20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Soğuk Savaş Sonrasında Milliyetçilik (2)


2- MİLLİYETÇİLİK OLMAZSA, DÜNYA YÖRÜNGESİNDEN Mİ ÇIKAR?

Milliyetçilik fikirlerinin yayılması ve milli devletlerin kurulması, insanların başka milletlerin esaretinden kurtulup, kendi milli devletinin yönetiminde özgürce yaşaması gibi, doğru, haklı ve yüce bir duygu olarak algılanmıştır hep. Bu yüzden aklı başında aydın insanlar, yazarlar, çizerler ve sanatçılar, milliyetçilikten yana taraf olmuş ve milliyetçiliği desteklemişlerdir.

Kimliksiz ve sıradan insanların ise, yalnız ve sahipsiz olmayıp, bir millete ait olmasına ve millet için önem taşıdığına inanarak kendisini daha değerli bulmasına neden olduğundan ve milliyetçilik toplumda genel geçer bir düşünceye dönüştüğünden, onlar için de, daha iyi bir sığınak olmuştur. Ve başlangıcından bu güne dek de, bu görüş geçerliliğini aynen korumaktadır. Yani, hak adalet gibi, barış sevgi gibi, özgürlük ve demokrasi gibi, milliyetçilik de saygın bir kavram olarak varlığını sürdürmektedir.

Soğuk savaş sonrasına dek, benim için de böyleydi.

Oysa soğuk savaşın sona erip de, geleceğin tarihini yazan ABD’li büyük gelecek tarihçileri, yirmi birinci yüzyıla milliyetçilik savaşlarının damgasını vuracağını söyleyince, kafam karıştı. İlk kez milliyetçilikten şüpheye düştüm ve düşündüm; geri dönüp baktığım zaman, milliyetçiliğin kafalarımızda iyi ve güzel taraflarıyla yer ettiği gibi, temiz bir duygu olmadığını, hatta kötü amaçlarla daha fazla kullanılmış olduğunu gördüm. Bu yüzden daha fazla gecikmeden, yol yakınken milliyetçiliğin artık masaya yatırılıp sorgulanması ve herkesin milliyetçilik anlayışıyla yüzleşmesi gerektiğine inanmaya başladım.

Gerçi bu güne dek milliyetçilik adına işlenmiş pek çok soykırım olayında, milliyetçilik bir yönüyle sorgulanıp lanetlenmiş de olsa, bu durum o olaylarla sınırlı kalıp, gerçekte milliyetçilik bundan çok farklı bir kavrammış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü milliyetçilik devletler ve çıkar grupları için çok gereklidir. Soykırım tanımını belirleyen özelliklerin en önemlisidir. Fakat olumsuzlukları görmezlikten gelinerek, hep yüksek ve saygın bir değer gibi gösterilmiştir.

Peki gerçekten böyle midir? Milliyetçilik hiç olmazsa, dünyada ne eksilir, ne değişir? Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi milliyetçilik zaten insanın doğasında vardır. Yaşama hak ve arzusunun, güvenlik ve savunma içgüdüsünün ortaya çıkmasıdır. Milliyetçiliğin kişisel bir özellik gösteren bu tipine “doğal milliyetçilik” dersek; bununla, Fransız ihtilalinin ortaya koyduğu ve özünden tamamen saptırılmışken, Atatürk’ün doğal ve insani değerlerle, akıl temelinde yeniden biçimlendirdiği “toplumsal milliyetçilik,” zaten insanların özünde vardır. Önemli olan, doğal milliyetçiliğe sevginin, toplumsal milliyetçiliğe akılın egemen olabilmesidir. Birincisinde insani duygular, ama ikincisinde mutlaka akıl olması gerekiyor.
Kişisel bir kimlik olarak ise milliyetçilik, zaten Fransız ihtilalinden önce de vardı. Bu gün de en kozmopolit toplumlarda bile varlığını sürdürmektedir. Öyleyse doğalı oturmuş, yerleşmiş ve daha insani bir kavramken, ayrıca her alanda yapay milliyetçilikler yaratmaya ne gerek vardır?

Bunlara ilaveten milliyetçiliğin, belli hedeflere ulaşmak için, keyfi olarak desteklenmesi, körüklenmesi ve insanların çatışmalara sürüklenmesiyle, milliyetçiliğin üçüncü biçimi: “çıkar milliyetçiliği” gündeme gelmektedir. Çıkar milliyetçiliğini, kişiler, kurumlar ve her türden gruplar kullanabilir. En çok da devletler vatandaşlarını belli yönlere yönlendirme amacıyla kullanır. Bu amaçla her yola başvurulur, her tür risk hesapsız alınabilir ve din, tarih, kültür bu amaçla çarpıtılabilir. Çıkar milliyetçiliğinde milliyetçilik, çıkar gruplarını amaçlarına ulaştırabilir ama, halk açısından bakıldığında, daima milletin aleyhine işleyen bir kavram olarak, milletin harakiri yapmasından başka bir şey değildir; diye düşünüyorum.

Hatta bırakın bugününü, ta en baştan milliyetçilik gerçekten gerekli bir şey miydi? Bu amaçla yapılan savaşlara, katliam ve kayıplara değdi mi? İmparatorluklardan ayrılarak, milli devletlerini kuran milletler, kendi milli devletlerinde daha mutlu olabildi mi? Yoksa eskiden imparatorluğun kölesi iken, bu kez kendi devletinin kölesi mi oldu? Hayatında ne değişti? Dönüp bir bakmak gerekir. Ve aslında devletler devam ettikçe kötülüğün ortadan kalkması mümkün değildir. Çünkü bütün kötülükler sanıldığı gibi insandan değil, devletlerden kaynaklanmaktadır.

Örneğin Avusturya’dan ayrılan Macaristan ve Osmanlıdan ayrılan Yunanistan’ın bağımsızlıkla kazancı ne olmuştur? Tuhaf ama, bu güne dek olaylara hiç bu açıdan bakmadığımı ve kimsenin de böyle bakmadığını fark ediyorum. Fransız İhtilalinden önce, Osmanlı yönetiminde Yunanlılar esir veya köle miydi, kötü muamele mi yapılıyordu, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmeleri mi engelleniyordu? İmparatorluktaki başka milletlerden olan insanlara sunulan olanaklar, Türk kesime sunulanlardan daha mı azdı?

Tüm bu soruların yanıtlarına baktığım zaman, sadece devletin kurucu halkı olan Türklerin mağdur olabileceğini düşünüyorum. Çünkü onlar asker ve çiftçi olarak, devlet gemisini korumak, beslemek doyurmak ve batırmadan düzgün yürütmekten sorumluydu. Yani gemi personeliydi. Ötekiler ise kamaralarda, güvertede seyahat eden yolcular gibi. Ülkenin sorumluluğu kendisine ait, ama sanayi ve ticaret gibi kazanç yolları başkalarına aitti. Ayakta tutma savaşı sana ait, kullanma ve keyfini çıkarmak başkalarına.

Örneğin Yunanlılar, askerlik yapmayıp, dört milyon kilometrekarelik Osmanlının tüm ithalat ve ihracatını yapıp, tüm limanlarında deniz ticaretini yürütürken, yüz bin kilometrekareden az bir toprakta bağımsız olduğu zaman gelirleri daha çoğalmış ve Yunan halkı daha mutlu olmuş mudur? Osmanlı yönetiminden daha rahat ve refah içinde yaşayabilmiş midir? Gerçi devleti eline geçirenler ve onların çevresi yaşamış olabilir, ama halk için aynı şeyler söylenebilir mi?

Bildiğim kadarıyla Yunanlılar Osmanlının en zengini iken, bağımsılaştıktan sonra, 1960’lı yıllarda bile hala Türkiye’den fakirdi. Ancak AB üyesi olduktan sonra toparlanabildi. Osmanlının kara ticaretini elinde tutan Ermeniler de hala (en azından Ermenistan’dakiler) Osmanlıdaki refah sevilerine hiç ulaşamamışlardır.

Bu örneklere baktıkça, milliyetçiliğin milletlere bir kişilik, bir kimlik, belki boş bir gurur getirse de, insanlığın yararına olmadığını düşünmeye başladım. Milliyetçilik olmasa, Türk, Kürt, Ermeni, Rum: aynı tarih ve kültürün, aynı coğrafyanın insanları olarak daha mutlu ve kardeşçe yaşayabilir ve birbirimize yaptığımız kötülükleri, müşterek refahımızı yükseltmek için kullanabilirdik.

Yönetsel haksızlıklar, toplumsal ayrımlar varsa eğer, bunlar eğitimle, ihtilalin getirdiği öteki değer ve düşüncelerin işletilmesiyle, yani adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi ve ulusal egemenlik kavramlarının harekete geçirilmesiyle çözülebilirdi. Bunların sağlandığı yerde de milliyetçilik; bugün Sydney, Newyork, Amsterdam, Paris ve Brüksel gibi kentlerde olduğu gibi gereksiz ve ilkel bir duygu olarak kalırdı.

Gerçi tarihi bugünün bakış açısından değerlendiremeyiz. O yüzden belki o dönemlerde milliyetçiliğin yüksek beklentiler içermesi nedeniyle, vazgeçilmez ve engel tanımaz bir sele dönüştüğü düşünülürse, gelinen nokta bir ölçüde olağan sayılabilir. Fakat bundan sonrası için geçmişi iyi değerlendirmek zorundayız. Örneğin soğuk savaş sonrasının da, milliyetçiliğe tahsis edilmesinin ne tarih, ne zaman ve nede akıl ve bilimle bir ilgisi olamaz, olmamalıdır. Çünkü insanların artık birlikte daha mutlu olduğunu gösteren pek çok örnek vardır.

Örneğin ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler, bu şartları sağladığı ve insanları memnun olduğu için milliyetçilik hiç sorun olmadan, her milletten insan bir arada yaşayıp giderken, milli kimliğini de koruyabilmektedir.

Dağılan Sovyet Cumhuriyetleri, Bağımsız Devletler Topluluğu; Avrupa AB olarak bütünleştikçe, ekonomik ve kültürel her yönden güçlenmekte, buralarda insanların refahı, eskisine göre daha çok yükselmektedir. Bu yüzden gidişatın bütünleşmeler yönünde olması gerekirken, gelişmişlerin milliyetçiliği kullanarak, az gelişmişleri daha çok parçaya bölmeye ve çatıştırmaya çalışmasını, doğru bulmak ve buna alet olmak, bilmem ne kadar doğru ve insanidir.

Bu gün için daha çok bölünmelere, daha çok parçalanmalara neden olduğundan, daha fazla güvenlik sorunu getirdiği ve bunun da daha çok silahlanma yarattığı düşünülürse, bence milliyetçilik iyi mi olmuştur, kötü mü diye oturup bir daha düşünülmelidir. Özellikle de gelişmişler kendi ararlında birleşip bütünleşirken, az gelişmişlerin, milliyetçiliği kullanarak, vilayetler düzeyine dek bölünmek istenmesi üzerinde ciddiyetle düşünmek gerekir diyorum.

Yayın Tarihi : 31 Mayıs 2008 Cumartesi 00:23:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?