27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Korunan Değerler Sürekli Korunmak İster

Bazılarını Tazimattan beri, bazılarını meşrutiyetlerden, bazılarını da cumhuriyetten beri savuna geldiğimiz değerlerimiz var. Tanzimat’ta kanun hâkimiyetini, meşrutiyette halkın yönetime katılmasını, cumhuriyette yönetimin tamamen halka geçmesini savunduk.

Aradan 170 sene geçti hiç birisini başaramadık. Yani yedi nesil gelip geçti aradan, hiçbir şey eksilmedi değerler savunmasından. Ama savunduğumuz değerlerin hiç birisi de yerine oturmadı, kök salıp yerleşip de bizi gölgesine alıp koruyamadı, hala biz onları korumak zorundayız.

Peki, çağdaş yönetimlerde bu değerler hiç korunmadan kendi kendilerini nasıl koruyor. Ve ayrıca, üstelik devleti, milleti ve insanları da nasıl koruyor? Nasıl oluyor da orada insanlar hiç bunları düşünmeden kendi hayatını yaşıyor. Neden bizim de hayatımızın odak noktası, kendimiz değil de devlet, millet, rejim oluyor.

Çünkü savunduğumuz değerler, saksılara dikilmiş fidanlar gibi ellerimizde, başımızın üstünde taşınıyor. Toprağa kök salamıyor, ayağı yere basmıyor. Yani halka dayanmıyordu.

İşte bu yüzden, 1839’dan 1920’ye dek seksen bir sene, verdiğimiz o tüm özverili mücadelelere rağmen, bu değerleri yerine oturtamadık, bizi koruması bir yana, kendilerini korumadan kurtaramadık ve değerlerimizin hepside havada kaldı.

M. Kemal 23 Nisan 1920’de TBMM’sini açarak, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, bu değerleri saksılardan çıkarıp toprağına dikmeye çalıştı. Yani egemenlik ulusa aittir dedi, ama çok değerli değerlerimizi kendilerine emanet etmek için, halkı yeterince değerli bulamamış olmalıyız ki, Atatürk’ten sonra onları tekrar saksılara aldık ve yeniden başımızın üstünde taşımaya başladık. Yani içlerini boşaltıp, tapındığımız semboller haline getirdik.

İşte 23 Nisanlarda kutladığımız, ulusal egemenlik bayramı budur. Ama aslında bilinmez orada ulusa ait bir şey var mıdır? İçi boş cumhuriyetimize kısaca bir göz atalım isterseniz. 1982 Anayasasının, demokrasinin yeşermesi ve yaşamasına, çağdaş bir cumhuriyetin oluşumuna olanak sağlamasının olanaksızlığı ortadadır. Bir şeyler vermekten çok geri almayı içeren hak ve özgürlükler ortadadır. Genel başkan diktatoryasından başka bir şey olmayan siyasi partiler yasası ortadadır. Hepsi bir yana seçim kanununun yüzde onluk barajı bile, halkı yönetimin dışında tutmak için yeterlidir.

Yani yalnızca yüzde on barajı bile, ulusal egemenliği tuz buz edebilmektedir. Çünkü yüzde on barajıyla oyların yüzde yirmi beşinden yüzde ellisine kadarı boşa gidebilmektedir. Parlamentoya ve yönetime yansıması önlenebilmektedir. Örneğin 2002 seçimlerinde parlamentodaki 550 milletvekilliğinden 365’ini yüzde 34. 43 oyla AKP alırken, 177 milletvekilliğini de yüzde 19.41 oyla CHP almıştır. Yüzde bire yakın bir oyla da 8 bağımsız milletvekili seçilmiştir. Fakat oyların yüzde 46’sı boşa gitmiştir. Yüzde 46’nın temsil edilmediği parlamentoda, ulusal egemenlikten söz edebilir misiniz?

Görüldüğü gibi yönetimimizde millet egemenliği diye bir şeyden eser kalmamıştır. Zaten bayram kutlamalarında da ulusal egemenliğin adını ağzımıza almıyoruz, çocuk bayramı diye, yedi yaşındaki çocuğa ideoloji aşılamaya çalışıyoruz.

Devlet daha yedi yaşında
Başlıyor insana ideoloji aşılamaya.
Kurtuluş savaşı, istiklal marşı,
İslam’ı, kutsalı, kamusalı derken
Kalmıyor zaman, hayatı yaşamaya.

Oysa neden ideolojiler peşinde devlete tapacağım
Neden cumhuriyeti koruyacağım?
Ne zamana kadar laiklik taslayacağım
Ne zamana kadar türbanla savaşacağım?
Ne zamana kadar devletin masallarıyla avunacağım?

Neden bunlar beni korumuyor da
Neden ben onları koruyacağım?
Oysa nasıl koruyor vurguncuyu, soyguncuyu
Nasıl koruyor yolsuzluğu, çalanı, hortumcuyu?
Nasıl koruyor darbeciyi, derin devleti, egemen güçleri
Kurnazları, hacıyatmazları, işbirlikçileri.

Evet, bizim korumaya çalıştığımız değerler maalesef, bizden başka herkesi koruyor. Çünkü değerler bir değer olarak yerine oturmamış. Toprağına kavuşamamış. İçlerinin doldurulması şöyle dursun, içi tamamen boşaltılmış. Toprağından, yani halktan uzak kalmış. Bu değerler ya halktan kıskanılmış, ya halk küçümsenmiş bunlara layık görülmemiş, ya da halka güvenilememiş.

Atatürk daha 1920’lerde halka güvenerek ulus egemenliğini halka teslim ederken, sonradan gelenler halkı dışlayarak, halksız cumhuriyet, halksız laiklik ve halksız Atatürk düşlemişler ve üstelik bunu halk için yapmışlar.

İşte bu halk için halksız düşünce tarzıdır ki, milletimizi demokrasiden uzak tutmuştur. Çünkü egemenlik kayıtsız şartsız halka ait olursa demokrasi olur. Halkı kucaklar korur, ama egemen güçleri, devletten geçinen çıkar çevrelerini rahatsız ederdi. Bu yüzden halk bu değerleri başında taşısın, tapınsın ama üstüne çıkıp oturmasın, gölgesinden faydalanmasın istenmiştir. Çünkü demokrasi tüm insani değerlerin toprağı, suyu ve besinidir. Demokrasisiz hiçbir değeri yetiştiremez, yeşertemezsiniz, yaşama geçiremezsiniz.
 

Yayın Tarihi : 1 Mayıs 2009 Cuma 10:52:08


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?