30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Orman arazilerine Çıralı örneği

Çıralı örneğinde orman gerekçesi ile açılmış tapu iptal davalarının yanı sıra, 2B iken ormana dönüştürülmesi için iptal davası sonuçlanan 397 parsel konuya ilginç bir örnek oluşturmaktadır.

Çıralı’da tahmini 3000 dönümden fazla bir alanı kaplayan 397 Nolu Orman Parselinin, 1000 veya 1500 dönümlük bir bölümü 1989 yılında orman vasfını kaybettiği için, orman sınırları dışına çıkarılarak 2B arazisi olmuştur. Aslında bu karar çok doğrudur, çünkü çıkarılan bu bölümde gerçekten orman söz konusu olmayıp, buralar babadan dededen kalma tarım arazileridir.

1989 tarihine dek orman korkusuyla barakalar ve seralar bulunan bu alanlar 2B’ye çıkınca: barakalar eve, pansiyona dönüşürken, seralar da narenciye bahçelerine dönüşmeye başlar. Vatandaş tapusunu alacağım diye tüm kazanç ve emeğini buraların imarı için harcar.

Ama Vatandaşın emeğinin, geçiminin ne önemi var? “Önemli olan, şu andaki durumun hukuka ne kadar uygun olduğudur” denilebilirse de, hukukun da akla ve bilime uygun olması, hukukun adaleti sağlaması gerekir. Adaleti sağlamıyorsa yargı kararları: oynanan bir hukuk oyunundan ibaret kalır. Hakkı elinden alınana ise işkencedir.

Öyle ki, bu ülkede, yüzlerce hektarlık orman denizinin içinde, içine girilmez ormanla kaplı beş on dönümlük alanlar, tapulu tarla olarak görülebilmektedir.

Fakat bir taraftan da, tek orman ağacının bulunmadığı, yerleşim içinde kalmış ve seksen yüz senedir ekilip dikilen bir alan ise, hukuken orman olarak görünüyor, algılanıyor ve buna göre işlem yapılıyorsa, o hukukun sonucundan adalet çıkmayacağı kesin ve açıktır. O hukuk, toplumda yargıya güvensizlik olarak yansıyacaktır diye düşünüyorum.

Ülkemizin her yerinde her iki duruma da sayısız örnek vardır. Örneğin Antalya’dan Çıralı’daki 397 parselin orman olup olmadığını keşfe çıkan bir ekip, Çıralıya gelinceye kadar kat ettiği 80 kilometrelik yol buyunca, gördüğü ormanlarla kaplı alanların önemli bir bölümünün tapulu arazi veya 2B arazisi olduğunu bilmektedir.

Fakat yargıç bunları bilmesine rağmen, içinde orman ağacı bulunmayan, bu yüzden orman vasfını kaybetmiştir diye 2B’ye ayrılan, hiçbir akıl ve mantık ölçüsüne uymayan, kime özgü olduğu meçhul bir mantıkla, buradaki mevcut durumu göz ardı ederek, 2B’yi iptal edip ormana geri döndürecek bir hukuk şablonunu kesip, biçip, dikerek 397’ye denk getiriyor.

Çıralıdaki halkın neredeyse yarısından fazlasının oturmakta olduğu evlere, pansiyonlara, seralara ve portakal bahçelerine orman deyip geçiyor. Bu durum bir otobüsün uçmasa da, uçakla hiçbir ilgisi bulunmasa da hukuken uçak olarak kabul edilmesi gibidir.

Oysa 397 parseldeki evleri ve portakal bahçelerini uydu görüntülerinden bile izlemek mümkündür. Yani hukuken uçak kabul edilen otobüs veya nüfusta kız kabul edildiği için erkekliği reddedilen bir insan gibi, Çıralı’daki 397 parsel de, orman olmadığı halde hukuken orman sayılmıştır. Çünkü hak ve adalet değil, akıl ve bilim değil, hukuk önemlidir.

Tapulu bir arazi

Bu kadar da olamaz diyorsanız, Antalya’da Ant-koop davası bundan daha da beteridir. Antalya’da şehrin göbeğinde, Antkop’un tapulu alanda imarlı, ruhsatlı, banka kredisi kullanarak yaptığı, yıllardır içinde oturduğu, binlerce konut için, orman idaresinin tapu iptal davası vardır. Orman davayı kazanırsa binlerce konut yıkılıp yerine orman ağacı mı dikilecektir?

Yani 8-10 katlı apartmanlar yıkılıp, otopark betonları, ihata duvarları, yolların asfaltları, kaldırım beton ve taşları sökülerek temizlenip, yerine ağaç dikilecektir. Bir başka deyişle, ağaçlanacak milyonlarca hektarlık alan boş dururken, Orman idaresi bir mahalleyi 100 birim masrafla temizleyip, ağaçlandırarak, bu ağaçlardan temizlik masrafının binde biri kadar bir milli gelir elde edecektir. Hiçbir komedi bundan daha komik olamaz.

Şu anda mevcut binaların Milli Hasılaya katkısı sıfır sayılsa bile, temizlik için yaptığınız masrafın binde birini bile elde edemeyeceğiniz bir yatırımı ne aklı başında bir insan, ne çağdaş bir devletin yapması olanaksızdır.

Böyle bir akıl tutulmasının adı hukuk olabilir ama asla adalet olamaz. Akıl ve bilimle de ilgisi olamaz. İnsani, etik ve evrensel değerlere de taban tabana zıttır.

Böyle bir durum, bir üçüncü dünya ülkesinde yaşanmış deseler hepimiz de katıla, katıla güleriz. Ama maalesef ülkemizde bu olağandışı sayılması gereken akıl ve bilime karşı abideleşen örnekler, hiç de az değildir. Bunların her ne kadar hukuksal temelleri bulunsa da, hak ve adalet temeli yoktur, etik ve adil değildir. Yargı hukuksal temeller kadar ve hatta daha fazlası, adaleti sağlamakla görevlidir.

Adalet sağlanmıyorsa, yani hak sahibine teslim edilmiyorsa, kararın hukuka uygun olmasının hiçbir anlamı yoktur. Ve bunlar yargıyı, devleti ve kurumlarını yıpratmaktadır. Yargıyı hukukla sınırlayıp, adaleti sağlama işlevinden uzaklaştırmaktadır.

Çıralının orman davası da aynen böylesi bir keyfiyettir. Orman İdaresinde aklı başında birileri, 1989 başlarında Çıralı yerleşim alanında kalan ve 80- 100 senedir ekilip biçilen bu alanı, (O zamanlar buralarda seralar ve barakalar vardı, şimdi 80-100 kadar işyeri, evler ve bahçeler var.) ormanla ilgisi olmadığı için, “Orman vasfını kaybetmiştir” diye, Orman sınırlarının dışına çıkarmıştır.

Sonra da aynı Orman idaresi, orman vasfını kaybetmiştir dedikleri aynı alana, keyif bu ya, bu kez de “Orman vasfını kaybetmemiştir, burası ormandır” diye iptal davası açmışlardır. Ve yargı da muhtemelen bunların gösterdikleri, ya da arkasında nelerin ve kimlerin olduğunu bilemediğimiz hukuksal gerekçelere dayalı olarak, buranın 2B özelliğini iptal ederek, 20 sene sonra yeniden orman alanına dahil etmiştir.

Şimdi bunlar hak ve adalet mi, yoksa keyfiyet midir? Keyfiyet değil de adalet ise, neden durduk yerde orman olmasa dahi, orman sınırlarında kalan bir alanı ormandan çıkardınız? İnsanların 20 sene kullanmasına, bu kum çölünü ağaçlandırıp bahçe yapmasına, ev yapıp yerleşmesine izin verdiniz? Vatandaş alın terini emeğini buraya yatırdıktan sonra mı aklınız başınıza geldi? Yine bu insanların ödedikleri vergilerle, yani devlet araçlarıyla, bunların yarattığı faydalı eserlerin yıkılması reva mıdır?

Haydi diyelim ki, orman idaresi zamanını boş geçirmemek için böyle bir iptal davası açtı ve gerekli hukuksal gerekçeleri gösterdi. Peki karar veren hakim buraya gelip de, hiç orman ağacı bulunmadığını, seraları, portakal bahçelerini, pansiyonları ve evleri, yatırılan emek ve alın terini hiç görmedi mi? Hakim gelmeden, görmeden mi karar verdi, yoksa gözleri bağlı mı idi?

Onun karar vermesi için orman idaresinin yarattığı hukuksal şablon, 397 parselin üzerine tıpa tıp oturunca hakim: olayın hak ve adaletle, olayın insan ve emekle ilgili boyutlarını araştırmaya gerek görmedi mi? Hakim bu kararı kimin adına verdi?

Olayın arkasında buraları ormandan kiralayacak birileri mi vardı? Hakimin devletçiliği mi tuttu? Orman sevgisi mi ağır bastı. Orman sevgisinin yanında hiç insan sevgisi yok muydu? Hakim bu kararı kimin adına verdi. Türk milleti adına olduğunu söyleyebilir misiniz? Eğer Türk Milleti adına ise, Çıralılılar Türk Milletine dahil değil miydi?

Çıralı’da hakimin ormandır dediği 397 parsel.

Yukarıdaki Fotoğrafta orman ağaçlarının bulunduğu sahil kesimi sizi yanıltmasın; burası zaten ormandı. Bu sahil şeridi ile 2B’nin arasından yol geçmekte olup, yolun iç tarafında evlerin ve meyve bahçelerinin bulunduğu alanda 2B iptal edilerek ormana bırakıldı.

Yargı 2007 Yılında 397 parseli ormana çıkarırken bir yandan da Çıralı da, tahsise açık koruma imar planı çıkarıldı. Amaç halkın evini damını, ekmek kapısı pansiyonunu yıkıp, serasını ağaçlarını söküp, bir yandaşına tahsis etmek midir? Tahsis edeceksen içinde oturan, orayı ağaçlandırıp imar eden vatandaşa tahsis etsen; kiralayacaksan ona kiralasan olmaz mı?

Ben hukuk eğitimi almadım, ama 65 yıllık bir yaşam içinde gördüklerim yaşadıklarım ve yargıyı hukuktan ibaret sayan anlayış bana çok ters gelmektedir.

Avustralya’da kaldığım bir dönemde SBS adlı azınlıklar kanalında her akşam bayan bir yargıç örnek bir yargılama ile halkın karşısına çıkıyordu. Yargılama bazen günlerce sürebiliyor, deliller toplanıyor, olay aydınlanıyor, ama hakim karar verirken iki ana kural gündeme geliyordu.

Birincisi, olayın gerçekleştiği andaki koşullar içinde, normal bir insan nasıl bir davranış gösterirdi, sanık nasıl davranmıştır. İkincisi daha önce benzer bir olayda başka yargıçlar nasıl bir karar vermiştir? İşte yargıç bu iki temel düşünceye göre karar vermektedir. Bu durum genellik, eşitlik gibi prensiplerin yanı sıra, akıl, bilim ve adaleti de sağlıyor.

Bizde ise aynı koşullar altında aynı suçu işleyen üç kişiden birisi berat ederken, birisi üç ay, öteki üç yıl ceza alabilmektedir. Hatta aynı suçtan hafif bir ceza alarak kurtulan, berat eden ve idam edilenler de vardır. Aynı yerde ve aynı koşullarda yan yana üç tarladan birisi tapulu, birisi 2B ve birisi de orman olabilmektedir.

Her ne kadar bizim hukuk sistemimiz, adalar hukuk sisteminden farklı olsa da, akıl, bilim ve adalet kavramlarının açılımı dünyanın her yerinde birdir. Bizimkisi akıl ve bilimden uzak kalıyor ve adaleti sağlamıyorsa, o zaman bizde adalet: devlet ve güçlü kesimler tarafından halkı baskı altında tutma aracı olarak kullanılıyor demektir.

Bu yüzden şu anda ülkemizde güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı konusunda yapılan tartışmalar bana çok yavan gelmektedir. Elbette ki bu durum, bu evrensel değerlerin önemini kavrayamadığımdan değildir.

Ama her şeyden önce, hatta yargının bağımsızlığından da önce, yargının tarafsız olması gerekir. Bir yerlere bağlı olması bağımsızlığından çok ama çok daha iyidir. Çünkü tarafsız olamayan bir yargının bağımsızlığı felakettir. Oysa yapılan bir anketin sonuçlarına göre, yargıçların büyük çoğunluğu, biz devletten yana taraf oluruz diyorlar.

Yargı neden devletle ilgili davalarda devletten taraf olmaktadır? Devlet özellikle de hak ve özgürlüklerin sıfırlandığı 1982 Cunta Anayasası ile devasa ölçülerde tek ve yegâne güç haline gelmiş iken, bunun karşısında çaresiz kalan insanın yanında olması, ya da tarafsız kalması, gerekmez mi? Yargının devlete değil, vatandaşa sahip çıkması gerekmez mi?

Örneğin buraların sahibi orman ise, ormanın sahibi devlet ise ve yargı da bunları destekliyor ise, bu ülkede insanların sahibi kimdir? İnsanlar sahipsiz midir? Yargı neden devletten, yani güçlüden yanadır? Vatandaş devlet karşısındaki davalara neden 1-0 yenik başlamaktadır?

İnsanlar birey, devlet toplum olarak düşünüldüğü için mi insan es geçilmektedir. Eğer insan birey, insan azınlık olarak düşünülüyorsa, Türkiye’de 72 milyon insanın ne kadarı, yasal tapulu alanlarda, ne kadarı hazine, orman ve 2B araziler üzerinde yaşamaktadır. Aslında bu durum bir Türkiye gerçeği değil midir?

Orman idaresi, bugüne dek ormanları korumada oldukça aciz kalmasına ve neredeyse orman varlığının yarısının yakılarak yok olmasına seyirci kaldığı halde, Çıralı’da orman vasfını kaybeden ve çölleşen alanların vatandaş tarafından ekilip, dikilip, ağaçlandırılarak, imar edilmesini, milli servete katkıda bulunmasını, buradan geçimini sağlamasını hazmedemeyerek, önce orman vasfını kaybetti diye 2B ilan ettiği bir alanı, sonradan iptal davası açarak, tekrar neden ormana çıkartmıştır?

Bu alanın tamamı kum çölü iken, vatandaş meyve bahçelerine çevirmiş ve üzerinde yüzlerce pansiyon ve konut bulunmaktadır. Bunları yıkıp, orman ağacı dikilse, GSMH’ya katkısı bugünkünün yüzde biri kadar olabilir mi? Yoksa buralar vatandaşın elinden alınarak, birilerine tahsis mi edilecektir? Ya da olay bir inatlaşma olup; akıl, bilim ve adalet zurnanın son deliği midir?

İşte 2B dosyası ve orman arazilerinin durumuyla ilgili yazılarımda da belirttiğim gibi, Türkiye’de hiçbir şey görüldüğü veya gösterildiği gibi değildir. Şark kültürü, bir kurnazlık unsuru olarak her yere girmektedir.

Yoksa gerçekten ormanları korumak, bozuk ormanların ve ağaçsız alanların ağaçlandırılması için herkesin canla başla mücadele etmesini istemek ve desteklemek hepimizin çıkarınadır. Hayat memat meselesi, Türkiye’nin yaşanabilirliği meselesidir.

Onun için aydınlarımız, medya ve sivil toplum örgütleri çağdaş ezber doğruları Türkiye’ye uyarlarken, ülke koşullarını da dikkate almalılardır. Yani Türkiye’deki anayasa ve buna bağlı devlet yapılanmasını, cumhuriyetin içinin boş olduğunu, milletin içinde insan bulunmayan sanal bir kavram olduğunu, tarikatlar dini çıkar amaçlı kullanırken, laikliğin tarikatlaşmış olduğunu, yargının da devlet gibi çürük bir halka olduğunu, yasamayı millet değil genel başkanların seçtiğini ve kurnazlık faktörünü dikkate almalılardır diye düşünüyorum.
 

Yayın Tarihi : 5 Ekim 2011 Çarşamba 11:19:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 5.10.2011 15:26:35

sayin hocam, tehsislerinizi ve analizlerinizi ve daha da onemlisi bunlarin nedenlerini ve mantiklarini bizlerle paylasip aydinlattiginiz icin size cok tesekkur ederim. eminim bu hususta bir cok okurunuz da benimle ayni gorustedir. ayni zamanda bir avukat olan Gandhi'nin bir sozu var: "sevginin adaleti teslim /feragat edendir, hukugun adaleti ceza kesendir" ("Justice that love gives is a surrender, justice that law gives is a punishment.") yazinizi okuduktan sonra bu sozu cok daha iyi anladim.

oncelikle bu aci ve zalim gercekleri, bu kadar acik ve berrak bir sekilde gosteren ve milyonlarca kisiyi ilgilendiren bu yazinin arkasinda dur-a-mayacak bir aydinin kendini bile aydinlatamamis olduguna ve dibini bile aydinlatamayacagina veya kendisinin de
-afedersiniz- 'satilmis' olduguna kanaat getiriyorum. ote yandan, bir gercegi (hakki) bilip de onun arkasinda durmamak karakter eksikligi ve/veya vicdansizliktir diye dusunuyorum. hele ki "gaspedilen bir hakka" karsi dur-a-mayanlar, kendi haklari da gasp edilince yanlarinda kimseyi bulamazlar diye ongoruyorum.

gercek hukuk devleti de bireylerinin haklarini sonuna kadar aradiklari veya arayabildikleri bir yer degil midir? eger bireyler gaspedilen haklarindan vazgec-ebil-iyorlarsa veya baskalarinin hoyratca onlari istismar etmelerine goz yummak zorunda kaliyorlarsa vs orada adalet degil somuruden bahsedilebilir, degil mi?

ingiliz hukukundaki "tort" (haksizlik) kanunlari ve "equity" (esitlik) denilen hukuk sistemleri; bizde hemen her gun her konuda yasanan "sorunlari" ve "polemikleri", bu kanunlarin her uygulandigi yerde onlenmesini saglamistir.eger "tort" yasalari bizde de olmus olsa (gerci baska basliklar altinda var deniyor ama uygulamasi demek ki yok), her magdurun ilk aklina gelecek olan tort kanunlari olacakti. yandas/yalaka olmak veya rusvet vs degil. cunku "Tort" kanunlarinin ozu:
eger Davali'nin ihmali, gorevi yanlis kullanmasi, eksik kullanmasi, bazen kullanmamasi vs durumlari sonucu Davaci bundan magdur olmussa, Davacinin hakki mahvuzdur.

her madur olan-lar-in da dava acma yetkisi tort'ta da sakli bulunacakti. ayriyeten, dava acma yetkisi kendisine "equity" hukuku tarafindan verilmis olacakti.

kusbakisi: tort ve equity'li bir hukuk devletinde hem hukumetler hem de burokratlar hukuk'a danismadan is yapamayacaklari icin (ki her ikisinin de butceden ayrilmis Hukuk harcamalari vardir), buralarda her calisanin muhtemel imar, ekoloji, baraj, kopru, orman vs gibi her ayri calismalarinda, en "contingency" (kotu ihtimal) etutleri hukuk ile "in tandem" (ikisi bir arada) yapilacakti.boylece: sistem hem mikro hem de makro olarak diger sistemlere gore cok daha bir uyum icerisinde olacakti.Turkiye'deki mevzuati veya hukuku bilen arkadaslar, boyle keyfice ve hoyratca haksizliga ugramis milyonlarca magdur vatandas icin onerilerini lutfen yazsinlar. mesela "suc duyurusunda" bulunabilir mi? hangi temelde bu yapilabilir? hangi merciye yapilmalidir? care aranacak yerler nereleridir? kac kisinin vicdani hala kalbinde?


mehmet yönden IP: 95.10.84.xxx Tarih : 13.02.2013 20:50:39

 antalya güzeloba 1077 ve 1078 parsellerin halini bilseniz... '''Çıralı cennetmiş...'' dersiniz hocam... Mahlleli anlatıyor: ''Hakimi ormanın avukatı OFO otelin çatısına çıkartıp, ''Gördüğünüz gibi tamamı orman buraların...'' deyip DEVLET ORMANI'' kararı aldırmış...

Hakimin baktığı terasın bakış açısı. arka sırtta kalan 3500 e yakın ev ve bahçeyi göremediği için yok sayılmış... ysa devlet vatandaşı için vardir... Ve sn avukat teras yerine sn.Hakimi mahalleye davet etsa bajhçelerı seraları konutları, ahırları, okulları, camileri ve kamu yerlerini gösterse 4*0 yıl önce 2-b arazisi ilan edilen alanlar burada 100 yıldır yaşayan köylüye verilecek... Şimde ne olcak burada yaşayan 3000 ailenin durumu... 2-b komisyon çalışmarı bir kaç kez daha yapıldı... Kimi amir ve müdürler infaz yok  satıştan yararlarınır diyor, kimi mahkeme kararı ile orman oldu diye hazır kadostro tutanaklarını askıya çıkarmamaya direniyor... Bu nasıl adalet hocam : TERAS ADALETİ'' mi ?