29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Şeriat,Laiklik ve Türban Tartışmaları (VI)


6-DEVLETİN DEĞNEĞİ, MİLLİYETÇİLİK VE KOMPLO TEORİLERİ

Devletten geçinenler, çıkarları için, egemen oldukları devleti, kendilerinden yana olan milleti ve sömürdükleri ülkeyi çok sevmişler, bayrak yapmışlar, yüceltmiş kutsallaştırmışlardır. Çıkarlarına ters düşen devlet anlayışını ise vatan hainliği, millet anlayışını bölücülük olarak nitelendirmişlerdir.

Yöneticilik ve yönetme sanatının tam da zıddını başarıyla sürdüren bu kişi ve kurumlar, ülkede hep olaylar çıkmasına, olayların abartılıp tırmandırılmasına, gerilim ve çatışma ortamlarından avantaj sağlamaya çalışmış; sorunu çözmek, anlaşmak, uzlaşmak ise, hep aşağılanmış ve bunlardan uzak durulmuş; anlaşma, uzlaşma taraftarları korkaklık ve döneklikle suçlanmış; her konuda rest çekmek, diklenmek marifet sayılmış ve şahinlere tapılmıştır.

Örneğin 2007 Nisan krizleri, bu efelenmeler ve restleşmeler tarihine çok güzel bir örnektir. Şöyle ki: ana muhalefet, seni cumhurbaşkanı yaptırmam diye rest çekmiş, dönemin cumhurbaşkanı rest çekmiş, meydanlarda halkın bir kesimi rest çekmiş, başbakan bu restleri görmüş ve orduda herkesin restine rest demiştir.

Bu hiçbir batılı, çağdaş ülkede görülmeyen, ancak şark kültürünün egemen olduğu üçüncü Dünya ülkelerinin politikasıdır.

TC'nin siyasi tarihi, bu restleşmelerin tarihi gibidir. Komplo teorileri ile yaratılmış, komplo yazmaya müsait bir resmi tarihi vardır. Gerçekler bu tarihte: ya acınma noktasına indirgenmiş, ya görmezden gelinmiş, ya da kutsallaştırma noktasına çıkarılmıştır.

Dolayısıyla bu sapmalar; yeni tarih arayışlarına neden olmuş, sonuçta resmi tarihe alternatif arayışlar, bazen olumlu, ama bazen de daha da sapık tarih kavramlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bunlar bu güne dek pek çok insan tarafından yazılmış söylenmiş ve pek dikkate alınmamış da olsa, ben de Nisan ayı başında gidişatın restleşmeler doğrultusunda darbe davetçiliğine dönüştüğünü ve bunun ülkeye vereceği zararları, altı gün boyunca Antalya’da çıkan Hürses Gazetesinde yazmıştım.

Yazdıklarım büyük oranda gerçekleşerek, arkasından muhtıra da gelince, cumhurbaşkanlığı seçimi hepten krize girdi. Ve arkasından bir de Anayasa Mahkemesinden darbe alarak erken seçime gidildi. Bu durumda ben de yazdıklarımın öncesine, sonrasına ve biraz da perde arkasına bakarak, Nisan 2007’nin tarihini yazmaya karar verdim. Gördüm ki bu tarih: şeriat, laiklik ve türban tartışmalarının tarihiydi.

Bu kitabın önsüzünde, bu tartışmaların burada bitirilmesini dilemişim; ama bitmemiş.

Bunları yazarken olabildiğince tarafsız olmaya çalışarak, değişik görüşlere yer vermeme rağmen, olayların yorumunda kendi düşüncelerime de yer vermem nedeniyle, düşünce ve olaylara taraf oldum. Akıl, bilim ve çağdaşlık adına, içi: hak ve özgürlüklerle donatılmış demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti adına, çağdaş bir cumhuriyet adına, taraf oldum. Bu yüzden, bilimsel bir eser olmaktan çok Türkiye’nin sorunlarına dair düşünce ve çözüm önerileri diyebileceğimiz bir yapıt ortaya çıktı.

Herkesin katıldığı kadar, karşı çıktığı düşünceleri de içerdiğine inandığım Nisan 2007 Krizleri, umarım yaşadıklarımızdan daha fazla ders almamıza neden olur; rejimi, yönetimi ve olayları daha objektif değerlendirme olanağı sağlar. Dilerim bizi yeni krizlerden korur ve bu kısır tartışmalar Nisan 2007 de kalır.


Ama türban tartışmaları Nisan 2007’de kalmadı maalesef. Hatta 2008’e de türban tartışmalarıyla girdik ve şimdi yeniden türbana geldik. Kabuğumuzu kıramadık, çemberden çıkamadık, bir çözüme ulaşamadık. Çözüm yok çünkü.

Çünkü çözüm için akıl gerekli. Hoş çözsek sorun biter miydi; asla. Bu kez pisuvara işemenin mekruh olup olmadığı gündeme gelirdi. On sene sonra, türban değişik bir modelle karşımıza dikilebilirdi.

Görüldüğü gibi ülkemizde bu yanlışlardan dönmek hiç de kolay değildir. Çünkü her şey yaşanılarak öğrenilir. Ülkemizde insanlara cumhuriyet: öğrenilir ve gereği istenir endişesiyle, özellikle yaşatılmamış, yaşanıyormuş gibi yapılmıştır. Ayrıca sorun, Şark Kültürünün kurnaz tuzaklarını içermektedir.

Zaten mevcut anayasa ile batılı anlamda çağdaş bir cumhuriyeti yaşamak da kesinlikle mümkün değildir. Çünkü anayasamız, hak ve özgürlüklerden çok dayatmalar ve sınırlamalar içermektedir. Çağdaş bir anayasa gibi pek çok hak ve özgürlüğü önce veriyor gibi yapar ama, sonraki maddelerde, sınırlama adı altında geri alan ve devletin keyfiyetine bağlayan bir özellik gösterir.

Yayın Tarihi : 16 Şubat 2008 Cumartesi 11:56:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?