Bu kadar olumsuz göstergeye rağmen, AKP’nin hala anketlerde açık ara birinci parti olması nedendir sorusunun yanıtı iyi araştırılmalı ve doğru sonuçlara ulaşılmalıdır. Bana göre bu sorunun cevabı, AKP’ye oy verenleri: bir kilo pirince oyunu veren, göbeğini kaşıyan, cahil, bilinçsiz, eğitimsiz diye küçümseyenlerin hiç anlayamadıkları bir yerdedir. Sorunun cevabı onların karşı çıktığı AB projesinin içindedir. Çünkü sıradan bir insan için, insan yerine konulmak, bazen her şeyin üstünde ve her şeye bedeldir. İşte AKP’nin asıl devrimi AB’dir. Ve buna ilaveten AKP'nin hala birinci parti konumunu korumasının nedenlerini şöylece sıralayabiliriz.
1-ADAM YERİNE KONULMAK (AB)
Maaşlı veya düzenli bir sabit gelire dayalı olarak yaşayanlar, bu durumun pek farkında olmayabilir; ama Türkiye’de devletle iş görmek çok büyük bir çileydi. Kitabımın değişik yerlerinde de değindiğim gibi, devletten hakkını almak da, devlete karşı görevini yapmak da, insana cinnet geçirtebilecek derecede ağır bir işkenceydi. Devlete fazla işi düşmeyenler veya işini muhasebecisi, avukatı aracılığı ile takip edenler, belki farkında değildir, ama bir işte çalışanlar, işyeri çalıştıranlar, üretim yapanlar, ticaret veya sanatla geçinenler, sıradan vatandaşlar devlet dairesine vergilerini yatırmak için bile gitseler, gitmek istemez ayakları geri, geri giderdi.
Memur yüzüne bakmaz, vatandaş banketin arkasında büyük bir kasıntı içinde oturan memurun karşısında ezilir, büzülür, kendisine bakmasını bekler. Memur, sanki karşısına gelen bir insan değilmiş gibi, sanki şimdi çok işi varmış gibi, sizin gibi sıradan insanlarla zamanını öldüremezmiş gibi, kutsal devletin dokunulmaz ferdiymiş gibi, bir şeyler yazıyormuş gibi umursamazlığını sürdürürdü. Vatandaş ıkına sıkına, gayette alçak ve sesinin en yumuşak tonuyla bir şeyler fısıldamaya başlayınca, kafasını kaldırıp vatandaşın yüzüne bakmadan ve paylarcasına “Ne var” der. Sanki adamcağız her gün gelip memurun başını ağrıtıyormuş gibi, yine mi sen, yine mi geldin der gibi gürlerdi.
Vatandaş çaresiz, alttan alır pusar, gerekirse haklarının bir kısmından vazgeçer, ama o alttan aldıkça, memur bastırır, rüşvet almadan salmazdı.
Kendimden biliyorum, emekliliğimde pansiyon işletmeye kalktım. Pansiyon yol üstü değil, telefon olmadan kimse bulup gelemez. Ve her sezon başında benim telefonda bir arıza belirir. Arızacılar çok meşguldür. Çok işleri vardır. Bana sıra gelmez, sezon biter. Yahut ta sezon ortalarında bir kez yapılsa bile, üç gün sonra tekrar arızalanır. Oysa kış boyunca hiç arızalanmazdı. Ve ben vergiyi emekli maaşımdan yatırmak zorunda kalırdım.
Memura halimi anlatır, yalvarırım müdürü gösterir, müdür: daha beni sonuna dek dinlemeden, kaymakamı, valiyi, bakanı atlar, “Git cumhurbaşkanına şikayet et” derdi. Ve bunlar Türkiye’de ayniyle vaki yaşanmış şeylerdi ve bunlardan dolayı devletin kılı bile kıpırdamazdı. Vatandaş da asla hakkını aramak gibi bir aptallığa kalkışmazdı. Çünkü ülkede en imkansız şey hak aramaktı. Sistem buna göre ayarlanmıştı.
Doğrusu çok ağırıma gider, böyle bir ülkenin vatandaşı olduğum için üzülür, özellikle de içinde bulunduğum çaresizlik yaşamı çekilmez hale getirirdi. Gerçekten de memurla, rüşvet yoluyla anlaşmanın dışında hiçbir çare yoktu. Adam istersen cumhurbaşkanına git diyordu. Vatandaş olduğum için,( daha doğrusu olamadığım için) beni mikrop kadar görmüyordu. Oysa benim ondan daha eğitimli olmam, ülkenin en zorlu bölgelerinde ve en zor şartlar altında otuz beş sene devletin eğitim öğretimine emek vermiş, bu ülkeye hizmet etmiş olmam, hepsi bir yana ondan yaş olarak da büyük olmam, vatandaş sayılmama yetmiyordu.
Çünkü o kutsal devletin, dokunulmaz temsilcisiydi. Çünkü o banketin iç tarafında, ben dış tarafındaydım, banketin içi devlet ve o devlet ki: ali, kutsal dokunulmaz, tapılası, tartışılmaz bir kavramdı. Devlet memuruna sahip çıkar, devletin memuru işini bilir, devlet memuru dokunulmazdı. İnsan ise hiçbir şeydi. İnsanın değeri milletin içindeydi. İnsan denilen yaratık millet kavramı içinde devletten de değerliydi. Ama bu kavramın dışına çıkıp da kendisi olduğu anda, hiç bir önemi ve değeri kalmıyordu. Hasılı sistem bir kurnazlıklar keşmekeşiydi ve insanlara tam bir işkenceydi. O günlere ait notlarımın bir yerinde şöyle demişim. “Beynimde bir kanser uru olsaydı, eminim telefon idaresi, elektrik idaresi kadar zarar veremezdi.”
Lütfen şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin. Bu ülkede devlet daireleri, dört sene öncesine kadar böyle değil miydi? Ve bu durum, kanıksanmış, artık devletin ve vatandaşın kabullendiği gelenekselleşmiş ve vatandaşın boynuna kader diye geçirilmiş bir durum değil miydi? Ve yine bunu bizim insanımıza reva görenler AB, Sevr veya dış mihraklar mıydı?
Şimdi telefonumda bir arıza olunca, ne aracı olabilecek hatırlı bir tanıdık arıyorum, ne de telefon idaresine varıyorum, arızaya yazdırdıktan sonra, o gün olmazsa ertesi gün, gelip yapıyorlar. Oysa şimdi personel eskisinden daha az ve daha düşük bir ücretle çalışıyor.
Geçen yıl gittiğimde, Kemer Hükümet konağında, vatandaş için oturma yerleri ve hatta tuvalet bile yapıldığını gördüm. Kemer hükümet konağına, bir işiniz veya devlete karşı bir görevinizi yapmak için vardığınızda, tuvalet işkencesinin ne demek olduğunu yaşamayan bilemez. Aksilik bu ya, her seferinde tam oraya varınca çişiniz gelir. İş mi, çiş mi? Tercih et şimdi.
Hükümet zaten ilçenin dışında. En yakın tuvalet iki- üç kilometre. Orman beş-altı yüz metre ama nasıl olacak, ormana etmek ayıp değil mi, vs.
Binada her müdürlüğün tuvaleti var ama memurlara ait ve vatandaşa kapalı. İşte Türkiye buydu. Ama AB, bunun tersine çevrilmiş biçimiydi. Tuvaletin önce vatandaşa yapıldığı bir sistemdi. Devlet dairesinde değil vatandaşa hant hunt etmek, misafir gibi ağırlandığı bir yerdi.
Miting meydanlarında ki ‘Tam bağımsız Türkiye’ sloganı, işte bu yüzden sıradan vatandaşların dikkatini hiç mi hiç çekmiyordu. Demek ki dışarıya karşı tam bağımsızlık, içerde devlete tam bağımlılık anlamına geliyordu. İçerde devletin vatandaşına istediği gibi işkence etmesine, kendini kullaştırmasına ve insanları köleleştirmesine olanak tanıyordu. Neremizden AB’ye bağlansak orası düzeliyor, orada insanlar insan olduklarının farkına varıyordu. AB kriterlerinin uygulandığı alanlar böyle oldu, insan hakları mahkemesi böyle oldu.
Belki farkında değilsinizdir. Çünkü bizde her şey çok çabuk kanıksanmaktadır. Ama bu gün devlet dairesinde korkan, pusan, alttan olan kul köle kalmamıştır. Buralara vatandaşların oturması için oturma yerleri yapılmış ve eskiden o yüzünüze bakmayan, bakınca da paylayıp azarlayan memurdan eser kalmamıştır. Bu gün memurlar elinden geldiğince vatandaşa yardımcı olduğu halde, bağırıp çağırıp memur azarlayan vatandaş sayısı artmıştır. (Tabii ki bu da doğru değildir) Vatandaşa hant hunt etme azarlama bitmiş, rüşvet uluslar arası standart ölçülere inmiştir.
Ekmek poşete girmiştir. Açık pazarlar kapalıya dönmektedir. Tüketici hakları, hasta hakları gündeme gelmiştir. Bunlar hep insana saygının göstergesi ve AB'nin simgesidir. Oysa devletimiz bu güne dek milleti kutsallaştırmasına karşın insana hiç değer vermemiştir. Vatandaş devletin, kurumların, sistemin ve egemen güçlerin tamamlayıcı, tali bir unsuru olarak kabullenilirken, şimdi temel bir unsur olarak hakları, özgürlükleri olan, kendisine saygı duyulan bir insan olduğunu, vatandaş olduğunu görüp kavramıştır. AKP’nin bu kadarını sağlaması bile, halkın öteki partilerin komplo teorilerine gülüp geçmesine yetmiştir.
Dört sene önce bırakın hasta hakkını, hasta doktora hastalığını sorabilir miydi? Hastayı iyi kötü muayene eden, yada hiç muayene etmeden uzaktan dinlediği hikayeye göre reçete yazan doktor, reçeteyi hastanın eline tutuştururken bir açıklama yapar mıydı? Yaparsa ne kadarı yapardı?
Artık tüm işyerlerinde çalışanlardan ustalık, kalfalık veya yeterlik belgesi istenmekte ve denetlenmektedir. Eskiden denetimi yıldan yıla Uğur Dündar’ın programlarında görebiliyorduk ve vatandaşın ne yiyip ne içtiği, nerede soyulup nerede dövüldüğü devletin umurunda değildi. Vatandaş her halükarda devlete tapmak zorundaydı. Devletin kendini düşünmekten, vatandaşı düşünmeye vakti yoktu. Oysa AB kriterleriyle devlet vatandaşa da zaman ayırmak zorunda kaldı.
Ve işte bu, Türkiye’nin AB kriterlerine pamuk ipliği ile bağlı tarafıdır. Bu bile kendimizi insan hissetmemize yetmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana en büyük kazanımıdır.
Bu durum, AKP’yi her şeye rağmen birinci parti yapan etkenlerin başında gelmektedir.
(Laiklik, Şeriat ve Türban Tartışmalarından)
Hocam Yazınızı dikkatle okudum. gerçek budur. "herşey ayniyle vaki"Başka bir eve taşınmıştım. telefonumu iki sene nakletmediler. üstelik sanki evime hat çekmişler gibi birde ücret istemezler mi? Bağırıp çağırdım, bakana şikayet ederim falan deyince, istedikleri parayı almaktan vaz geçtiler. Ama ben de pes etmedim. Genel müdürlüğe şikayet ettim. genel müdürlük müfettiş gönderdi.Müfettiş sana bir kelek yapılmış dedi. Dedi de it iti dalamadı tabii ki. Ben gene durmadım; Müfettişi, müfettişi göndereni bakana şikayet ettim.Postacı hemşerimdi olan o zavallıya oldu. benim şikayet mektuplarımın cevaplarını taşımaktan bıktı usandı zavallı.
Bir gün hastane müdürüne; sizin işiniz gücünüz devlet düşmanlarına yandaş sağlamak mıdır?! diye sordum.Gerçektende devlet kapısına uğramaktan korkar olmuştu millet!Vergi ödemek için gitmiştim, vergiyi alıp bana, vergiyi aldıklarına dair bir belge verecekler. elime bir kağıt verdiler. boş bir makbuz. ne olacak bu? bunun fotokopisini çektirip geleceksin. nerde çektireceğim? Çıktım dördüncü kattan aşağı inip, çarşıda bir fotokopiciye para ile fotokopi çektirip, dördüncü kata çıkacağım. o kağıt dolacak, ben borcumu ödeyeceğim onlar o kağıdı doldurup bana verecekler. ne devlet be! ben para veriyorum o bana borcumu ödediğime dair bir kağıt vermiyor! Kağıdı da benden istiyor!hangi kapıya gitsen aynı vaziyet!
Şunu söylerdim. Bir devletin ayrı ayrı sağlık kurumu olmaz! vatandaş dilediği hastaneye gidebilmeli derdim. bir devletin farklı sosyal sigorta kurumu olmamalı derdim. Bunları AKP belli bir düzene kavuşturdu.Ne yirmi iki temmuzda, nede yerel seçimde AKP ye oy vermedim Fakat, daha vizyon sahibi bir parti görmeden İktidarın değişmesine razı olamam, AKP nin oyları dahada aşağı düşecek gibi olur ise, Oyum AKP nin dir. Bu yerel seçimde AKP oyları düşmüş gibi görünüyor, birileri havalara giriyor. kimse bu sonuçlara bakıpta genel seçime falan heveslenmemelidir. hüsrana uğrar, bu gün genel seçim olsa AKP gene % 45 oy alır diye düşünüyorum. Bu yerel seçimdir, siyasiler bilmesede halk bunu bilerek oy kullanmıştır. Halk AKPnin kulağını bükmüştür! Bundan bir kaç gün önce bir öğretmen arkadaşım; "Arkadaş bu zamana kadar anlamamıştım, bu sefer anladım. Köydeki köylü oyunu benden daha doğru kullanıyor." diyor.içimden; sende bunu anldınya bu da bir kârdır diye geçirdim. Bu arkadaş, CHP den başka partiye oy vermemiş bir arkadaştır. Hükmetten kurtulmak için, hükümet değiştirmek aptallıktır diyorum. daha ileri bir vizyon ortaya konmamışsa, daha halkçı bir politika ortaya konmamış ise iktidar değiştirmek aptallıktır. Ve benim halkım bunu biliyor. Saygılar hürmetler.