15
Haziran
2025
Pazar
ANASAYFA

Kürt Sorununun Saptanması (5)

5-SORUNUN EKONOMİK VE SOSYAL BOYUTU

Doğu ve güneydoğuda yaşamın zorluğunu, ilkelliğini, yoksulluğunu, hiç oraları görmeyen, hiç oralarda yaşamayan vatandaşlarımız bile izledikleri filmlerden, haberlerden, duydukları hikâyelerden ve okudukları edebiyat eserlerinden bilmektedir; bir fikir sahibidir diye düşünüyorum.

Ama ben bunlara ilaveten orada iki yıl yaşadığım için çok daha fazla bilgiye sahibim. Hatta benim Erzurum Karayazı’da yaşadıklarımı, bırakın Türkiye’nin başka yerinde yaşayanları, Erzurum merkezde yaşayanlar bile tahayyül edemezler. 2400 metre yüksekliğinde, karların 7-8 ay her tarafı beyaz bir kefen gibi kapladığı, ortalama ısının eksi onla otuz derece arsında değiştiği bir yerde açlığı ve soğuğu iliklerime kadar yaşadım. O yıllara ait yaşantımla ilgili şiirlerimi topladığım, ‘Yalnızlık, Gece ve Karlar’ adlı kitabımdaki BEYAZ adlı şiirden bir bölümde kar-kefen ilişkisi şöyle dile getirilmiş.

En tatlısı ve en kapsamlısı renklerin
Hem de ak gerdanıdır sevgilinin
Düşlerinin süsüdür her gelinin
Simgesidir umudun, geleceğin
Baharda erik çiçeğinin
Oysa beyaz, benim kefenim.

En pak ve en temizi renklerin
Aradığı, özlediği, beklediği herkesin
Rengidir sütün, gülüşün, dişlerin
Simgesidir dürüstlüğün, açıklığın, temizliğin
Yollarımı kapatan kardır beyaz
Benim için beyaz bir kefen
Dünya ile bağımı kesen.
31.03.1966 Zorova

Evet, kar temiz, beyaz ve güzeldir. Sürekli kalmak zorunda olmayan, kayak yapıp dönecekler için. Hayata yeni bir sayfa açmak gibidir, bembeyaz bir dünya. Kaloriferli sıcak sulu otel odalarındaki turistler için. Ama doğudaki vatandaş bu soğukla ve en önemlisi de yoksullukla birlikte doğmuş ve hala hiçbir şey değişmeden öylece devam ediyor. O zaman karın da, beyazın da bir güzelliği kalmıyor. Yine Konda’nın araştırmalarının bir bölümünde bu durum şöyle özetlenmiş.

Kürtlerde kadınların % 82,9’u mayo giymemiş, % 67,6’sı kolsuz bluz giymemiş ve % 55,5’i makyaj yapmamış görünmekte. Burada yanlış anlamaya yol açmamak veya yanlış imaj yaratmamak için Türklerdeki oranları da vermeliyiz. Türklerde kadınların % 65,9’u mayoyu, % 57,4’ü kolsuz bluzu hiçbir zaman giymemiş olduğunu ve % 46,9’u hiçbir makyaj yapmadığını söylemektedir. Kürtlerin yüzde 64,8’i yılbaşı kutlamamış. Yüzde 57,4’ü sinema, tiyatro gibi bir kültürel etkinliğe gitmemiş. Yarıdan çoğu arkadaşları ya da ailesiyle lokanta, kafe gibi yerlerde yemek yememiş. Üçte ikiye yakın kısmı tatil amacıyla bir yere gitmemiş...

Ortalama eğitim yılı Türklerde 7,4 yıl düzeyinde, Kürtlerde ise bu oran 6,1 yıl olarak hesaplanıyor. Kürt annelerde ortalama eğitim 1,3 yıl iken Kürt babalarda ortalama eğitim 3,2 yıldır. Bu rakamlar Türklerde annelerde 3,3 yıl, babalarda 4,8 yıldır. Köylerdeki Kürtlerin yüzde 24’ü okuma yazma bilmemekte, yüzde 8’i de okul bitirmeden okuryazar olmaktadır. .

Köylerdeki Kürtlerin yüzde 34’ü 68 kişilik, yine yüzde 34’ü de 9 kişiden daha kalabalık hanelerde YAŞIYOR.

İşte verilerden bazıları bunlar. Ama daha da kötüsü var. Kürtler ne yer, ne içer, nerede yatar derseniz, hayvancılıkla uğraştıkları için et, süt ve yumurta yedikleri zannedilebilir, ama hiç de öyle değildir. Onların hepsi de gramı boşa gitmeyecek biçimde toplanıp biriktirilir, güzün satılarak, un ve patates alınır. Her evde yılın hemen tamamına yakın döneminde en çok tüketilen dört besin vardı. Bunlar lor, ekmek, patates ve çaydır.

Çünkü sanıldığı gibi hayvancılık olanakları sınırsız değildir. Kaç dönüm çayırınız varsa, o kadar koyununuz, o kadar tezeğiniz ve o kadar geliriniz var demektir.

Çayırın dönümü sizin hayat standardınızın ölçüsüdür. Biz okula tezek toplarken, on koyunu olandan on tezek, otuz koyunu olandan otuz tezek alıyorduk. Benim köyümün en zenginin kırk dönüm çayırı ve 40 koyunu vardı. Çoğunluğun 15-20 koyunu vardı ve ailenin bir yıl içindeki tüm ihtiyaçları bu koyunlardan elde edilecek yağ, peynir, yün ve erkek kuzu satışlarından elde edilecek gelirle karşılanacaktı.

Yıl 1964’ün Eylül ortaları, köyde bir patates telaşıdır almış başını gidiyordu. Kar yağmadan patateslerin getirilmesinden, kimin ne kadar alacağından bahsediyorlardı. Bana da sordular. Biz Burdur’da hiç üç beş kilodan fazla patates almadığımız için, “Beş on kilo da ben alayım” dedim. Gülüştüler; “O kadarını sana biz de verebiliriz” dediler.

Onlar patatesi kişi başı, kilogram değil ton cinsinden hesap ediyorlardı. Benim aklım yatmadı. Ama onlar bunu anladıkları için bana da üç yüz kilo yazdılar. Fiyat ucuz ve ilçeden kendi kağnıları ile getirivermeyi de vaat ettiklerinden itiraz etmedim. İyi ki de itiraz etmemişim. Ekmeksiz kaldığım fırtınalı günlerde yediğim çiğ patatesin ağzı hafifçe buran nişastamsı tadını 45 sene sonra hala hisseder gibiyim.

Çiğ patatesin diyorum, çünkü en önemli ve ekmek su kadar hayati ihtiyaçlardan birisi de yakıt sorunuydu. Bırakın su ısıtıp yıkanmayı, yemek pişirmek için bile yakıt yoktu.

Bir soba en az beş tezekle yanıyordu ve tezeğin tanesi bir liraydı. Maaşımın tamamını tezeğe ayırsam günlük alabileceğim tezek miktarı 10-12 kadardı. Yani iki kere soba yakabilirdim. Oysa tezek b.ktur, enerjisi yoktur derler. Soba yandıktan biraz sonra geçer, üstüne koyduğunuz yemeği pişirmez, başını yıkayacak kadar suyu ısıtmaz. Zorunlu olarak gazocağını kullanacaksınız, ama gazyağı varsa tabii ki.

Çünkü kar düştükten sonra gazyağının tenekesi elli lira. Ben her ay 385 TL. maaş alan devletin öğretmeni olarak, köyde hali vakti yerinde insanlardan sayılmama rağmen bir teneke (20 litre) gazyağı alabilmiştim. Bunun yarısını aydınlanma için gaz lambasına ayırınca, kalan on litre ile tezek mi tutuşturacağım, yoksa gazocağında yemek mi yapacağım.

Bir teneke daha gazyağı ise artık olanaksızdır. Paranız olsa bile, Kışın Karayazıya gazyağı gelmez artık. O zamanlar Karayazıya gelebilen tek taşıt aracı, haftada bir gün posta maddelerini getirip götüren bir kızaktı.

Vereceğim şu iki örnek, ulaşımsızlığın derecisi ve hayatiyetinin anlaşılabilmesini sağlayacaktır sanıyorum. Birincisi, Erzurum’dan Burdur’a üç buçuk günlük yolculuk trenin ikinci mevkisinde 68 liraydı. Ama Muş yol ayrımından Karayazı’ya kadar olan mesafe kızakla bundan daha fazla tutuyordu.

İkinci Örnek ise, 1966 yılında Karayazı’da bir kızamık salgını çıkmıştı. TRT Ankara radyosunda her gün kaç çocuk öldüğü söyleniyor ama ulaşımsızlıktan yardım edilemiyordu.

Sanıyorum bir ay kadar sonra ve 500’den fazla çocuk öldükten sonra havadan aşılar helikopterle atıldı. Ama ilçede yeterli sağlık personeli bulunmadığından (bir doktor, bir hemşire ve iki sağlık memuru vardı) ve ulaşım olanağı (at ve yürüme dışında) olmadığı için, kızamık gibi basit bir hastalıktan çocuklar bir müddet daha ölmeye devam etmişti.

Belki Doğunun geneline göre Karayazı bir uç nokta ve o günler çok gerilerde kaldı, şimdi Türkiye o günlere göre çok gelişti diyebilirsiniz. Ama gelir dağılımı ve gelişmişlik düzeyi arasında uçurumlar bulunan ülkelerde gelişme bu uçurumları daha da büyütmek anlamına gelmez mi?

 

Yayın Tarihi : 11 Kasım 2009 Çarşamba 11:31:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
kadirhan IP: 81.205.167.xxx Tarih : 13.11.2009 12:53:59

Selam evet evet bir Agirili olarak Nazmi bey e katiliyorum belkide uzaktan atip tutanlar e.toroglu gibi ben de bilmem ne acilimi istiyorum diye gidip cok degil birkac ay yasarlarda gorurler  ve anlarlar onlarda biliyor aslinda ama tv lerden atip tutmak kolay.size Kurt halki adina tesekkur ediyorum ve Turk halki adina da cunku onlardan da cogu kisi Gercekten Kurtler hakkinda bilgiye sahip degiller.simdi tam zamani neden doguda bir marmara gibi gelismesin? hadi önyargisiz kardesce mutlu ve modern gunlere.Amerika degiliz ki herkese teror diyelim bizden baska...saygilar.


Karayazılı IP: 85.110.140.xxx Tarih : 7.12.2009 00:04:41

Ellerinize kaleminize sağlık hocam. zevkle okudum yazınızı ve gerçekten derdimize farklı bir açıdan bakarak okumuşsunuz. sizin gibi insanlara bu dönemde çok ihtiyaç duyuyoruz. Karayazı ve Kürt halkı adına sağ duyunuz için tekrar teşekkür ederim.  


kaan türkcan IP: 88.227.42.xxx Tarih : 11.11.2009 12:09:36

beyefendi sen gözlüğünün sisli iyimser tarafı ile bakıyosun olaya. ama unutmaki eğitimin olmadığı yerde hiç bir şey olmaz,öğretmen gönderecek eğitim için öldüreceksin,polis ve askeri öldüreceksin. Sonrada hak hukuk diyeceksin. Alınabilecek en güzel hak eğitimden başarıdan geçer.Hak verilmez alınır.hak almanın en güzel yönü demokrasi birlik bütünlüktür.

 


ali önder IP: 92.45.129.xxx Tarih : 11.11.2009 11:52:00

nazmi beğ, 1972 yılı 27 aralık günü van müzesine arkeolog olarak tayin oldum. o yıllarda patnoslu bir arkadaşın köydeki evine bir ramazan gecesi misafir oldum. gece sahurda hoşaf suyu ve bulgur pilavından başka hiç bir şey yoktu. zaten 27 aralık günü patnos, tutak, hamur arazisinden geçerken kar altındaki köy evlerini görünce gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. çünkü evler arasında gördüğüm karartıları köpekler oynaşıyor sanmıştım. yanımdaki yolcu onların evler arasındaki insanlar olduğunu bana söylemişti. yazdıklarınız milimi milimine kadar doğru. selamlar.