ÇÖZÜME KATILMAK YA DA ÇÖZÜMDEN KAÇMAK
Bu gün Türkiye’de hiçbir kimse, hiç bir grup ve hiçbir düşünce, bu sorunu inkar ederek, sorunun çözümüne yanaşmayarak veya çözümün önüne engeller koyarak, ülkeye hizmet ettiğini söyleyemez ve bu engelleme politikalarının, kendisi açısından olumlu bir sonucunu da göremez. Belki kısa vadede hamaset rüzgârına kapılmış gruplardan küçük destekler sağlasa bile uzun vadede büyük kayıplara uğraması ve hatta geleceğini karartmasına neden olur, hatta gelecekte bu davranışından utanç da duyabilir diye düşünüyorum.
Onun için herkesin çok dikkatli olması gerekir. Yani muhalefet unutmamalı ki, bu sorunun çözümünü engellediği için pirim yapamayacak, hatta çok şey kaybedecektir. Kan ve gözyaşının bitirilmesine yanaşmayan, ülkenin acılar ve yoksulluklar içinde yola devamını isteyen ve bu pislikten başka bir şey üretmeyen mevcut sistemin devamına çalışan, engelleyici bir güç olarak algılanacak ve bunların sorumluluğu, muhalefete yüklenecektir.
Ve bu vebal yıllar sonra da, sol veya sosyal demokrat partilerin başına kalkılacaktır. Tıpkı İnönü’nün 2. Dünya Savaşında ekmeği karneye bağlaması, bu gün hala nasıl başa kalkılıyor ise, ilerde bu daha fazla gündeme gelecek ve bu durumun savaş gibi makul bir mazereti de bulunamayacaktır.
Çünkü bu sıradan günlük bir sorun, bir türban açılımı ya da içkili lokantaların kapatımı gibi bir açılım değildir. Türkiye’nin geleceğinin yeniden planlanmasıdır. Kan ve kin kapılarının kapatılıp, barış ve huzur içinde yaşama kapısının açılmasıdır.
Despot ve dayatmacı yönetimin kapatılıp, demokratik yönetim kapılarının açılmasıdır.
Üçüncü dünya ülkelerine açılan kapıların kapatılıp, Çağdaş dünyaya açılan kapıların ardına kadar açılmasıdır.
Dayatma ve zorlamalarla, olağanüstü yönetimlerle, askeri güç kullanılarak birliği zorla sağlanan ve ayakta tutulabilen Türkiye imajının silinip, gönüllü ve güçlü bir birlikteliğe açılan kapıdır.
Bunun tersi, bu güne dek uygulanan mevcut politikalarda direnmek ise, ülkeye seksen sene kaybettirmiştir. Öyleyse inkar politikalarında direnmek kime ne getirebilir?
Örneğin, bu güne dek sorunun reddedilmiş olması bir fayda sağlamış mıdır, derseniz: fazla derinlere inmeden, sorunun en azından cumhuriyet döneminde inkâr edilmesiyle hiçbir fayda sağlanamadığı gibi, TC’ye en büyük zararlar da bu yüzden gelmiştir. Ayrıca sorunu kullananlar ve bundan faydalananlar olmuştur. Ve buna bağlı daha büyük sorunlar ortaya çıkmıştır.
Yine bu sorun yüzünden milyonlarca Anadolu insanı açlık ve sefalet içinde yüzerken, bu yoksul insanların, en acil ihtiyaçlarından, gıdalarından, ilaçlarından, bebeklerin mamalarından kesilerek sağlanan yüz milyarlarca dolar PKK ile savaşa gitmiştir.
Bu savaşta 40 bin insanımız kaybedilmiş, yüz bini aşkını yaralanmış, milyonlarcası evini yerini terk ederek kendini daha güvenli gördüğü yerlere göç etmiş veya devletçe göç ettirilmiştir. Göç ettiği yerde, evsiz yersiz, işsiz, sekiz-on kişi bir odada, yıllardır büyük bir sefalet içindedir. Faili meçhulün ise sayısı belirsizdir.
Ve bu güne dek yaşanan bunca olumsuzluk, çekilen bunca acı, kan ve gözyaşı Kürt sorununun kabul edilmesine yeterli gelmemiştir. Ama nedense 2009 yılı ortalarından itibaren, Cumhurbaşkanının “Çözüm için tarihi fırsat” dediği bir zemin yakalanmış ve devlet ilk kez Kürt sorununu ve çözümünü telaffuz etmeye başlamıştır. Bu yüzden şu anda sorunun kabul edilmesi ve tartışılabilir hale gelmesi bile, bir devrim niteliğindedir.
Bu yüzden sorunun reddi veya çözümsüzlük önerileri, açlık ve sefaletin, kin ve nefretin, kan ve gözyaşının, üçüncü dünya ülkelerine özgü yönetim sisteminin aynen devam etmesini istemektir.
Ayrıca Kürt sorunu kendi başına bir sorun değildir. Kürt sorununun bir sonucu olarak ortaya çıkan pek çok sorunlar da olup, bunların bazıları şunlardır. Afyon ve eroin, kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, mafya ve çetelerin ülkenin gerçek ve yasal hakimi haline gelmesi ve yasal düzenin göstermelik hale gelmesi gibi…
Ve her alanda devletin yapması gereken işleri mafya ve çetelerin üstlenmeye başlaması, yönetimde zıtlaşmalar ve kadrolaşmalar sonucunda, cumhuriyetin demokrasi ve insan haklarından uzak, içi boş, göstermelik bir muz cumhuriyeti haline gelmesi, cumhuriyete, devlete ve kurumlarına güvenin kalmamasıdır.
Terörle birlikte yaşamanın, olağan bir yaşam tarzı haline gelmesi, güven ve huzur ortamından uzak, korku ve dehşetle birlikte yaşamayı da olağan hale getirmiştir.
Görüldüğü gibi sorunun reddi hiçbir fayda sağlamadığı ve çok büyük felaketlere sebep olduğu halde, sorunun kabulüne yaklaşıldığı ve en azından baskı aracı olmaktan çıkarıldığı dönemlerde, Türkiye bu yüzden engellenmediği için önemli gelişmeler kaydetmiştir. Kurtuluş Savaşı dahil Türk-Kürt anlaşmasının geçerli olduğu dönemler hep TC’nin kazanç yılları olurken, baskılı ve dayatma dönemleri ise, hep kayıp yıllar olmuştur.
Benim de içim sizinki gibi yanıyor, Hocam! Yazıklar olsun, kendini "Sosyal Demokrat" ilân edenler "insan hakları", "ifade özgürlüğü" misyonunun, "uzlaşma açılımı"nın onurunu tutucu bildiğimiz kesime kaptırıyor.