20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Türbandan Sonra (V)


5-SANAL BİR HİKAYE

Ders: Tarih
Yıl: 2057
Yer: Yozgat'ın bir köyünde, bir İlköğretim okulunun 7-A sınıfı
Konu: Nisan 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi. 

Hatırlatma :
Nisan 2007 krizleri sonrasında Türkiye türban sorununu çözmüş; batılılaşma yolunda tüm gücünü ve özverisini ortaya koyarak, 2015’lerde çağdaş bir devlet haline gelmiş ve 2017’de de AB üyeliğine davet edilmiştir. Ancak Türkiye AB’den daha hızlı bir gelişme temposu yakaladığından, genç nüfusu ve eğitilmiş işgücünü AB’ye kaptırmak istemediğinden ve ülke Ortadoğu’nun cazibe merkezi haline geldiğinden AB üyeliğini reddetmiştir.

TİLKİNİN KUYRUĞU

Pek çoğunuz duymuştur ve belki de biliyorsunuzdur hikayeyi. Bir gün köyün içindeki çaydan, köylülerin gözleri önünde bir tilki, hızla gelip geçmiştir. Herkes hayret ve şaşkınlık içinde birbirinin yüzüne bakarken, içlerinden birisi "Gördünüz mü, tilki çaydan geçerken kuyruğu suya batmadı" demiş. Bazı köylüler "evet batmadı" diye tasdik ederken, bir o kadarı da "Hayır, battı" diye itiraz etmiş. Tilkinin kuyruğu suya battıydı, batmadıydı derken tartışma büyümüş; kanlı bıçaklı kavgaya dönüşmüş; insanlar birbirini öldürmüş, kalanlar köyü terk etmiş.

Eminim ki bu hikayeyi her dinleyişinizde "Bu insanlar amma da akılsızmış. Tilkinin kuyruğu suya batsa ne olurdu, batmasa ne olur" demişsinizdir.

İşte torunlarımızda ilerde tarihi karıştırırken Nisan 2007 de, atalarımız cumhurbaşkanı olacak şahsın karısının başında bir bez parçası olmalı mı, olmamalı mı diye birbirine girmiş, ülkeyi krize sokmuş. Bu bez parçası olsa ne olurdu, olmasa ne olurdu diye önce düşünecektir ve bez parçasına çeşitli anlamlar verecektir. Sonra da verdiği anlamların anlamsızlığına gülecektir. Belki de torunlarımızdan iki grup arasında şöyle bir tartışma geçecektir.
"Çok komik" diye konuyu gündeme getiren torunumuza, öbürü tüm ciddiyeti ile "Hayır, benim atalarım bu kadar akılsız olamaz, bunda bir iş olmalı" diyecektir.
Bir başkası da onu destekleyecek, " Evet , başka şeyler olmalı" diyecek. Bir başkası da " Bez parçası diye basite indirgediğiniz şey, dini temsil etmektedir. Din o günün toplumunda çok önemlidir." deyince, birçokları kendisini haklı bulup desteklerken, birisi de çıkıp: " Yahu arkadaşlar din bu kadar önemliyse, el kadar bir bez parasıyla nasıl eşleştirilir? Nasıl el kadar bir bez parçasına indirgenebilir?"
" Doğru söylersin, din şekillerin, kuralların kuru kuruya taklidi, tekrarı mıdır; yoksa bir yaşam biçimi midir?"
" Elbette ki din, yaşamı düzenlemek için geldiğine göre, bir yaşam biçimidir. Hatta kavgayı, çatışmayı, kötülüğü, hırsızlığı, yalanı, fesadı yasaklayan bir yaşam biçimidir."
Hiç konuşmadan dinleyen birisi: " Evet, din sevgiyi, dostluğu, iyiliği, doğruluğu, yardımlaşmayı, barış içinde kardeşçe yaşamayı amaçlar"
" Peki baş örtüsü takmasında herhangi bir sakınca var mı?"
" Hayır, din bu saydığımız amaçlara ulaşıyorsa, baş örtüsü taksa da olur; takmasa da bir sakınca yoktur."
" Peki arkadaşlar o zaman yeniden değerlendirelim. Nisan 2007'de dinin sayılan bu amaçları gerçekleşmişte, tek eksiği türban mıdır?"
Gençlerin çoğunluğu koro halinde: "Hayııır" diye bağırdı ve içlerinden birisi şöyle dedi:
"Nisan 2007 olaylarında sevgi değil, sevgisizlik var. Kardeşlik değil düşmanlık var. Barış değil, savaş var. Fitne, fesat, çatışma, kavga ve toplumu parçalayıp çatıştırma ve tüm bu kötülüklerin arkasında da, kişisel, kurumsal ve partisel çıkarlar var. Ve dinin sayılan amaçlarına bunlar tamamen ters şeyler."
" Evet, evet burada din ve iman söz konusu değil. Burada çıkarlar söz konusu. Din çevrelerinden oy almak söz konusu. Çünkü din: bir kadının saçında, başında, eteğinde, bacağında değil, din: beyinlerde ve yüreklerde hissedilip yaşanacak bir yaşam biçimidir. Kimse bunu bir bez parçasına indirgeyemez."
Bir genç: " Ya laiklik iddiasında olanlara ne demeli?" diye konuyu açtı ve şöyle devam etti: "Bir bez parçasıyla İslam'ın Çankaya'yı istila edeceğini düşünmelerini ve yine aynı bez parçasının laikliği ve cumhuriyeti tuz-buz edebileceği paranoyasına ne demeli?"
" Evet yahu! Atalarımız gerçekten düşünce özürlümüymüş, yoksa işlerine mi böyle geliyormuş?"
" Hayır, hayır... Bu kadar da düşünce özürlü olamazlar. Bence bunun altında da bir kurnazlık vardır."
" Peki nedir bu kurnazlık? Ortamı germek, kriz yaratmak, aklı başında yöneticilerin yapacağı şeyler midir? Gerginliğin, krizin kime ne yararı olabilir?"
" Evet, doğru söylüyorsun. Aklı başında yöneticiler yapmaz bunu ama, aklın yerine kurnazlığı koymuşsa yapar. Ayrıca iyi tahlil edilirse, tarihimizde yönetenler amaçlarına, ihtiraslarına ulaşmak için hep komplo teorilerine başvurarak, gerilim ve çatışma ortamları yaratarak, krizler çıkarmışlar, krize çözüm olarak da kendi çıkarlarını ulusal çıkarlarmış gibi göstermişlerdir. Halktan destek beklemişler, ve desteklemeyeni hain, bölücü ilan etmişlerdir."
" Evet arkadaşlar, krizlerin ayrıca kutuplaşma yaratan başka bir boyutu daha vardır. Örneğin yüksek baraj sistemlerine rağmen barajı aşma olasılığı olan üçüncü partileri elemek için de iyi bir yöntemdir bu. Ayrıca yıllar yılı hiç iktidar olamadıysanız, ortada yaptığınız hiçbir iş yoksa, ve hiçbir projenizde yoksa ve eski çizginizi yüzde yüz değiştirdiğiniz için, eski seçmenleriniz de küskün ve sandığa gelmiyorsa; verdiğiniz sözler kimseyi inandırmıyorsa, güveninizi yitirmişseniz; ideoloji üzerinden, rejim üzerinden siyaset yapmak ve rejimin sahipleriyle karşıtları gibi komplo senaryoları yazıp, oynayarak kutuplaşmalar yaratmak zorundasınız. Bence laiklik gitti gidiyor, şeriat gelecek komplo teorilerinin arkasında yatan kurnazlık budur."
" Evet, arkadaşımız güzel özetledi. Ama sistemden beslenen öteki kurum ve kuruluşlarla, yandaşlarını da unutmamak gerekir. Bunları da, mevcut sistem içindeki çıkarlarını, güç ve etkinliklerini kaybetmek korkusu sarmış olmalı." dedi.
" Evet tam da bu noktada ben de bir şey ilave etmek istiyorum. Acaba ülkeyi şeriata götürecekler senaryosunun arkasında, AB yönünde çok yol alındı, Allah korusun çağdaş bir sistem gelirse sahip olduğumuz ve tüm çıkarlarımızı sayesinde yürüttüğümüz, bu despot ve dayatmacı sistem tuz-buz olursa ne yaparız, korkusu daha gerçekçi değil mi? Çünkü bunlar her fırsatta AB ye yabancı sermayeye ve globalizme de karşı çıkıyorlar."
" Evet asıl amaç bence de bu olmalı. Politikacılarımız bu sistemi sevmeseler, hoşnut olmasalar, bu düzeni sağlayan anayasayı ve yasaları değiştirirlerdi. Çağdaş bir sistem oluştururlardı. Toplum ise: laiklik talebiyle değil, bunların değiştirilmesi ve çağdaş bir sistem talebiyle dökülürdü meydanlara. Demek ki çağdaş bir sistemi bugüne dek laiklik sağlayamamış, öyleyse gelişmeyi: laikliğin devamından çok, engelleyen yasalarda ve anayasada aramak gerekirdi."
" Doğru söylüyorsun. Acımasız ve insafsız bir ben duygusu, gözünü kan bürümüş bir iktidar hırsı var yönetim geleneğimizde."
Genç bir kız durumu şöyle özetledi:" Arkadaşlar zaten atalarımız, ne yazık ki gerçek anlamda akla ve bilime uygun bir yaşam tarzı geliştirememiş ve zamanlarını hep komplo teorileriyle geçirmiş, bu yüzden de, uygarlık yarışında hiçbir ülkeyi geçememiş, zamanlarının tümünü: çağın gerilerinde bir yerlerde ortaçağ tipi vesveseler ve dedikodularla geçirmiş." dedi.
" Evet arkadaşlar, acı ama gerçek. Atalarımızın en büyük eksikliği geçmişten ders alamamaktı. Biz bundan ders alıp, onların düştüğü hatalara düşmeyelim."
Tartışmanın burasında, öğretmen araya girdi. “Çocuklar bu konu yeterince aydınlandı sanıyorum. Tarihi çok sevdiğinizi biliyorum ama başka derslerimizde var.” Dedi.
“Evet öğretmenim tarihi çok seviyoruz. Tarih bizi çok güldürüyor, eğlendiriyor ve dinlendiriyor. Acaba atalarımız da tarihi sever miydi?” dedi.
Öğretmen: “Eğer atlarımız tarihi sevse, bize bunca gülünecek malzeme veremezlerdi. O zamanlar tarih sevimsiz ve sıkıcı bir dersti.” Dedi.

Yayın Tarihi : 13 Mart 2008 Perşembe 12:13:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?