18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Ömer Hayyam ve Nişabur

Meşhet’te gezmeyi planladığım yerlerden yedi tanesi türbe idi ve bunların beş tanesi Meşhed'in dışında olup, en yakını Ferdosi’nin türbesiydi. Türkiye’de bizim Firdevsi olarak tanıdığımız Ferdosi, 25 km ötedeki Tus kentindeydi. Ama diğer dördü Nişabur’daydı.

Nişabur 130-140 kilometre uzaklıktaydı ve Meşhede kadar gelmişken Ömer Hayyam’ın mezarını ziyaret etmeden gidemezdim. Dün otogarda sordum, sabah sekizden akşam sekize kadar her saat, Nişabur’a otobüs vardı.

Birkaç gün sonra Türkmenistan’a gideceğim için, Aşkabat arabalarını da araştırayım diye, otelden erken çıkmıştım. Hızla terminale girerek saat sekizdeki Nişabur arabasına bindim. Ön sıralar dahil her yer doluydu. Arkada yedek şoförün yattığı son koltuğa oturdum. Fakat araba hareket ettikten biraz sonra “Resim çekeceğim” diye, önde şoförle hostes koltuğunun arasındaki basamağa otunca: şoför “Orası yasak, hostes koltuğuna, muavinin yanına geç” dedi.

Nişabur kırsalı bozkır ve sonsuz ova

Meşhet’i çıkınca sanki bir nehirden bir denize, ya da sonsuz bir boşluğa dalmış gibi olduk. Her yer kupkuruydu. Bahar olduğundan hafif bir yeşillik varsa da, kilometrelerce hiç bağ bahçe veya bir ağaç görmeden geçtiğimiz oluyordu. Ovalar hafif dalgalı düzlükler şeklinde ufukta kayboluyor. Ekili alanlar az ve ekinler çansız ve cılız. Yeryüzü de, gökyüzü gibi, okyanus gibi engin bir boşluk.

Şimdi daha iyi anlıyorum; Türk neden sınır tanımaz, neden bir sel gibi akıp gelmiş, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar. Çünkü Türk’ü tutacak, hiçbir engel yok… Meşhet’ten Tebriz’e her yer dümdüz ova. Fakat sulağı az ve otlağı fakir.

Belki Doğu Anadolu’da dağlar biraz frenlemiş Türk’ü ve bazıları kalmış İran’da… Ama bazılarını dağlar da tutamamış, dağların arasındaki vadilerden bir ırmak gibi akıp gitmişler Anadolu’ya. İyi ki sonrasında Anadolu denizlerle çevriliymiş. Ancak denizler tutabilmiş Türkmeni. Yoksa şimdi, Manş kıyılarında da olabilirdik.

Nişabur sokakları

Aynı şeyleri Hayyam için de düşündüm. Her ne kadar hayatı Isfahan’daki Selçuklu saraylarında geçse de, çocukluğunda Nişabur’un bu özgür havasını teneffüs etmiş ve sınırsız coğrafyasını yaşamış olması, onu yeryüzünde tutamamış olmalı ki, rasathanesinde hep gökleri yıldızları inceledi, hesapladı; şiirlerindeki özgür eleştirileri kimse engelleyemedi.

Onlar engel tanımaz, devasa ihtirasların sahibi üç Farisiydi ve dünyayı avuçlarında tutan, dünyanın rakipsiz tek egemeni bir Türk hükümdarın yanında çalıştılar. İmparatoru büyüttükçe kendileri de büyüdü, hükümdar kadar nam saldılar.

Nizam-ül Mülk ve Hasan sabah iktidar hırsına kapılırken, Hayyam hırsını, ihtiraslarını gökyüzüne ve şiirin büyülü dünyasına yöneltti. Hasan sabah Melikşah gibi dünyaya hükmeden bir hükümdarı öldürterek, dünya devi bir imparatorluğu tek başına oluşturduğu fedailerle çökertti. Nizam’ın gözü belki de Melikşah’ın yerindeydi, ama o da, hırsına kurban gitti.

Böyle bir dönemin ilk dörtlüsünden birisi olan Ömer Hayyam, matematik ve astronomi bilgini ve dünyanın görüp göreceği en büyük şairlerinin başında geliyordu. Onun için Nişabur’a gelmekte tereddüt etmedim. Zaten hafif dalgalı düz arazide yol da otoban olunca, otobüs iki saatte geldi. Garajda otobüsten iner inmez bir taksiye atladım ve 10.15’te Ömer Hayyam’ın türbesindeydim.

Nişabur’da Ömer Hayyam’ın Türbesi

Ömer Hayyam’ın türbesi şehrin dışında muhteşem bir parkın içinde. Buraya şehrin dış mahallelerinden geçerek gittik. Nişabur sanki hala bu sokaklarda Hayyam dönemini yaşıyordu. Belki elektrik, su, gaz vs bağlanmış ama evlerin ve sokakların yarattığı hava kesinlikle yüzyıllar öncesini çağrıştırıyordu. Duyup duymadığını bilmem, ama Hayyam’a o sokaklardan şöyle seslendim.

Kalk ey Hayyam, yattığın yerden
Seni selamlamaya geldim Nişabur’a
Horasan’dan, Meşhet’ten
Çağının bin yıl ilerisinden.
Damla yok bugün İran’da
Senin şiirlerindeki meylerden.

Nişabur’da Bazar

Hayyam’ın türbesine gelmeden, dışarıda güzel bir bahçe içinde yere kapatılmış bir kubbe veya yarım küre şeklinde çinilerle kaplı büyük bir yapı vardı. Önce bunun Hayyam’ın türbesi olabileceğini düşünmüştüm. Taksici mescit dedi.

Doğrusu İran’da böyle yerlerin tasarlanıp planlanmasındaki estetik ve inceliğe bir kez daha hayran kaldım. Bizde olsa normal sıradan beton yığını bir camiyi getirip oturturlardı oraya. Oysa burada diğer türbelerle şeklen uyum kadar, Hayyam’ın felsefesini de fikren destekleyen bir cami yapılmış.

Burada Ömer Hayyam ile birlikte İmamzade Muhammet Mahruk’un türbesi de var. Türbelerin bulunduğu bahçe cennetten bir köşe gibiydi. Girişte Hayyam’ın değişik geometrik şekiller yansıtan türbesi tam karşınıza geliyor. Parkın içinde üniversiteli kızlar yağlı boya resim yapıyorlar. Kimi klasik, kimi modern, kimi empresyonist çalışıyor.

Muhammet Mahruk’un Türbesi

Muhammet Mahruk’un türbesinin karşısında hatıra eşya kitap ve CD satılan yerde Hayyam’ın rubailerini tok sesli birisi devamlı okuyor veya CD’si konuluyordu. Burada 10-12 yaşlarında iki çocuk “Biz Türkçe danışabileriz. Biz Türküz” diye yanıma geldiler.

Onlara “Nişabur’da çok Türk var mı” dedim, “Çoktur” dediler. Gerçekten de, Nişabur’da hiç anlaşma güçlüğü çekmedim.

Nişabur’da Türk çocukları

Buradan çıkıp, Attar’ın (ettar da olabilir) türbesini sordum. Bir km ilerde dediler. O park da çok güzel ve büyük bir parktı. Attar’ın türbesi girişin tam karşısında olup yine ortalarda sağda bu kez Kemal-i Mülk’ün türbesi vardı.

Attar şair, ressam ve filozof. Kemali mülk ise daha yakın dönemlerde 19. Yüzyılda yaşamış bir ressam ve mimardı. Onun türbesi daha küçük basit, ama ince bir sanat, estetik ve tasarım harikasıydı.

ÜÇ KAFADAR

Bir düş dünyasındayım şimdi
Gözlerim açık, bilinçli.
Su gibi mey sunuyor
Meyhanede
Su gibi bir saki…
Ömer bir rubai okuyor
Attar anlatıyor filozofi
Kemal’i Mülk çekiyor
Zamanın resmini

Anlayacağınız
Kemali mülk, Hayyam, Attar,
Çekmiş kafaları
Üç kafadar.
Mollalar yüzlerce sene geriden
Kin ve nefretle
Onlara bakınmaktalar.

Dertli Hayyam der ki:
Dünyada bana muhaliftiler
Gelip burada da buldular…
Fakat onlar
Benimle yarışamazlar.
Çünkü benim adım
Hayyam Omar…
Benim ufkum
Göklerde yıldızlar
Onlarınki karşı dağlar.

Filezof, Şair Attar

Attar’ın mezarının bulunduğu parktan çıkınca, buradan bir vatandaş beni arabasıyla Nişabur merkezine getirdi. Merkezde birkaç cami ile çarşıyı ve müzeyi gezdim. Şehrin sokaklarını, meydanlarını çekip, akşama doğru Meşhet’te otele döndüm.
 

Yayın Tarihi : 21 Kasım 2012 Çarşamba 10:03:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?