16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

Kürt Açılımının Zamanlaması (4)

4-DIŞ POLİTİKADA İRAN FARKI

İran’ın izlediği iç ve dış politikaları anlayabilmek için, alışılmış ezber politika anlayışlarının dışına çıkmak gerekir. Bugün dünyada iç ve dış politikanın, özellikle de dış politikanın esasları, ülkelerin çıkarlarıyla, bu çıkarlarını elde etmek için yeterli güçlere sahip olmalarına ya da dünyada sağlayabilecekleri ittifak ve anlaşmalardan geçmektedir. Bir şey verip bir şey alırken, aldığından da, verdiğinden de memnun kalmaktır. Bu memnuniyeti sağlayacak koşulları yaratmaktır denilebilir.

İç politikada ise iktidarını korumanın ötesinde fazla bir incelik taşımamaktadır. İktidarı korumanın da inceliği, düşman yaratmaktan, hamaset ve milliyetçiliği iyi kullanmaktan geçmektedir.

Oysa İran’ın dış politika önceliği, dünyadaki güç dengelerinden faydalanmaktan daha çok bölgesel yapıyı çok dikkatli ve çok iyi kullanmak esasına dayanmaktadır.

Bölgenin tarihini, coğrafyasını, etnik yapısını din ve mezhep fark ve benzerliklerini, kültürünü kullanarak tüm Ortadoğu’da ve bölgesinden uzaklaştıkça etkisizleşen bir oranda tüm dünyada varlığını hissettirmektedir. Ve politikalarını, bunu uyguladığı coğrafyadaki insan yapısının özelliklerine göre düzenleyip uygulayan ve bu tür uygulamalarda, dünyanın en başarılı ülkesidir denilebilir.

ABD’nin isteklerini gerçekleştirmek için, dünyanın her yerinde düzenli askeri birlikleri bulunduğu gibi, İran’ın da öncelikle İslam coğrafyasında ve kısmen ABD ve dünyanın değişik yerlerinde Hizbullah, Hamas vs. adlarla örgütlenmiş güçleri vardır. Her ne kadar Batı bunları terör örgütleri olarak nitelese de, elinden fazla bir şey de gelmemektedir.

Ortadoğu’da İkinci dünya savaşından sonra yapılan tüm savaşlara baktığımızda, genellikle İran savaşın direk tarafı olmadığı halde, savaşların en büyük aktörüdür. Arap İsrail savaşında Arap direnişi, bugünlere kadar gelebilmiş ise bunun arkasında Araplar değil İran vardır. Irak’ta Saddam’ın, Şii ve Kürt halk üzerindeki baskılarına karşı, İran vardır. Kuveyt’in işgaline, Araplardan çok direnen İran’dır. ABD’nin Irak’ta istikrar sağlayamaması ve bataklığa saplanmasının arkasında da İran vardır. Bu yüzden aslında ABD’nin dünyadaki birinci hedefi de İran’dır.

Ama Irak çıkarmasında tüm dünyayı arkasına alan ve Irak’ta da Kürtleri ve Şiileri arkasına aldıktan sonra bir avuç Baas artığıyla baş edemeyen ABD, İran bataklığından ürkmekte, İran ile bir savaşı göze alamamaktadır. Çünkü bilmektedir ki, İran kendisiyle yalnızca İran’da değil, tüm Ortadoğu’da ve desteklediği örgütler aracılığıyla tüm dünyada savaşacaktır.

Ayrıca İran salt ateşli silahlarla değil, tüm dünyada tarihi, coğrafyası, kültürü, dinsel ayrılık ve benzerlikleriyle saldıracaktır Amerika’ya. Bu yüzden ABD İran’a karşı, Irak benzeri işgal amaçlı bir savaştan ziyade, uzaktan bombalamalarla, zarar vererek İran’ı yola getirmeyi deneyebilir ki bu bile pek çok sakıncaları akla getirmektedir. İran’ın elindeki nükleer gücü kullanmaya kalkışması bir yana, Amerika’da 11 Eylül benzeri terör olayları yaratabileceğinden çekinilmektedir.

Peki, dünyanın en büyük ve hatta tek büyük gücüne karşı İran bunu yapabilir mi derseniz; derim ki tarihte bunun örnekleri vardır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu da zamanın Amerika’sıydı. Dünyanın en büyüğü idi. Ve İran mezhep ve tarikatları kullanarak bunu yıkmıştı.

Dünyaya hükmeden koca imparatorluk, Alamut kalesindeki bir avuç haşhaşinin hakkından gelemedi. Çünkü arkasında tarihi, İran siyaseti vardı. Bu tür kuvvetlerle yakın çevrenizin dışında ABD gibi işgaller yapamayabilirsiniz. Ama işgalciye huzur vermez canından bezdirirsiniz. İşgalci, hiçbir zaman için bölgenin hakimi olamaz.

Fakat huzursuz olan yalnızca işgalci değildir. İnsanlar yalnızca işgal bölgelerinde korku ve ölüm tehdidi altında değildir. Tüm ülke ve hatta tüm bölgede terör tehdidi vardır. ABD ve işgalciler, savaşla, kanla beslenen tüm vampirler, insanlık için ne denli büyük bir tehdit ise, terörle karşılık vermek de aynı oranda büyük bir tehdit olup; yaşama, huzura, mutluluğa, kısaca insani değerlere saldırıdır.

Terörde olayın savunma ve haklılık boyutu bulunsa bile, olay bir süre sonra savunma boyutlarının dışına çıkarak, terör örgütleri savunmadan çok çıkar örgütleri haline gelmektedir. Arkadaki büyük aktör çıkarlarını sürdürebilmek için örgütün kişisel çıkarlarına ve taşkınlıklarına göz yummak zorunda kalmaktadır.

Esasında devletler sistemi içinde devletlerin egemenliklerini sürdürmek ve yaymak amacıyla, insanları birbirine kırdırmasının önüne geçilemedikçe dünya insanlarına rahat ve huzur yoktur. Ve mevcut devletler sisteminde insanın insan olmasının olanağı da yoktur. İnsanlar bir birini öldürmek, birbirinin gözünü oymak, acı, kan ve gözyaşına tapmak zorundadır. Haksızlığa, işgale, talana, acıya, kana, gözyaşına: şehitlik, asalet, cesaret ve kahramanlık gibi sahte, içi boş ve kendi kendini aldatan anlamlar yüklemektir.

 

Yayın Tarihi : 29 Kasım 2009 Pazar 13:05:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Meraklı IP: 88.231.93.xxx Tarih : 30.11.2009 19:16:36

Sayın Yazar: Sizce, "Kürt Açılımının Zamanlaması (1),(2),(3),(4) ile, son cereyan eden olaylar ne kadar ve ne derecede bağdaşmaktadır ?  (5)inci yazınızı iştahla beklemekteyim.


Nazmi Öner IP: 85.104.159.xxx Tarih : 1.12.2009 08:23:30

Sayın “Meraklı” rumuzlu okuyucum. Sorunuzun yanıtı “Açılıma Yaklaşım” başlığı altında ve bu yazı dizisinin sonlarında olduğu için, burada yayınlanması uzun zaman alacaktır. Bu yüzden o bölümlerden alıntılarla sorunuzu yanıtlamaya çalışacağım.
Fakat “Türkiye’nin Kürt Açılımı” adlı bu çalışma bir kitap bütünlüğü içinde hazırlandığından, olaylar hakkında bir sonuca varmak için, yazıların bütününe bakmak gerekmektedir.

“4-RADİKALLERİN AÇILIMA YAKLAŞIMI” başlığı altında PKK’nın kuruluş ve gelişme aşamaları, terör eylemleri ve devlet PKK ilişkilerine değindikten sonra bu bölüm şöyle devam ediyor.

“Gerilla taktikleriyle, mayından canlı bombalara kadar uzanan her yola başvuruyor, yasa dışı bir örgüt olduğu için, hiçbir kural ve değere uymuyordu. Ölenin, Türk veya Kürt olması, yaşlı kadın veya bebek olması hiçbir şey fark etmiyor ve hiç bir ölçü, hiçbir insani ve etik değer onu ilgilendirmiyordu. Teröre dayalı yıldırma politikası uyguluyordu.
İşte bu yüzden, belli kurallara uyarak ve uygulayarak, düzenli bir ordunun böyle bir savaşı kazanmasının olanağı da yoktu. Nitekim otuz senede savaşın kazanılması bir yana, hiçbir zaman için kazanılamayacağı da ortaya çıktı.
Sonuçta düşük yoğunluklu iç savaş ve ben buradayım, ölmedim, ayaktayım tarzı gerilla saldırıları, kentlerde bombalı eylemler, kırsalda mayın patlamalarıyla bir yaşam tarzı haline geldi. Önce bölge halkı, sonrada tüm ülke hepimiz savaşla birlikte yaşamaya alıştık.
Devlet bunu niye yaptı, ya da beni böyle düşünmeye iten şey nedir diye düşündüğüm zaman ilk aklıma gelenler şöyle. PKK geliştikçe, hak ve özgürlük talebiyle devlete direnen devrimci, demokrat, sol örgütler birer, birer temizlenip kökü kazındı. Ortada hak ve özgürlük diye bir şey de kalmadı. Acaba devlet PKK’yı bu amaçla kullanmış olabilir mi? Eğer Eşref Bitlis’in, Uğur Mumcu’nun, Madımak yangınının ve Kahraman Maraş katliamının içinde devlet varsa, burada neden olmasın?
Ve şimdi de, geçmişi, işlevi ve amacı böyle olan bir örgüt, şimdi samimi olarak açılıma yanaşır mı? Açılımı istiyorum derken, dağ faaliyetlerini hızlandırarak, ya da aşırı istekler gündeme getirerek, “Bakın işte Kürtler açılıma yanaşmıyor” havası yaratmaya kalkışmaz mı? Halkın hassas olduğu noktaları kaşıyıp, Apo’yu, DTP’yi çelişkili davranışlar içinde gösterip, gündemin bir parçası yaparak, açılımın altını mayınlamaz mı?
Bu soruların olağan yanıtı, “Aynen böyle yapar” biçiminde olacaktır. Çünkü açılıma umut bağlayan halk şimdi önce silahların susmasını beklemektedir. Silahlar susarsa halktaki bu iyimserlik iyice yükselecektir. O yüzden açılımın olanaksız olduğunu göstermek için, daha çok olay çıkarmak gerekmektedir. Yani olayların artması, radikal gruplar açılım taraftarı gibi görünse de bunların açılıma karşı çıktığının işareti olarak kabul edilmelidir.
Nitekim PKK’nın şu anda sergilediği tavır bunu göstermektedir. Ekim ayının başlarından itibaren, terör olaylarında ve sokaklarda büyük bir canlanma gözlenmektedir. İçişleri Bakanı açılımı anlatmak için gittiği Diyarbakır’da kapalı kepenklerle karşılaşmış, tüm güney doğuda bir şeyler protesto edilmekte, yine çocuklara polisler taşlatılmaktadır.

5-AMAÇ AÇILIM TARAFTARLARINA GÖZDAĞI VERMEK Mİ?

Kargaşanın, iç savaşın ve terörün ranta dönüştüğü her yerde, tüm dünyanın şahin geçinenleri, bu karışık ortamın sürdürülmesi, kara para kazançlarının, kaçakçılığın ve yasa dışı ticaretin de süreceği anlamına geldiğinden, bu toz duman ortamının devamını isterler. Çoğu zaman barış sözcüğünü ağızlarından düşürmeseler de, bu alandaki barış çabalarını baltalamak için ellerinden geleni yaparlar. Şu anda bölgede meydana gelen olaylardaki artışlar da bunu göstermektedir.

Tüm bu olaylar da göstermektedir ki, şahinler dünyanın her yerinde her zaman olduğu gibi savaşı bitirmek istememektedir. Ayrıca bitirmek isteseler bile, acaba bitirme yetkisi ellerinde midir? Çünkü böyle bir kapı açıldıktan sonra, artık oraya sizden başkaları da girmiştir. Çünkü ortada devasa gelirler ve bunların paylaşımı söz konusudur.
İşbirliği yapılan insanların içinde sürekli PKK’yı kötüleyen, rest çeken ve milliyetçileri buna düşman eden ve onların gözünde kahraman olan kimseler de vardır. Dinciler ve devletçiler de vardır. Sermayeden feodaliteden bulaşanlar vardır. Barış halinde bunların suçüstü yakalanması söz konusudur.Yani olaya bir de PKK ve DTP, bu konularda ne kadar karar gücüne sahiptir, diye bakmak gerekir. Bunların dışındaki işbirlikçiler, rantın öteki ayakları olaya nasıl bakar. Avrupa’daki örgütler ne yapar? Tüm bunları bu günden tahmin etmek olanaksızdır. Nitekim DTP gerçekten en çok sıkışan taraf olmalı ki, bir gün barıştan söz ederken, ertesi gün tehdit içeren istekler ileri sürmekte ve tüm eylemlerin içinde yer almaktadır. İnsanlardaki asıl umutsuzluk kaynağı olarak sırıtmaktadır.

Yalnız şunu da unutmamak gerekir ki, radikal gruplar açılıma karşı iseler, onu baltalamak için olay çıkarır ve hassas noktaları kaşır. Açılımı zorlaştırabilir. Ama devlet yeterince kararlı ve istekli ise, asla engelleyemez. Kimse moralini bozmamalıdır

Çünkü açılım TC ile Kürt halkını temsil eden bir kişi veya grup arasında yapılacak bir barış antlaşması değildir. Açılım devletin vatandaşlarına kucak açmasıdır. Vatandaşının kimliğini tanıması, hak ve özgürlüklerini vererek, vatandaşı ile arasındaki sorunu çözmesidir. Sorun çözüldüğünde radikallerin kullanacağı bir alan veya ilerleyebileceği bir kulvar kalmaz. Türkiye refak içinde, mutlu ve güçlü bir ülke olur diye düşünüyorum.