20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Tahran, Kars, Tiflis

Cumartesi sabahı kahvaltı yapmadan saat 8.30’da otelden çıkıp, mücevher müzesini aradım. Yakınlarda olduğunu sanıyordum. Geçen sene gelişimde Cuma olduğundan kapalıydı. O yüzden şimdi garaja gitmeden gezmek istedim.

Fakat uzakta olduğunu öğrenince vakit kaybetmeden bir taksi bulup, Azadi Otogarına gittim. Arabanın Tiflis’e benden başka yolcusu yokmuş. Bu yüzden bir saat gecikerek iki yolcu daha buldu. Gerisi İran içinde yol boyunca Zencan, Tebriz, Hoy ve Pazargan’da inen yerli yolcuydu.

Tahran’da bir meydan

İki gün içinde Bajgiran’dan Pazargan’a, yani Türkmenistan sınırından, Türkiye sınırına gidecektim. Bin kilometreden fazlasını geldim, Tahran’dan Pazargan arası da,1000 km’ye yakındı.

Arabanın yarısı dolmuştu, ama sınıra vardığımızda, iki şoför üç yolcu, beş kişi kaldık. Gece saat 02.30’da Pazargan’da gümrüğe girdik. İran gümrüğünden yürüme hızında 6-7 dakikada geçtim. Öteki iki yolcu İran Gümrüğünün oturma salonuna geçip oturdular. Ben hızla Türkiye gümrüğüne geçtim. Burada da beş on dakikada işlemlerim bitti. Zaten pasaport kontrolü dışarıda yapılıyordu. Polis bir kulübede, orada sıraya girip pasaportunuzu damgalatıyorsunuz. Yani bir salonun içinde falan değil.

Gece saat iki buçuk, Pazargan’dan Gürbulak’a (Türkiye’ye) geçmişsiniz, hava buz gibi. Eşya kontrolü de otobüslerin yolcularını alacağı yerde yapılıyor. Doğruca oraya gidip eşyaları XR cihazından geçirip çıktığımda saat daha üçe gelmemişti. Gümrükte TIR’lar bölümünde yığılma kilometrelerce uzadığı halde otobüslerde fazla bir yığılma yoktu. Bir saatte geçer ve en geç 03.30’da otobüs gelir diye düşünüyordum.

Küçük ve Büyük Ağrı’nın gece gümrükten görünüşü

Ağrı Dağı tarafından hafif bir rüzgar geliyordu. Fakat buz gibiydi. Bir çocuk anasının kucağında felaket öksürüyordu. İki kişi bir battaniyeyi birlikte örtünmüşler, herkes büzülerek bedenini küçültmeye çalışıyor, ben rüzgardan korunmak için kontrol kulelerinin kuytu yerlerine saklanmaya çalışıyorum. Sırtımda cekete rağmen üşüyorum. Sürekli dikelmekten ayaklarım ve belim ağrıyor. Ara sıra kısa mesafeli yürüyorum. Bu arada gündüz çok sıcak olduğundan kısa kollu gömlekle gelenler de var. Tir tir titriyorlar. Tam bir felaket.

Salon sıcak, lüks, konforlu, rahat ama olması gereken yerde değil. Otobüs salonun önünden geçmeyecek. Oraya lüks salon yapacağına şu XR cihazının çıkışına üstü kapalı üç duvarlı bir yer yapılsa lüks solondan bin kat daha faydalı olacak.

Otobüsü gelenler binip gidiyor. Bizim otobüs saat 04.00’e doğru gelebildi. Önünde üç tane İstanbul arabası vardı. Nihayet 04.30’a doğru öndekiler gitti, bizim araba en öne geçti. Aslında yolcular eşyalarını alıp gümrükten kendileri geçiriyordu. Fakat arabanın içinden bir sürü paketler indirip XR cihazına koydular. Bu arada bir görevli otobüse gitti. Sonra XR cihazının telefonundan bir yeri arayarak, “Deponun biri boş diyor. Orta depoyu XR cihazına sokmadan anlayamayız” diye arabanın plakasını söyleyince “Eyvah bu bizim araba” dedim.

Yaklaştıkça Ağrı Dağı büyümeye başladı

Şoför, muavini azarlıyordu. “Tek depo ötekiler boş. İsterseniz bakın desen geçerdik. Ne diye şu depo bu depo diye geveledin” diyordu.

Ne yazık ki otobüs mazot kontrolüne gitti, biz kaldık yine soğukta. Bu arada ortalık da ağarmaya başlamıştı ki; ilerde iki sivri tepe belirdi. Sipsivri iki küçük tepe. Yanımdaki öteki Tiflis yolcusu “Ararat” dedi.

“Yok canım. Ararat bizim en yüksek dağımız. Beş bin metreyi geçen bir dağ böyle küçük tepe gibi mi olur” dedim, o ısrar edince XR cihazının görevlisine sordum. “Evet Ağrı Dağı” dedi. Şaşırdım, “Ama çok küçük görünüyor” dedim. “Sen şimdi giderken iyi bak, 5-10 km sonra nasıl büyüyor” dedi.

Neyse bizim otobüs saat 05.00’i geçerek geldi. Binip yürüdük. Aslında uykusuzdum. Toplam bir –iki saat ya uyumuş, ya uyumamıştım. Ama Erzurum Hopa arasında uyurum. Nasıl olsa orayı 25 gün önce gördüm diye düşündüm. Bu yüzden Ağrı dağını uykuya feda edemezdim. Doğubayazıt’a kadar izledim ve fotoğraflarını çektim.

Hanak’tan sonra orman başlıyor

Buradan sonra biraz uyumuşum. Otobüs bir benzinliğe girdi. “Kahvaltı molası mı” dedim; “Evet” dedi. Hasankale girişinde her zamanki mola verilen restorandır diye düşünüyordum, ama değildi. “Eh firma farklı olunca farklı yerlerde durabilir diye düşündüm. Restoran da iki Gürcü kadın vardı. Burası nere diye sordum. “Garz” dedi. Küçük bir köy falandır dedim. Fakat masada kahvaltı yapan iki kamyon şoförü buranın Kars olduğunu söylediler.

“Allah, Allah, bizim ne işimiz olur Kars’ta” dedim önce, fakat sonra Hopa’ya, Ardahan Artvin yoluyla gideceğiz galiba diye düşündüm. Ama kamyon şoförü, “Posof’tan gideceksiniz. Burası yeni kapı ve çok kısa” dedi.

Restoranda iki kamyon şoförüyle bir de ben vardım. Gidip yüzümü yıkayıp geldim. Kadın kahvaltı için bir sürü şeyler saydı. Canım hiçbir şey istemiyordu.

Biraz sonra öteki yolcu geldi. Mercimek çorbası içiyordu. “İyi mi” dedim; “İyi” dedi. Bir çorba da ben söyledim. “Otobüs nerede” dedim, “Mazot boşaltıyor” dedi.

Demek ki bizim otobüsün fazla mazotu gümrükte boşaltılmamıştı. Yani ya rüşvet verdi veya ceza ödedi ama depolardaki mazotu getirdi. Yoksa üç yolcuyla ve Antalya’da hava alanından şehir içindeki evinize ödediğiniz bir taksi parasıyla 2000 kilometre yolcu taşımak olanaksızdı.

Ilgar Dağına ilerledikçe çayır ve sular coşuyor

Mazot satışı bitince Kars’a girmeden, Susuz, Hanak, Posof yönünde yola devam ettik. Restorandaki Gürcü kadınlardan birisi de bizimle geldi. “Neden Gürcistan’da değil de burada çalışıyorsun” dedim. “Orada restoranda çalışana günlük 10 lira veriyorlar burada 30 lira alıyorum” dedi.

Hanak-Posof yolu, Ardahan-Hopa veya Erzurum-Hopa yollarına göre çok daha kısaydı. Ama Ilgar Dağını aşmak gerekiyordu. Bu yüzden kilometre olarak yol kısalsa da, saat olarak beklediğim kadar kısa olmadı. Ilgar geçidinde yol 2550 metreye dek çıktı ve oradan inişe geçti.

Hanak Yakınlarına dek dalgalı arazide her yer yemyeşil çayırlar ve çayırlarda yayılan sürüler vardı. Hanak yakınlarında orman başladı. Posof’a doğru, Ilgar geçidini aşınca, doğrusu hiç beklemediğim doğa harikası bir coğrafya ile karşılaştım. Dağların eğimi arttı, dikleşti, her yer gür bir orman tabakasıyla kaplandı. Posof gür yeşillikler içinde bir yamaçta şirin bir ilçeydi. Doğrusu gözümle görmesem burada böyle bir tabiat olduğuna asla inanamazdım. Bu da coğrafya bilgilerimizin ne denli yüzeysel olduğunu gösteriyor.

Posof Doğu Anadolu’dan çok Karadeniz’i andırıyor

Türkgücü sınır kapısında yeniden yurt dışına çıkış pulu aldım. Bir ay içinde bu Türkiye’den üçüncü çıkışımdı. Gümrük işlemleri hemen bitti. Karşı tarafta da uzun sürmedi. 15-20 dakika içinde sınırı geçip, Gürcistan içlerinde ilerlemeye başladık.

Sınırın Ötesinde Gürcistan tarafları da aynı engebeli yapı ve orman örtüsüyle kaplıydı. Batum’dan İran’a geçerken Çoruh vadisini görünce iyi ki, yanlış gelip de, bu yoldan geçmişim, Çoruh Vadisini doyasıya yaşadım demiştim ya, bu kez de Türkmenistan’a giremediğime üzülmeme gerek kalmadı. İyi ki geri dönüp, Türkiye’de bu güzel coğrafyayı gördüm diye sevindim.

Ama İran’ın Doğusunda Bajgiran gümrüğünden, Batısında Pazargan Gümrüğüne 2000 kilometreden fazla ve Bazargan’dan, Kars ve Tiflis’i de hesaplarsak, sonuç olarak üç bin kilometre yolu boşa kat etmenin ötesinde en azından dört beş gün de kaybettim. Aynı yolu Antalya’dan çıkıştan itibaren düşünürsek, Bajgiran’a dek 5.000 km. gidip, şimdi 3.000 km geri dönüyordum.

Ahiska

Yeşillikler içinde küçük Gürcistan köylerinden geçtikten sonra, ilk kent Ahiska’da durup, kaptanlar büyük şişelerde bira aldılar. Zaten öteki yolcu, İran Sınırını geçince Türkiye gümrüğünden de viski almıştı. Ahiska yeşillikler içinde kaybolmuş şirin bir kent. Bakımsız ama çok güzeldi. Buradan akan Posof Çayı, kocaman bir nehir gibi kentin içinden geçerek, Kura Nehrine kavuşmak için akıp gidiyordu. Kalesi sağlam ve görkemliydi.

Uzun süre engebeli arazide ve ormanların içinden, Posof Çayını izleyerek ilerledikten sonra, arazinin düzleşip ovaya dönüştüğü yerde, ormanlar bir ara savana dönüştüyse de, sonra tekrar gür orman olarak Tiflis’e kadar sürdü.

Tiflis yakınlarında bir tır parkında durduk. Otobüs kalan mazotlarının bir kısmını daha burada satarak, masrafları doğrulttu sanıyorum. Zaten bunların asıl kazançları yolcudan çok kaçak mazot satışındanmış. Devasa üç deposu olup, bunun birini kendi kullansa ikisini satıyordu.

Tiflis’e yaklaştıkça orman savana dönüştü

Saat 18.00’e doğru Tiflis’e geldik. Tiflis’e sanki kendi şehrime gelir gibi, içimde kaygılar, ürpertiler ve bilinmeyene gidişin yarattığı karmaşık duygular olmadan rahat girdim. Geçen sene de tam bu günlerde gelmiştim Tiflis’e; tam bir yıl olmuş. Ama geçtiğim her yer tanıdık ve sanki buralarda daha dün yürümüş gibiydim.
 

Yayın Tarihi : 23 Aralık 2012 Pazar 10:03:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?