20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Tarihi Doğru Değerlendirmek (1)


ZAFERLER AÇISINDAN MİLİTARİST DEĞERLENDİRME

Savaşlarda tek kazançlı, savaşın kendisidir. Yani yegâne kazançlı silah tüccarları ve simsarlarıdır ki, bunların kazançlı çıkması da, insanlık için daha büyük bir kayıp olup, yeni savaşlar için savaş ekonomileri daha fazla mesai yapacak demektir. Yakında yeni savaşlar çıkacak ve yine milyonlarca insan ölecek demektir.

Onun için tarih ve tarihçiler savaşlara: devletlerin, liderlerin, kahramanların zaferleri açısından değil de, savaşta ölen milyonlarca genç insanın yaşama hakkının elinden alınması açısından; geride kalan gözü yaşlı, acılar içinde yaslı yakınları açısından bakmalıdır. Ve insanlığın refahı için kullanılabilecekken, onun katli ve doğanın tahribi için boşa harcanan paralar bakımından bakmaları ve değerlendirmelerini buna göre yapmaları gerekir.

Yani sonuç olarak savaş vahşettir. Dolaysıyla savaşla öğünmek de vahşet sayılmalıdır. Savaşı kazanan taraf bile olsan, ölen insanları, geri de bıraktığı mağdurları, insanlığa ve doğaya verilen zararları düşünerek, savaştan üzüntü ve pişmanlık duymak gerekir. Savaşı tabulaştırmak kutsallaştırmak, vahşeti ve dehşeti, cinneti tabulaştırıp kutsallaştırmaktır.

Atatürk yaptığı tüm savaşları, zorunlu olarak, ülkesini savunmak zorunda kalmış bir insan olarak yapmasına rağmen, yapılan savaşlardan gurur duyan bir söylemi yoktur. Aksine mecbur kalmadıkça savaştan kesinlikle kaçınmayı savunur.

Olayın hep zafer tarafı görülüp, zaferler üzerinden tarihsel tespitler yapmaya kalkışmak, asıl tabloyu kaybetmeye, kayıplardan ders almayı engellemeye neden olmaktadır. Hep sınırlı başarılarla övünüp, başarısızlıkları karşı tarafın kalleşliğine dayandırarak, sorumluluklardan sıyrılmak, dış düşmanlıklar yaratmak ve bunların arkasına saklanmak, aynı hataların yenilenmesine davetiyedir.

Oysa Karşı tarafın hatalarının, yarattıkları haksızlıkların üstüne balıklama atlamak yerine –gerçekten varsa bile- “Bunlara karşı akıl ve bilimsel yollarla, kendimizi nasıl en iyi biçimde koruyabiliriz” in derslerini çıkarmak gerekir. Ancak böyle kendimize ve insanlığa yararlı olabiliriz.

Rest çekerek, meydan okuyarak, başarıları abartıp, tehditler savurarak bırakın kendimizi korumayı, başkalarının düşmanlık ve husumetini üstümüze çekmekten ve yeni savaşlara neden olmaktan kurtulamazsınız.

Tüm savaşlarda olayın yalnızca kazanç ve kahramanlık tarafıyla ilgilenerek, kayıpları önemsemeden, ölenleri ve çekilen açıları hesaba katmadan, kalanlar açısından, kalanlara şan şeref sağlaması açısından bakarak, doğru bir değerlendirme yapılamadığı ortadadır. Nasıl ortadadır derseniz, çünkü yüz yıllardır hep aynı hatalar yapılmaktadır. Yani hatadan ders almak yerine, hatanın üstü kahramanlıklarla örtülmektedir. Kafkasya’dan bile böyle bir sonuç çıkarılmaya, kalanlara gaz verilmeye çalışılmaktadır ki, bu ölene ve onun yetimine, duluna da saygısızlıktır. Kalanı da tehlikeye atmaktır.

Bu sistemde devamlı Susurluk ve Ergenekon çeteleri, mafya ve fedailerle tetikçiler yetişir. Bu soyguncuya, talancıya, bu çıkarcıya yarar. Milliyetçilik buralardan beslenir ve bu işlerin gübresi gıdasıdır. Ve tüm az gelişmişlerde milliyetçilik, bir kahramanlık ve bir üstünlük vesilesidir. Ama aslında acizlere sığınaktır.

Bu yüzden yabancı düşmanlığı ve karşının hataları üzerinden bir yere varamayız. Onları hatalı bularak kendimizi haklı çıkaramayız ve hatanın bedelinden kurtulamayız. Biz kendi hatalarımızı bulup dersler çıkarıp buna göre önlemler almak suretiyle, karşının hatalarını da bir ölçüde önleyebiliriz.

Karşı taraf çılgınsa eğer, aynı çılgınlıkla karşılık vermek yerine akılla hareket etmekte fayda vardır. Artılar, eksiler iyi hesap edilmeli, savaşın bir cinayet olduğu hatırda tutularak, bundan bir şölen veya şenlik havası çıkarmaya kalkışılmamalıdır.

Birinci Dünya Savaşı tam da Atatürk’ün “Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir” sözüne uyan bir savaş; yani bir cinayettir. Ve savaşın asıl yükünü, çilesini zorluğunu siviller çekmiştir. Olay kahramanlık boyutunun yarısı kadar sivil boyutuyla ele alınabilseydi eğer, tüm dünyada Napolyon’ların, Enver’lerin, Churchill’lerin ve Hitler’lerin önü kesilir ve kimse savaşı istemez hale gelirdi. Dünyaya M. Kemal’ler ve Gandi’ler egemen olurdu.

Ama ne yazık ki herkes savaşta karşı tarafı suçlayıp kendini temize çıkarmakta ve savaşın herhangi bir safhasında elde edilen cüzi bir başarısından zafer sarhoşluğuna kapılarak savaş kutsanmakta, coşkuya, düğüne bayrama ve sevince dönüştürülebilmektedir.

Oysa Birinci Dünya Savaşında sorumlu yalnızca emperyal güçler değil, savaşa katılmakla Osmanlı da onlar kadar hatalıdır. Osmanlı ülke ve insanları üzerine bir kumar oynanmıştır. Ama milletin kumar oynama lüksü bulunmadığından, canı pahasına ülkesini savunmak zorunda kalmıştır. Yerine göre 38 yaşında bir baba, onaltı ve onsekiz yaşındaki oğullarıyla birlikte aynı cephede savaşmış ve yine yerine göre üçünün de aynı savaşta öldüğü durumlar vardır.

Ama şu ana dek daha henüz bunun karısı ve yetimleri köyde hangi şartlarda kalmıştır ve bunlar şehit olduktan sonra yaşamlarını nasıl sürdürmüşlerdir sorusu sorulmamıştır. Tarih biraz da bunlarla ilgilenmeli ve bu soruları zafer sarhoşlarının yüzüne vurmalıdır. Geride kalanların çektikleri acılar, yoksulluk ve sefalet de kahramanlıklar kadar gündeme gelseydi eğer, dünyada savaşlardan nefret ederdi insanlar. Ama böylesi bir sorgulama, devletlerin varlık nedenini ortadan kaldıracağından, devletler savaşları kahramanlığa ve kazanca dönüştürerek; kanı, gözyaşını ve acıları aşağılayarak ya da görmezlikten gelerek, insanları savaş manyağı haline getirmişlerdir.

Ve bugün tarih dediğimiz şey de bunların hizmetindedir. Devletlerin, popülist propaganda aracıdır. Yani tarih insanlar dünyasının tarihi değil, devletler dünyasının tarihidir. Oysa tarih, insanlar dünyasının tarihi olmalı; tarih insanlığın geçmişini insani açıdan ele alarak, bilimsel bir temele oturtup, gerçek ve insanca dersler çıkarabilmelidir.

Yayın Tarihi : 9 Nisan 2008 Çarşamba 00:10:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?