18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi geçerse

Evet sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi geçerse ne olur? Elbette ki darbe olur. Çünkü ekonomik gelişme her zaman için sizin elinizin altındadır; ama sosyal gelişmeyi sınırlayamazsanız, ipler elinizden çıkabilir. Onun için devrin genelkurmay başkanı önce “sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aşmıştır” diye gerekçeyi ortaya koyacak sonra da darbeyi vuracaktır.

“Yani geçmesin mi? Sosyal gelişme olmadan ekonomik gelişme nasıl olacak” diye bir sorgulamaya kalksam sanırım yazı makale boyutlarını çok aşıp hatta bir kitap yazılacak. Onun için bu generalimizin bu veciz sözü orada duradursun, kitaplıklarda denetimler ve bir yazarım on eserinden bir tanesinde bir paragrafla bile olsa sistemi eleştirmesi, komünizm taraftarlığı olarak algılanıp, kitaplarının tamamı kademeli olarak kaldırılmaya başlandı. Sansür geldi. Ortaokul çocuklarının yaptığı bir resim veya yazdığı bir şiirde bile siyaset arandı. Birkaç çocuk ceza alınca öbürleri de yazmaktan çizmekten vazgeçti. Okullarda okuma, yazma çizme neredeyse yok denilecek düzeye geldi. İnsanın kendisini ifade etme yolları kapatıldı.

Gönen’de 19 Mayıs Töreni hazırlıkları 1963

Ama 70’li yıllarda yetişkinlerde, okumak bir alışkanlık olduğu kadar, bir moda olarak da devam ediyordu. Ve yönetim de bunlara göz yumuyordu. Çünkü bu durum sağı ve solu kemikleştirmek, birbirine düşürüp, çatıştırmak, karşı partiye ret duygusu geliştirerek oyları kemikleşmesi anlamına geliyordu. Asker de her an için olaya müdahale edebilme olanağını elinde bulunduran bu sistemi, istediği zaman istediği gibi kullanıyordu. Ayrıca yönetim gerektiğinde hoşuna gitmeyen birisini tutuklamak için kitabı evinde bulup, tutuklama gerekçesi sayabiliyordu.

Türkiye’de okumanın, yazmanın, kültür ve sanatın, yani insan olmanın başına gelen en büyük felaket ise 12 Eylül darbesi olmuştur. Hatta bence 12 Eylül bir milletin başına gelebilecek en büyük felakettir. 12 Eylül, bilime sanata, kitaba ve insani olan her tür değere karşı açılmış vahşi bir savaştı. 12 Eylül aynı zamanda, kendi dayatmalarını Kemalist dayatmalar gibi gösterebilmek için, Kemalist bir görüntü altında, Atatürk ve Atatürkçülüğe karşı da açılmış sinsi bir savaştı.

Ama işin bu tarafı konumuzla ilgili olmadığı için yine kitaba, sanata ve insana gelecek olursak, kitaplarımı önce yakıt olarak kullandığım, bir ton kadar testere tozunun altına sakladım. Sonra komşum ve arkadaşım kimya öğretmeninin evinin didik didik arandığını ve çalışma defterinde, derse hazırlık olarak yazdığı kimya formüllerinin, patlayıcı yapım formülü sanılarak tutuklanmasından sonra, ben de kitaplarımı sakladığım yerden çıkarıp banyo sobasında yakarken duyduğum ıstırabı ve utancı hayatım boyunca hiç unutamadım.

O yıllarda Burdur Cumhuriyet Lisesinde tarih öğretmeniydim ve okul kütüphane’den kaldırılacak eserleri saptayacak komisyonun başkanıydım. Koca kütüphanede ansiklopediler, ders kitapları ve test kitaplarının dışında hiç kitap kalmadı. Kalan Tacüt Tevarih, İdrisi Bitlisi, Kısas-ı Enbiya gibi tek tük Osmanlıca kitabı da zaten kimsenin okuyup anlaması olanaksızdı.

Bu temizlikten sonra Cunta yönetimi çok sinsi bir kurnazlıkla, dünyadan gelen eleştirileri karşılamak için okul kütüphanelerine kitap alınması için ciddi miktarda paralar gönderdi. Fakat alınabilecek kitaplar yasaklı olduğu için, genellikle üniversiteye hazırlık amaçlı test kitapları alındı. Ama para bitmediği için dini yayınlar ve ansiklopediler alındı.

Neyin yasak neyin yasak olmadığı da tam olarak belli değildi. Elinde kitapla yakalanırsan bu tutuklanman için yeterli olup, kitabın yasak olmadığı anlaşılsa bile içerde geçirdiğin sürede, dünyanın ve insanlığın görebileceği en adi işkencelerden nasibini almış oluyordun. Öyle sanıyorum ki, Türkleri aşağıladığı için karşı çıktığımız Gece yarısı ekspresi filminde ki işkenceler, 12 Eylül işkenceleri karşısında masum kalabilir.

İşte kitap öylesi, her an için elinde patlamaya hazır, pimi çekilmiş bir bomba ise, bunu kim eline alabilir. Sanıyorum bunlar bu günlere nasıl gelindiğini ve bugünkü insan yapımızı biraz olsun açıklar diye düşünüyorum. Üstelik artık üniversite sınavları da, test tekniğindeyse; olaylara, nedenlere ve ayrıntılara inmeden sonuçlar arasından bir seçmeyse; okumak, yazmak, deney ve gözlem yapmak neye gerekti? Yani kitaba en büyük darbe üniversitedir diyorum.
 

Yayın Tarihi : 7 Ekim 2012 Pazar 15:45:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?