı hayvanlar uçarak, bazıları da sürünerek erişirler" vecizesini işlemememizi istemişti. Bunun açıklamasını nasıl yapacağımı ve neler yazmam gerektiğini düşünürken, bir yandan da kolumdaki saatime bakıyor ve zamanla yarışıyordum. Sürenin bitmesine 10 dakika kala öğretmenime şunu söyledim: "- öğretmenim, ben bunu kavrayamadım fikirlerimi yazmakta aciz duruma düştüm; lütfen bir ip ucu veriniz !" Bir yanıt alamayıp boş sınav kâğıdını kürsüye bırakmıştım. Sonuç haliyle "sıfır" puan.. Aynı öğretmenimin verdiği bir başka konu ile ilgili kompozisyon ödevimizin ise, bir haftalık süre içinde evimizde yapmamız istenmiş idi. Üç sayfayı tutan ödevimi öğretmenime sunduğumda bana şunları söyledi: "- bunu senin yazmana imkân olamaz, kimden esinlendin ve hangi yazarlardan kopya çektin !" Yeis içinde iki ellerimin arasına aldığım başımı öne eğidiğimde, saçlarımı okşamıştı. Sonuç "on" puan.. Sevgili öğretmenimi yaşamım boyunca saygıyla anacağım.