30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Sanata Sınır Koymak


Sanatçı bir biçimde toplumu dışarıdan görebilen, görünenin ötesini düşünebilen insandır. Aslında o da toplumun içinde yaşar, hatta toplumun yaşadığı her şeyi daha bir farkında olarak ve hissederek yaşar. Ama o, topluma dışarıdan da bakabilme, ilişkileri kişisel ve dar çerçevelerin ötesinde, toplumsal ve toplu biçimde görüp değerlendirebilme yeteneğine sahiptir. Ve aynı zamanda da, kişisel ilişkilerin de derinliklerini görmeye çalışır.

Çünkü ormanı tanımak için ormanın içinde yaşamak yeterli değildir. Ormanın içinde birkaç ağaç ötesini göremezsiniz. Orman kendini gizler, görüşlerinizin derinliği ve genelliği olmaz. Orman hakkında bir fikir edinmek için onu topluca görebileceğiniz bir tepeye çıkmanız veya onu dışından görebileceğiniz bir uzaklıkta olmanız gerekir. Çünkü olaylara dışarıdan bakmak, aynaya bakmak gibidir, kurulanla görülenin yüzleşmesi gibidir.

Ama bu durum, toplumun üstünde olmak da değildir. Toplumun üstündekiler, yöneticiler, zenginler veya egemen güç olmuş gruplar ve yandaşları olup, sanatçının bunlarla bir ilgisi yoktur. Sanatçı ise toplumun hem içinde ve hem de, onu dışarıdan görerek değerlendirebilecek, bir mesafededir. Toplumu çok iyi tanıyacak kadar onunla bütünleşmiş, ama tahlil yapabilecek kadar tarafsız ve dışında kalabilen, kuşbakışı görebilen insandır.

Bu durumun iki önemli sonucu vardır. Birincisi, kuşbakışı görünüşte hiçbir şeyi gizleyemezsiniz. Yani siz bir ağacın bir taşın arkasına veya bir çukura bir şey saklasanız bile bu tepeden bakışta ortaya çıkar. Bu toplu, genel ve çıplak bir bakıştır. Toplumların ilerlemesi, gelişmesi, çıkar amaçlı düzenlemelerin fark edilmesi hep bu sayede olmuştur.

İkinci durum ise, bu bakışta görünenlerin aynen resmedilmesini istemeyenlerin, görüneni değil de düşünüleni tespit etmesidir. Yani şöyle gör ya da fotoğrafı şu açıdan çek diye, görünene sınır konulmasıdır ki, bu fotoğraf gerçeği yansıtmadığı gibi, sanat da değildir. Yani sanat sınır tanımaz, kalıplara alınamaz, düşünceler ve çıkarlara hapsedilemez, sansürü kabul etmez.

Fakat tarih boyunca yönetenler, yanlışlıklarını gizlemek ister ve hatalarının: yolsuzluk, haksızlık ve çıkar amacıyla bilinçli olarak yapıldığının bilinmesini istemez. Genellikle pisliğe bulaşan herkes, pisliğini, din, vatan, millet veya devlet gibi bir şeylerin arkasına saklanarak perdelemek ister.

Pisliğin dışında kalanlar ise, ya başım belaya girer korkusuyla bunları görmezlikten gelir, ya da bunlar yandaşı olduğu, savunduğu bir görüşün mensuplarıdır diye susar, bazen de milliyetçi duygularla beyni yıkandığından, karşıya ret duygusu geliştirdiğinden veya komplo teorilerinin etkisiyle, pisliği temizlikmiş gibi savunmaya kalkar. İşte sanatçı, her koşul ve ortamda, hiçbir çıkar veya taraf gözetmeksizin yanlışa, pisliğe ve etik olmayana karşı çıkabilen insandır. Bunun da sınırları olmaz.

Ama tarih boyunca yapıldığı gibi, günümüzde de fikre, sanata, yazıya, şiire kendine göre sınırlar koymak isteyenler, kafalarındaki kalıplara uymayanları yargılayanlar, cezalandıranlar veya beğenmedikleri görüş ve düşüncedeki yazıları silenler de hala vardır. Hatta bunlar sanatın içinde, sanata hizmet etmek için ortaya çıktığını savunanların arasından bile çıkabilmektedir. Örneğin edebiyatdunyasi.net sitesi on binlerce kez okunan yazılarımı bir gecede silip, farkında değiliz deyince, ikinci kez girdim ve bir hafta sonra yeniden sildiler.

Yazılarımın hukuki sorumluluğu bana ait olmasına ve kimseyi aşağılama veya hakaret içerme gibi bir durum bulunmamasına rağmen, bilmiyorum neden korkulup çekinilip de, yazılarım neden ikinci kez silindi? Bu sınırlı ve kısıtlı bir edebiyat dünyası yaratma, çağa ve özgür açılımlara karşı çıkma yolunda, ikinci kez önüme duvar çekmek değil midir? Oysa aynı yazılarım başka pek çok sitede de yayınlanmaktadır. Edebiyatı sınırlı bir dünyanın içine hapsetmek olanaklı mıdır, başarılabilir mi? Böylesi bir anlayışla edebiyatı ilerletmek bir yana, geriletirsiniz.

Bilindiği gibi aşk, duygularla ilgili bir durumdur ve duygulara hakim olmak olanaksız olduğundan istendiği gibi yönetilememektedir. Yani aşka sınır çizilemiyorsa, birisine şu koşullara uygun biçimde aşık olacaksın ya da kendi sınıfından ve kendi yaş grubundan birisine aşık olacaksın denilemiyorsa, şu görüşler doğrultusunda sanat yapacaksın da denilemez. Sanat da duyguların değişik biçimlerde ifadesi olduğundan, duygulara sınır konulamadığı sürece, sanata da sınır konulamaz.

Tarih boyunca da, şiir ve edebiyat, sınırlandırmalara, kısıtlamalara ve sansüre karşı, hak ve özgürlüğün mücadelesini vermiştir. Bu yolda yazarlar sürülmüşler, zindanlara atılmışlar ve hatta çoğu zaman kelle koltukta, hayatı pahasına fikirlerini açıklamaktan vazgeçmemişlerdir. Hatta bu uğurda can verenler de az değildir.

Rönesans edebiyat ve sanatla başlamış, İngiliz liberal hareketi ve Amerikan istiklal savaşı, edebiyatçıların beyinlerinde biçimlenip, kalemlerinden saçılan tohumlar olarak insanların beyinlerine ekilmiş ve şiirlerle, destanlarla filizlenmiştir. Fransız ihtilal fikirleri de edebiyatçıların yarattığı ekin tarlalarında yeşermiştir.

Dünya kültür ve uygarlığının temelinde Mısır ve Mezopotamya sanatı bulunduğu gibi, bu günkü Batı uygarlığının temelinde de sanat, yani Rönesans vardır. Roma’nın, Osmanlı’nın ve başka uygarlıkların da en görkemli dönemleri, en özgür, en dışa dönük ve sanatta en ileri oldukları dönemlerdir.

Çünkü sanat, Mezopotamya’dan, Mısır’dan, Anadolu’dan, Akdeniz ve Ege uygarlıklarından, Hint’ten ve Çin’den, en son olarak da Batı’dan, artıların üst-üste konularak, büyütülerek getirildiği bir birikim ve insanlığın ortak ürünüdür. Bu yüzden sanatta tutucu olmak, milliyetçi davranmak, kendi kendini sınırlı bir dünyaya hapsetmektir. Bu tutuculuk hastalığına yakalanmamak içinse, sürekli yeni arayışlar içinde olmak gerekir. Hamaset ve içe kapanma hastalığı, edebiyatımızın en kırılgan ve en zayıf tarafıdır.

Aslında edebiyat ve sanat sınır tanımaz ve kimse ona sınır koyamaz. Bu yüzden, her zaman ve her alanda kalıplar ve duvarlarla ortaya çıkanlar, duvarlarla çevirmeye çalıştıkları kısır dünyalarına ancak kendilerini hapsedebilirler. Edebiyatı, şiiri ve sanatı hiç kimse, krallar, imparatorlar, padişahlar, diktatörler, faşist veya komünist yasalar, sistemler, hiçbir şey ama hiçbir şey, onu hapsetmeyi bu güne dek başaramamıştır; bundan sonra da başaramayacaktır.

Edebiyatın tek geçerli sınırı, insani ve etik değerlerdir. Kimseye sövüp saymadan, hakaret etmeden, kimseyi karalamadan, aşağılamadan gerçekleri göstermek ve insanların maddi dünyalarını estetik değerlerle zenginleştirerek, insan olmanın erdemlerine ulaştırmaktır.

Yayın Tarihi : 18 Aralık 2008 Perşembe 00:18:37


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Barbaros Oner IP: 121.217.64.xxx Tarih : 21.12.2008 16:36:47

Silsinler, silinen bilinendir ve nekadar silinirse silinsin merakla geri getirilendir! Hakkiyla sanatciya zincir vurulamaz; aklini uydu, uyduyu priyoskop yapar ve olaya olayin icinden, disardan bakar, her turlu dalga olup, her tarafa tasar...