19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Türkiye'de Müzecilik ve Sorunları (3)

3-MÜZELERDE YABANCI PERSONEL ÇALIŞTIRILMALIDIR

Müzelerin Anadolu’nun tanıtımına katkıda bulunması ve müzelerden gelir sağlanması düşünülüyorsa, bugünkü müzecilik zihniyetinin terk edilmesi, çağdaş dünyada bu işlerin nasıl yapıldığının araştırılıp incelenmesi, alınacak sonuçlar doğrultusunda önlemler alınması gerekir diye düşünüyorum. Eserlerin saklanması, bakımı, sergilenme yöntemleri ve personel yetiştirilmesine dek her şeyin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

 

Burdur Müzesinde Athena heykeli (Kremna)

Özellikle personel konusu çok önemlidir. Müzede çalışan bir personelin, ziyaretçileri bir mağazadaki tezgahtar kadar, bir otelin resepsiyon veya halkla ilişkiler görevlisi kadar, sevecen, saygılı ve samimi duygularla karşılaması, verdiği hizmetten zevk aldığını karşısındakine hissettirmesi gerekir.

Aslında aynı görevli, müze veya devlette görevli değil de, özel sektörde görevli olsa, zaten böyle davranmak zorundadır. Ama devlet hizmeti memuru, ağır ve hantal bürokratik yapısına uymak zorunda bırakmaktadır. Ve zaman içinde bu durum benimsenerek olması gereken normal çalışma biçimi haline gelmektedir. Parasını devletin verdiği, devlete karşı sorumlu, devletin memuru olma düşüncesi, vatandaşa karşı sorumluluk duygusunu tamamen ortadan kaldırmaktadır.

Bu anlayışın sonucu olarak da, parasını devletten aldığı için, bürokrasinin genel davranış biçimini sergileyerek, vatandaşı umursamamaktadır. Kendisini denetleyen de aynı zihniyette başka bir bürokrat olduğundan, parasını devletin değil, halkın ödediği, kendisine hatırlatılamamaktadır.

Bu yüzden ne kadar iyi eğitilse, iyi denetlense bile, yerleşik anlayışların bir anda silinmesi zordur. Onun için benim önerim, müzelerde yabancı personel çalıştırılmasıdır.

Müzelerde birkaç yıl süreyle, yerli personelin en az üçte biri oranında yabancı personel çalıştırılırsa ve gerçekten bakanlık bunun önemini kavrayarak yaparsa çok şeyin değişmesi mümkündür. Bu durum iki açıdan çok büyük bir önem taşımaktadır. Birincisi, müzeciliğin öğrenilmesidir. Müzecilikle ilgili işlemlerin uygulamalı olarak gösterilmesidir.

Hemen karşı sesleri duyar gibiyim. “Biz bilmiyor muyuz müzeciliği? Nesi var bunun öğrenilecek? Her şeyi Avrupa’dan mı öğrenmek zorundayız?” gibi itirazlarla karşı çıkanlar olacaktır.

İtirazına Atatürk’ü gerekçe göstererek, neden kendi insanımıza güvenmiyoruz? Atatürk Türk milletine güvenerek Kurtuluş Savaşını kazanmış ve Türk milletine dayanarak o günlerin kısıtlı kadroları ile devrimleri yapmıştı. Oysa bugün milyonlarca yüksek düzeyde eğitim almış insanımız varken bu yabancı hayranlığı niye?

Hatta olaya daha da popülist yaklaşıp ve biraz da konuyu saptırıp, “Bizim yabancıdan eksiğimiz ne, onlar çok şeyleri bizden öğrendi, Yunus bizde, Mevlana bizde” vs derseniz, onların çalıştırdığı müzeler darphane gibi para keserken ve ülkelerinin tanıtımında birinci derecede rol oynarken, siz başınızı kuma sokuyorsunuz demektir.

Çünkü her ne kadar her alanda çok büyük miktarlarda dünya çapında eğitim almış, çok değerli insan kaynaklarımız olsa da, dönem Atatürk Dönemi değildir. Yani Atatürk döneminin siyasi anlayışında her şey ülke ve millet için en iyisini, yapmak ve bunu için canla başla çalışmak iken, 1965’lerden sonra siyasi anlayış, her şey siyasi çıkar için –parti ve partili için- şekline dönüşmüştür.

Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse: örneğin Atatürk döneminde, görevini yurt ve millet sevgisiyle canla başla çalışarak yapan sıradan bir memuru bile, kimse yerinden kıpırdatamazken, bugün herkesin bulunduğu mevki ve bu mevkiin garantisi partiye ve partiliye hizmetten öte bir anlam taşımamaktadır.

Örneğin şu anda bir il müdürü, doğru, dürüst, çalışkan, alanında bilgili, deneyimli; ama karşı görüşten bir personeli önemli bir mevkie getirse, “Aferin iyi bir iş yapmışsın mı derler; yoksa biz seni buraya karşı partinin adamlarına iş bul diye mi müdür yaptık” deyip, kapıyı mı gösterirler?

Onun için olayı Atatürk Dönemiyle kıyaslamaya veya ikide bir Avrupa’dan ders almak zorunda kalmanın komplekslerine kapılmaya gerek yoktur. Çünkü 1965’lerden sonra devlette görev alma ve yükselmenin koşulları tamamen siyasal kadrolaşmalar esasına göre yapılmakta olduğundan, ülke ve millete hizmet etmenin yerini, siyasi iktidara hizmet anlayışı almıştır.

Yine halk dalkavukluğu adına benim ülkemde bu kadar işsiz, ekmeksiz insan varken, beni ülkesine vizesiz sokmayan ülkelerin insanlarına mı vereceğim ekmeğimi gibi düşüncelerin etkisinde hareket ederseniz, müzeciliği: bir ihtisas yeri, bir işletme olarak değil de, bir istihdam yeri olarak görüyorsunuz demektir.

Yabancı personel çalıştırmanın ikinci yararı ya da gerekçesi ise, tarihi eserlerin sergilenmesi ve sunumuyla ilgili tekniklerinin öğrenilmesi ve özellikle de uygulamaya konulmasıyla ilgilidir. Müzede görevli personelin nasıl davranacağının uygulamalı olarak gösterilmesidir.

Çünkü gerçekten bizde ki müzecilik anlayışı ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan gerçek, müzelerin ve ören yerlerinin en son görülebilecek, hatta görülmese de hiçbir şey kaybedilmeyecek yerler olarak kabul edilmesidir. Oysa Avrupa’da buralar, şehrin en çok gezilen yerleridir.

Büyük kentlerdeki bir kaçı hariç, Türkiye’de gezip dolaştığım müzelerin hemen tamamında görünen manzara, müzeler kuş uçmaz kervan geçmez, terkedilmiş dağ başları gibidir. Öyleyse burada bir tanıtım, bir sunum zafiyeti ve ziyaretçiyle diyalog yetersizliği vardır. Yabancı personel bunu kendi ülkesinde nasıl sağlıyorsa, burada bize de gösterecektir.

Fakat müzelerde yabancı personel çalıştırılması, her ne kadar bir dereceye kadar yarar sağlasa da, kısa bir süre sonra yabancıların da bize benzeme olasılığı yüksektir. Çünkü eski köye yeni adet çıkartmamak zihniyetiyle, çalışanlar kadar yönetenler de, değişime direnecektir. Bu yüzden yabancı personel, bir iki yılda bir değiştirilmelidir. Zaten bu uygulama beş yıldan fazla da sürdürülmemelidir.
 

Yayın Tarihi : 17 Eylül 2010 Cuma 11:56:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?