Önceki yazılarımda da değindiğim gibi, bana göre Tarih, insanlık hafızasıdır ve ondan ders alınıyorsa bir anlamı vardır. Bu yüzden çok zengin bir tarih hazinesine sahip olmamız, insanlar onunla ilgileniyor, koruyor ve ondan faydalanılıyorsa övünç kaynağıdır. Ama eğer, faydalanılamıyor veya tarih insanlığın faydalanmasına sunulamıyorsa, yağmadan talandan korunamıyorsa, korunanı depolarda saklanıp çürütülüyorsa, utanç kaynağı olarak kabul edilmelidir.
Onun için Türkiye’deki Müzeler yıllar yılı içimde bir sancıdır. Benalüx ülkelerinde yirmiden fazla müze gezdim, hepsinin toplam arkeolojik eser zenginliği Burdur Müzesi kadar değildir. Ama Türkiye’deki müzelerin ne bu eserleri sergileyecek miktar ve büyüklükte salonları, ne de bunu tanıtma ve pazarlama yeterliliğine ve istekliliğine sahip bir personeli vardır.
![]() |
Burdur Müzesi |
Oysa müzecilik de bir ticarethane gibidir; bir personel ve pazarlama işidir. Ama personel açısından öncelikle şu anlayışın yıkılması gerekmektedir. Orada çalışan herkes, kendisinin orada görevlendirilme nedeninin o müze olduğunu ve ekmeğini onun sayesinde elde ettiğini unutmamalıdır. Müze onun için değil, o müze için vardır.
Müze memurluğunun ise bir depo memurluğu olmadığını; müzenin bir ülkenin tarihi ve kültürel altyapısı olduğunu; eğer tarih biliminden insanlık adına ders alınacaksa, bu derslerin en somut biçimde çıkarılacağı yerlerin müzeler ve ören yerleri olduğunu, bu yüzden çok önemli bir görev üstlenmiş olduğunu bilmesi ve bu bilince uygun çalışması gerekir. Ayrıca müze ve ören yerleri bir ülkenin en somut biçimde tanıtım alanlarıdır.
![]() |
İzmir Müzesinde bir soylu koltuğu |
Oysa büyük kentlerdeki bir kaçı hariç, Türkiye’de gezip dolaştığım müzelerin hemen tamamında görünen manzara, müzeler kuş uçmaz kervan geçmez, terk edilmiş dağ başları gibi tarihin derinliklerinde kaybolup girmiş gibidir. Ama Batıda müzeler cıvıl cıvıl insan kaynamakta ve darphane gibi para basmaktadır. Türkiye’deki eser bolluğu, sunum sıfır olunca hiçbir anlam taşımamaktadır. Öyleyse burada bir tanıtım, bir sunum zafiyeti ve ziyaretçiyle diyalog yetersizliği vardır.
Sagalassos’da zaman zaman müzelerin sorunlarını da önünüze getirip, bu sorunlarla yüzleşmenizi isteyeceğim. Müzelerin özelleştirilmesi ve yabancı personel çalıştırılması gibi çözüm önerileri getireceğim.
Fakat hemen hepimiz de biliyoruz ki, bu alandaki en önemli sorunumuz, belki de okullarda bize verilen ezberci tarih eğitiminin de etkisiyle, bu konulara duyduğumuz ilginin yetersizliği ve alanın sevimsizliğidir. Yani diyorum ki: ülkemizde müze ve ören yerlerinin ziyaretiyle ilgili olarak da çok önemli sorunlar bulunmaktadır.
Özellikle kendi halkımız, ören yerlerine “Görülecek hiçbir şey bulamıyorum. Hepsi de aynı: taş üstünde taş” düşüncesiyle yaklaşmaktadır. Bu yüzden ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğu, gördükleri üzerinde düşünebilen ve anlamlandırmalar yapabilen yabancılardır.
![]() |
Burdur Müzesinde yağ kandilleri |
Peki yerli ziyaretçi bu düşüncesinde haksız mıdır, derseniz; bence pek de haksız değildir. Çünkü bu durum insanların ilgisizliğinden çok, bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır.
Örneğin bir cadde üzerindeki evlerin, hatta genel anlamda ülkedeki tüm evlerin yaklaşık hepsi de birbirinin aynısıdır. Ama insanlar, “Ev dediğin hepsi aynı; pencerelerden, duvarlardan ve odalardan ibaret, görmeme gerek yok” demiyor, her evi görmek istiyor. Özellikle bayanlar ziyarete gittikleri evlerin adeta planlarını çıkarmak istiyor. Çünkü orada ne aradığını, neye bakmak istediğini biliyor. Fakat antik bir kentte, neyin ne olduğunu bilmiyorsanız, ören yerleri gerçekten de bir taş yığınıdır.
Onun için müze ve ören yerlerindeki her eser veya yapı hakkında, ayrı ayrı ve olabildiğince ayrıntılı, açıklayıcı bilgi levhaları dikilmesi, buralara ilgiyi artırır diye düşünüyorum. Çünkü bilgilenen insan bunun nasıl bir şey olduğunu düşünmeye ve beyninde canlandırmaya çalışır.
Bu konuda ben, bu eserleri izlerken hissedip düşlediklerimi, kısa hikayeler halinde aralara serpiştirerek, Sagalassos’un tarih ve bilimsel yönden üstümüzde ağırlık oluşturan taraflarını hafifletmeye, gezintiyi renklendirmeye çalışacağım.
Antik kentler genellikle kuş uçmaz kervan geçmez diye tabir edilen dağ başlarında bulunmakta olup, sorup danışacak bir görevlisi olmadığı gibi, yöre halkından birisinin oralarda bulunması da, tamamen şansa kalmış bir durumdur. Buralarda gezilecek harabe, uzaktan görünüyor olsa bile, oraya çıkacak yolu bulabilmek gerçekten büyük bir işkenceye dönüşmektedir. Ben Sart antik kentinde, Artemis tapınağından Akropole çıkmak için bir çalılığın içinde, yarım saatten fazla dolandığımı hatırlıyorum. Oysa yüz gram kırmızı boya ile akropole giden patikadaki taşlara üç beş metrede bir damla boya sürülse yol kolayca bulunurdu.
![]() |
Malgastara’daki bu mezar dinamit patlatarak açılmış. |
Antik kentlerin bir başka sorunu ise, kazı çalışmaları en alt seviyelerde devam ederken, öte yandan kaçak kazılar almış başını gitmektedir. Burada kaçırılan eserler biryana, ören yerleri felaket derecesinde tahrip edilmektedir. Genel yönetimlerin Osmanlıdan bugüne bu alanda tavrı, maddi bahanelerin ardına saklanarak tam bir duyarsızlık sergilemektedir. Oysa bu eserler bizim değil, tüm insanlığa aittir. Bu yüzden bunların böyle hoyratça tahribine göz yummaya kimsenin hakkı yoktur ve bence bunun hiçbir mazereti de yoktur.
Yarım milyon Suriyeliyi, on binlerce bankamatik memurunu rahatça besleyen, kızına anasına baksın diye maaş ödeyebilen bir devletin, on bin ören yerine on bin bekçi atayamamasının maddiyatla hiçbir ilgisi yoktur. Bence bu tamamen ilgisizlik ve vurdumduymazlıktır.
Sagalassos’da dolaşırken bu sorunları ben önünüze getirmesem bile, kendi içinizde duyumsayıp üzerinde düşüneceğinize ve vicdanınıza bu anlamda bir sorumluluk yükleyeceğinize inanıyorum.
nazmioner@mynet.com
memleketimde cocuklugumdan beri müze kelimesine tarihi eserlere hayran olur hayellerimde yasatirdim imkanlarda olmadindan bunlari görmek benim zaanimda cok zor du gün ola harman ola bu günlerde geldi memleketimde bazi müzelere gezdim gördüm bakimsiz düzensiz mi desem ne desem hayl kirikligina ugradim tarihi yerlerinde bazi evlerin citlerinde bazi evlerin temelerinde tarihi eserlere rasladim bir daha hayal kirikligina ugradim bu ugrayis bana bayagi tesir etmis olacakki müze tarih eserler deyince ne git ne gör tesirini yapmis olacakki bunu bir hayli kestim gene gel git derken avrupada bir müzeler bölgesine tesadüfen düstüm müzelerin binalari dis görünüs olarak tüylerimi diken etti iceri giris icerde gezis icerde yardimci Bilgi verenler adeta yardim icin elleriden geleni yapiyorlar hata yapanlar varsa da hemen Efendice ikaz ediyorlar yanasma elle dokunma vs. ben burada sergilenen eserleri gördükce yav siz bu eserleri burdan alin ben burada yatayim kalayim diye ic gecirmedim desem yalan olur bizdekileri de gördükce aman bunlar zaten tarih icinde tarih olmus Cabuk buradan cikayim bu tarihlikleri kendi haline zaten birakmislar bende birakayim diye ic gecirmedim desem yalan olur
dikatim ceken oldu ziyaret edenler genel olarak hep guruplar gördüm nerden bu Kadar guruplar geliyor dedim 1- gurup gelen a-yerli b- yerli ama baska sehirlerden c- tamamen yabanci turistler
a-yerli ve b- baska sehirden guruplar bu guruplari düzenliyen turizm sirketleri, özel firmalar is verenler kuruluslar cemiyetler vakiflar okullar yaslilar evi özürlüler evleri vs tabiki bunlarin fiatlari düsükmüs bazilari randevuludur bazilari öylesinedir genelde bu yerlerin bir kafeteryasi bir mola yeri vardir iste böyle böyle ama müzeleri müze gibi mi müze gibi gezmek ona göremi ona göre bizimkilerde kimsedarilmasin ama bize göremi bize göre gidende pisman gitmeyende pisman Bazilarida var mi var avrupaya bes cekermi cekerde neden bir kac tanesi bes cekecegine hepsi iyi olsada berabere kalsak gidelim görelim gurur duyalim memnun olalim fenami olur
Bu enerjinize hayranım, Hocam. Bilgisini yerinde pekiştirmek gayretine girenler öğretmenlerde de az bulunuyor. Doğal olarak sırf gezmiş olmak için değil de gezdiği yerlerde özel bir tecessüsle geziyorsa bu çok değerli oluyor.