20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Şeriat,Laiklik ve Türban Tartışmaları (II)

 

2-TÜRBAN TARTIŞMALARININ ALEVLENDİĞİ AN

Nisan 2007’de ülke nüfusunun büyük çoğunluğuna göre, sistem mutat olarak, iyi ve kötü alışkanlıklarıyla sürüp giderken, hatta geçmiş dönemlere göre bazı artıları da varken, yüzyılların bir türlü kabuk bağlamayan çıbanı türban, yeniden kaşındı; hatta bir tırnak çakıldı. Yeni bir kriz yaratıldı. Türbanın yükselebileceği son nokta başbakanlıktır, Çankaya’ya çıkamaz havası yaratıldı.

Öte yandan ülkenin belli bir düzeyin üstünde eğitim almış ve ekonomik olarak kendini kısmen garantiye bağlamış, kendini: seçkin, elit ya da aydın gibi sözcüklerle tanımlayan kesimlerinden milyonla insan da, “Laik Türkiye” sloganlarıyla sokağa dökülmüştür. Bunlara göre de Türkiye, bu güne dek hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike içindedir.

Çünkü mevcut Cumhurbaşkanı, Ana Muhalefet Başkanı ve devletin resmi sivil örgütü ADD ve çok sayıda sivil toplum örgütü böyle demektedir. Ülkenin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, Türbanlı eşi ile Çankaya’ya çıkarsa, laiklik elden gidecek, şeriat sistemine geçilecektir.

Bu durumun önlenmesi için, her yola başvurulmalı ve her ne pahasına olursa olsun durdurulmalıdır. Bunun için parlamento devre dışı bırakılabilir, muhtıra veya darbe olabilir.

Birinci görüştekilere göre bunlar seçkin elitin kuruntusudur. Belki iktidar, laiklik konusunda fazla hassas değildir. Hatta seçmen tabanına yaranmak için, laikliğe ters bazı ufak tefek davranışlara göz yummaktadır. Ama bu son elli yılın ortalamasından fazla değildir. Hatta geçmişte laiklik konusunda çok daha kötü olaylar yaşanmıştır. Yalnızca buna bakarak, “Türkiye, tarihinin en kritik dönemecinden geçiyor” diye kriz çıkarmak doğru değildir. Aydın insanın laik olduğu kadar da demokrat, sosyal ve kültürel bir varlık olarak, insan haklarına ve hümanizmaya da sahip çıkması gerekir.

İşte Nisan 2007 krizinin nedenleri ve tarafları. Kriz için malzeme ne denli yeterli sayılabilir bilmem ama, zaman kriz zamanıdır. Çünkü kriz: nedenlerden ve malzemelerden çok zamana bağlı bir kavramdır bizde. Zamanı gelince, ülkeyi Moskof’a sattılar diye de, Amerika’ya bağladılar diye de, hatta uzaylılar basacaklar diye de kriz çıkarılabilir.

Bunun biraz da, bizim eğitim ve kültürümüzle ilgili olduğunu düşünüyorum. "Kültüre Eleştirel Bakış" adlı şiir kitabımın önsözünde bu konuyla ilgili olarak şunları yazmışım.

Avustralya’da insana verilen değeri, kültürümüzün hiçbir yerinde bulamadım. Devlet, millet, cemaat, din, töre ve gelenek kutsalları kültürümüzün; insan ise zincirin en son halkası. Avustralya ise, tersine çevirmiş bu anlayışı ve en başa koymuş insanı. En sonda da devlet, insanın hizmetkarı.

Biraz daha derinliğine bakınca, hemen gördüm ki kültürümüzde; kurnazlık, bağnazlık, ikiyüzlülük, gerilim, çatışma ve uzlaşmazlık baş tacı.

Ben de çok kullanmıştım “Bir şey ya doğrudur ya da yanlış” ı; “Ya aktır yada kara” yı. Oysa biz, akla kara arasında zor bulurken şimdilerde griyi; Batı Kültürü ikisinin arasına, binlerce renk sığdırmış griden gayri ve buna denilmiş uzlaşma kültürü.

Geç de olsa ben de öğrendim, doğrunun tek olmadığını; her konuda sonsuz sayıda doğru bulunduğunu; tek tipliğin bizi ne hallere koyduğunu.

Bu yüzden hafta sonu buluşmalarımızda, bazen soruyordum torunum Teoman’a; “Okulda neler gördünüz bu hafta” diye. Her defasında yanıt; matematik, İngilizce, resim vs. günün yarısı ve öteki yarısında “Bir arkadaşımızla sorunumuz olursa nasıl çözeriz?”.

Çocuk ilkokul birinci sınıfta ve arkadaşıyla sorununu çözüyor haftalarca, ama yılsonu gelmiş okumayı çözememiş daha. Ne büyük bir tezat değil mi, Türk Eğitim Sistemiyle?

Sen tut, otuz beş yıl öğretmenlik yap; planında, programında bir gün, bir saat ayırma sorun çözmeye; anlaşmaya, uzlaşmaya, doğaldır ki; çok zor olacaktı bu durumu anlamak da.

Ve doğaldır ki; eğitiminin hiçbir yerine sorun çözmeyi koymayan böyle bir toplum, agresif olacak ve sürecek yüzyıllarca incir çekirdeğini doldurmayacak tartışma; ağız dalaşıyla zamanı boşa harcama, insanları oyalama, numara, politika, entrika, faili meçhul cinayet, suikast vs.

Derken birkaç yıl sonra Cumhurbaşkanımız, uzlaşamayınca Başbakanımızla ve fırlatınca anayasayı o tarafa, bir anda altüst oldu ülke. Yetmiş milyon, zengin fakir herkes bir gecede servetinin yarısını kaybedince, ülke uçurumun eşiğine gelip krize girince, anladım uzlaşma kültürünün önemini ve torunumun dersinin ne almama geldiğini.


Yani dönüp biraz geri baktığımızda, kültürümüzün hoşgörü ve uzlaşmadan çok, gerilim ve çatışmalar yaratma kültürü olduğunu kolayca görebiliriz. Bu yüzden her yeni başlangıcın tartışmaya açılması, ama tartışma ve uzlaşma kültüründen de yoksun olduğumuz için çatışma ve krize dönüştürülmesi adeta gelenekselleşmiştir. Dünyada zorunlu eğitimi beş yılda kalan son beş ülkeden birisiyken, sekiz yıla çıkarılsın deyince koparılan fırtınaları hatırlayın.

Yayın Tarihi : 31 Ocak 2008 Perşembe 00:22:30
Güncelleme :5 Şubat 2008 Salı 15:40:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gülden Çam IP: 193.192.127.xxx Tarih : 31.01.2008 16:05:37

Sayın Nazmi Öner, Çektiğimiz sıkıntıların çoğunun ülkemizde uzlaşma kültürü ile ilgili yaşadığımız problemlerden kaynaklandığı düşüncenize kalıtıyorum. Ancak kişilerin bağlı oldukları değerleri tabiki uygar bir biçimde demokratik bir platformda ifade etme ve hatta bu yolda örgütlenme haklarının da olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz Nisan ayında yapılan Cumhuriyet Mitinglerine ne mevcut Cumhurbaşkanı ne ana muhalefet partisi ne de ADD söyledi diye değil ,ülke sorunlarına karşı duyarlı bir vatandaş olarak, çağdaş düzenin tartışmasız bir parçası olan Laiklik de dahil olmak üzere Cumhuriyetin kazanılmış değerlerine zarar vermek pahasına , kendi iktidar alanını genişletmek uğruna ,halkın kutsal değerlerinin ve ekonomik güçsüzlüklerinin politikaya alet edilmesine karşı tepki göstermek için katıldım. Kendimi ne elit ne de ekonomik olarak garantiye bağlamış hissediyorum. Karı-koca senelerce İstanbul gibi bir metropolde aile gelirimizin çoğunluğunu biricik evladımızın eğitimine akıtarak yaşam mücadelesi veren, orta yaşı geçmiş , tek bir mal varlığı dahi edinememiş vatandaşlar olarak iktidar partisene oy veren büyük sermayeden daha çok ''HALK'' olduğumuzu düşünüyorum. Askeri darbelerle demokrasinin sekteye uğratılmasına sonuna kadar karşı olduklarını benim gibi o mitinglerde bulunan binlerce insan ifade etti. Antidemokratik müdahelelere tavırlı sizin gibi aydınlar bile askerin sopasına sırtını dayamadan halkın aydınlanma yolundaki kendi mücadelesini ''Tuzu Kuru Elitlerin kriz yaratma çabaları'' şeklinde yorumlayıp , destek vermezse demokrasi kültürünün , askeri de uzak tutarak, toplumun kendi içinde gelişmesini nasıl sağlarız ? Saygılarımla,


TeomanTörün IP: 88.240.145.xxx Tarih : 3.02.2008 21:56:25

Sayın Bakan, Bu çoğunluk, bir yandan evli kadınlarla zina yapıp bir yandan Said-i Nursî'nin elini öperek milletin ahlakî değerlerini saptıran oy avcısı demagoglar; meslekî kazançlarını yeterli görmeyip din rantına göz diken ve Ulusun çağı yakalaması hiç umurunda olmayan yüksek tahsilli, vicdansız millî görüşçüler tarafından yaratıldı. Toplumun nereye gideceğinin sen farkında mısın? Başbakan Batının ahlâksızlığını alyoruz endişesini dile getiriyor. Şeriatın hüküm sürdüğü ülkelerdeki gizli işret âlemlerini, gulamcılığı, muta nikâhı diye denetimsiz fuhşu, alkol yasak diye gençlerinin yarısının esrarkeş olduklarını, liderlerinin, krallarının, emirlerinin Batıda çılgın gibi sefahate daldıklarını, başdan aşağı riyakârlıkla meluf olduklarını biliyor musun. İşte Atatürk devrimleri böyle bir ahlâksız yapının ortadan kaldırılması içindi.


ay bakan IP: 88.229.15.xxx Tarih : 2.02.2008 21:13:37

Basının değerli kalemleri, sosyal bünyenin nabzını iyi ve doğru tutmakla görevli.Yüz elli yılı açkın 'yenileşme'çabası içinde olan toplumumuzun,zaman zaman yeniliğe karşı gösterdiği refleksi basın 'iyi ve doğru' okumalıdır.Reformlar halk için yapılıyorsa,onun kabullerine olduğu gibi reddine de saygılı olunmada ölçü yok mu?Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar aydın kesimin;son çeyrek asırda,güdümlü siyasetin, halka tepeden bakışı toplumsal uzlaşıyı dinamitleyen geleneğin temelini atmıştır.Çoğulcu demokrasiye geçileli,bir türlü çoğulu oluşturan halkın reyini kabul edemeyen aristokrat ve elit zümre,daha da ileri giderek,'bir aydınla,bir halkın oyu nasıl eşit olabilir?'demeye başladılar.Temel hak ve özgürlüklerin paylaşımında bile anlaşamamış bir toplumda,uzlaşı kültüründen söz etmenin erken olduğu doğrusu tartışılabilir.Soruyorum:'İhtilaf-ı rey-i ümmet' için uzlaşı ararken kimin görüşü makbul kabul edilecek?Meclis ,asker ,halk ,Yüksek Mahkeme ,basın ,üniversite..?Çoğunluğa,şimdilik tahammül edilemeyen nev-i şahsına münhasır demokrasimizde,keşke 'hepsi' kültürü bu topraklarda makbul sayılsa.Malesef ,marazi sabık kültür,'azınlık' tahakkümünden malül.Gün doğa,güzel ola..


hasan ünal IP: 88.235.89.xxx Tarih : 1.02.2008 19:21:47

ben anlamadım nenin tartışmasını yapıyorsunuz.1980 ün 12 eylülünü tartışın.kenan evren bey .i yarğılayın.kime söz vermiş sayın evren suçlu olanlar tekrar halk karşısında milletvekili olmadımı.snuç yok.devam chp yi yarğılayın .o kime söz verdi akp i iş başına getirdi sizler boş işlerle uğraşın abd milletin başına çorap değil bagımsızlığını bayrağını alsın gittin. akp için sorun değil onlar zaten vatansızlığı kabul etmiş. %53 halkın ne yapmalı bunun cevabını aradınız mı. ben emekli öğretmen suçluluk bizdede var.


TeomanTörün IP: 88.240.145.xxx Tarih : 1.02.2008 11:01:22

Uzlaşma kültürü, bu kültüre sahip olan toplumlar için gerçekden harika bir toplumsal değer. Ne varki, buna sahip olmak. tarihsel ve coğrafî bir şans meselesi. Bu kültüre en rafine biçimde sahip İngilterede bu kültürün resmî başlangıç tarihi 1215 yılı; yani, osmanlıların, tarihin en gürültülü kavimler göçlerinin yaşandığı bir coğrafyada Devlet kurmasından 84 yıl (nerede ise 1 asır) önce.. Ayrıca, bir ada ülkesi olarak izole kalabilmenin avantajından yararlanan İngiltere, Kilise tasallutundan da kolaylıkla masun kalabilmiş; bunun etkisine her zaman karşı koyabilmiştir. Diğer Avrupa ülkelerinde bile "hoşgörü ve uzlaşma kültürü", demokrasi oradaki kolaylıkla teessüs edemedi; aydınlanma oradaki kadar kolaylıkla gelişemedi. Saint Barthelmy'ler, Fransa İhtilâli terörleri yaşandı. Dolayısile "uzlaşma ve hoşgörü" bir Anglo-Sakson kültürü olarak kaldı. Bazı zamanlar, Lalelideki Üniversitenin önünden geçerken "Allahüekber" avazeleri ile terör yaratan grupların seslerini duyuyorum. Buna karşı ne yapmalı dersiniz, Nazmi Bey.